01 Mart 2015 04:26

AKP nereye koşuyor?

On üç yıllık iktidarı boyunca topluma umut vadederek üst üste seçimleri kazanmayı başarı sayan AKP, ilk çıkışındaki misyonunu da programını da bir tarafa bırakmış, ülke içinde ve dışında derin yalnızlığı yaşamaktadır. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edeceği söylemi ile gelinen noktada bu üç iddiasını yerine getirmediği gibi bulaştığı kirlenme ve yolsuzlukla bir yandan itibar kaybını, öbür yandan da derin yalnızlığın verdiği gelecek korkusunu yaşamaktadır.

Paylaş

Demir ÇELİK *

On üç yıllık iktidarı boyunca topluma umut vadederek üst üste seçimleri kazanmayı başarı sayan AKP, ilk çıkışındaki misyonunu da programını da bir tarafa bırakmış, ülke içinde ve dışında derin yalnızlığı yaşamaktadır. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edeceği söylemi ile gelinen noktada bu üç iddiasını yerine getirmediği gibi bulaştığı kirlenme ve yolsuzlukla bir yandan itibar kaybını, öbür yandan da derin yalnızlığın verdiği gelecek korkusunu yaşamaktadır.

Bu korkudandır ki her şeyi bir yana bırakmış, kendi ikbali ve iktidarı için her yolu mubah görmeye başlamış, topluma sırtını çevirmekle kalmamış onu zapt u rapt altına almanın yollarına sapmıştır. Son beş yıldır Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da başlayan Ortadoğu’ nun yeniden dizaynında küresel emperyal güçlerle ters düşmüş, Müslüman Kardeşler ve İhvan üzerinden Neo Osmanlıcılık heveslerini devreye koymuş, bununla da kalmamış DAİŞ gibi insanlık düşmanı vahşi ve kirli savaşın vekalet yürütücüsüne sırt çıkmıştır. 

İçeride çözüm yanlısı görünmesine karşın, dışarıda savaş tacirliğine soyunmuş, Kürtlerin olduğu kadar Ortadoğu halklarının da umudu olan demokratik öz yönetim organları kantonları dağıtmaya, Rojava Devrimi umudunu karartmaya, engellemeye çalışmıştır. ‘Düştü düşecek’  hesaplarının tutmadığı gerçeği, 6-7 Ekim olaylarını gerekçelendirerek toplumda yeşeren devrim umudunun ayak seslerinden korkmuş kurtuluşu polis devletinin sığınağına sığınmakta görmüştür.

Türk Ceza Kanunu’nda ve Terörle Mücadele Kanunu’nda her tür siyasal düşünce ve onun örgütlü mücadelesinin terörize edilip engellendiği gibi on binlerce siyasetçinin, öğrenci, aydın ve yazarın tutuklandığı, onlarca yıllık cezalara çarptırıldığı ortadayken algı operasyonlarıyla toplumu yeni sistemine iknaya çalışmaktadır.

AKP; İç Güvenlik Paketi’nin molotofkokteyli ile bonzainin yasaklanmasından ibaretmiş gibi bir algı yaratarak, toplumun şiddet karşıtlığını arkasına alarak diğer yüz otuz maddeyi gölgelemeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın sık sık muhalefet molotof ve bonzaiye karşı değil söylemi gerçeği yansıtmamaktan öte doğru değilidir.

Üç siyasi parti farklı düşünce ve kaygılardan da hareketle pakete karşı çıkıyor olsalar da paketten murat edilenin Cumhurbaşkanının ya da Başbakanın söylediklerinin aksine paketin özgürlüklere ve demokrasiye değil polis devletine, yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanmasına yol açacağı gerçeğidir.

Bu nedenle Anayasa, yasalar ve meclis iç tüzüğünden kaynaklı haklarımızı kullanarak paketi mümkünse engellemeye, değilse zamana yaymaya, teşhir edip toplumsal muhalefeti örgütleyen bir noktada kalarak Mecliste iki haftadır günde on yedi saati bulan mesai ile geçirdik.

AKP’nin Ak Saray’dan aldığı talimatın gereği Anayasayı, iç tüzüğü hiçe sayan keyfi ve antidemokratik yönetimi ve yaklaşımı beraberinde şiddet olaylarının yaşanmasına, kadına şiddete neden olmuştur. Meclisteki şiddette muhalefet milletvekillerinden yedisi yaralanmıştır. Şiddete dayalı, kendine göre, keyfi yönetim anlayışına karşı meclis içinde bir kısım demokratik ve meşru eylemsellikler içinde olmak yapılması gerekendi. Meclisin yüz yıllık tarihinde söz konusu olan elit siyaset üzerinden statükodan beslenen partiler aracılığıyla meclis yasama faaliyetini hep devletten yana, iktidardan yana yürütmüştür. Bu durum ilk kez demokratik siyaset yürütücüsü HDP ile değişmeye başlamıştır.
21 Şubat gecesi AKP’nin kendine göreci, yasal olmayan keyfi yönetimi bir oldu bittiye getirip yüz otuz iki maddeyi olabilecek en kısa sürede geçirmek istemesi bizce kabul edilmezdi. Bu faşizan yaklaşıma ve uygulamaya karşı mücadele etmek ve direnmek yapılması gereken tek yoldu. Kendi Anayasalarını çiğnemekte beis görmeyen, iç tüzüğü hiçe sayan yaklaşımlarda bulunmayı kendine hak görene karşı direnmek meşruydu. Bu meşruiyetle yedi saat boyu sloganlar eşliğinde oturma eyleminde bulunduk. Sonraki günlerde bir yandan yasal ve Anayasal haklarımızı kullanarak engellemeye çalıştık, öbür yandan da hem AKP zihniyetini ve politikalarının eleştirisi termelinde toplumu doğru bilgilendiren, aydınlatan, yürütülen hukuksuzluğu teşhir eden görsel bir kısım materyallerle sorunu gündemleştirmeye çalıştık. 

Türkiye Meclisinde demokratik siyaseti aracılığıyla Türkiye’nin demokratikleşme ve demokratik bir cumhuriyete evirilmesi mücadelesini yürütmek kuşkusuz ki önemlidir. Ancak daha önemli olanı, iktidardan ve devletten beklemeden toplumun ekmek kadar, su kadar önemli olan barışını ve özgürlüklerini öz yönetim organları aracılığıyla bizlerin örmesi ve örgütlemesidir.

Sistem içi mücadele de toplumsal adaletsizliği giderebilir, sınıfları ve sömürüyü ortadan kaldırdığımızı varsayabiliriz. Fakat hiyerarşiyi ve tahakkümü ortadan kaldırmadığımız sürece toplumsal özgürlüğü asla sağlayamayız. Çünkü hiyerarşi özgürlük dışıdır. Özgürlük ile tahakküm arasındaki çelişkiyi özgürlük lehine gideremediğimiz sürece hiyerarşik ve sınıflara dayalı toplumu doğal ve demokratik topluma dönüştüremeyiz. Hiyerarşi hem toplumsal yaşamın varlığını ve doğal toplumu, hem de ekosistemi tehdidi ettiği için ortadan kaldırmak zorunda olduğumuz bir durumdur. Hiyerarşi hiçbir zaman ve hiçbir şekilde toplumsal ve siyasal istikrar sağlayıcı işlev göremez. Tarihin ilk hiyerarşik adımının kölesi kadın ayağa kalktığında ve özgürleştiğinde toplumsal özgürlüğün önü açılmış olur. Bu tarihi hakikat bize toplumun özgürlüğünün kadın özgürlüğünden geçeceği gerçeğini bilmemize yol açtığından kapitalist moderniteye karşı demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü anlayışla toplumsal kurtuluş mücadelesi ile demokratik siyasal mücadeleyi birbirini besleyen ve tamamlayan mücadeleler bütünü olarak görür ve toplumsallaştırabilirsek, o sayede toplumsal özgürlük somut ve gerçek olmuş olur.

Devlet, son beş bin yıl boyu bir yandan iktidar ve sermaye biriktirerek, diğer yandan ideolojik aygıtlarıyla toplumu şekillendirerek kendisini sürdürebilir kılmıştır. Devlet sadece bürokratik ve baskıcı bir aygıt değil, aynı zamanda binlerce yıllık tahakkümü ile toplumu şekillendiren psikolojik ve zihniyet alt yapısını var etmenin de aygıtıdır. Onun hükümranlığına duyulan korku ve kayıtsızlık onun gücünü sürdürmesinin toplumsal ve siyasal meşruiyetini oluşturur.  Devlet; köle, serf ve mülksüz sınıflarda ideolojik aygıtlarıyla oluştura geldiği bu psikolojik ve zihni algı sayesinde, demokratik modernitenin binlerce yıllık kıyasıya mücadelesine rağmen bu ana kadar varlığını sürdürebilmiştir. 
Devlet ideolojik ve baskı aygıtlarıyla toplumu yeniden biçimlendirirken, yeni toplumsal ve siyasal işlevi ile ekonomiyi, hukuku ve siyaseti yöneten pozisyonu ile toplum karşısında kalmakla kalmaz aynı zamanda ona kendi içinde seçenekler sunar. Toplumsal ve ekolojik yaşamı sömürgeleştirir, kendisinin parçası ve uzantısı olduğuna toplumu ikna eder, onları nesnelleştirir. Toplum artık devletin bir parçası ve ondan ayrılmaz uzantı olmaya başlamıştır. Artık toplumun itiraz etmesi ve ayağa kalkması zor bir hal almaya başlamış, özgüvenini kaybettiği gibi kendisini araçsallaştıran bu siyasal organizasyona kendiliğinden biat etmeye başlar. Onu tanrının yeryüzünde yansıması, kendi yaşadıklarını ise kader görür. Bu nedenle toplumun komünal değerler etrafında yeniden örgütlü mücadelesi yanında toplumun doğal toplum değerleri etrafında inşası bugün için insanlığın olduğu kadar Türkiye devrimcilerinin de en temel sorunu olarak karşımızda olanca haşmet ile durmaktadır.

* HDP Muş Milletvekili

ÖNCEKİ HABER

28 Şubat’a rahmet okutmak

SONRAKİ HABER

AKP iktidarının ileri demokrasi anlayışı: Sandık

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa