01 Mart 2015 03:43

Köpek, Kadın, Erkek: Bu bir aşk değil!

Varoluşlarının farkına vardıklarından beri birbirleriyle didişen, kendisiyle uğraşan iki cins; erkeğe Mars’tan kadına Venüs’ten gelmiş derler ki ancak iki ayrı gezegenden gelenler birbiriyle bu kadar ters düşüp ilişkilerini sürdürebilir. Moda Sahnesi’nde Barış Yıldız, Zamire Zeynep Kasapoğlu ve Caner Cindoruk’un oynadığı bu oyunda Kemal Aydoğan yönetmenlik koltuğunda yer alıyor. Caner Cindoruk’un kulaklarını pek çok defa çınlattığımız söyleşide Kemal Aydoğan, ilişkilerin krizde olduğunu söyleyerek erkeğin aklının sürekli gezin ve tüket modunda ilerlediğini, bunun da iğdiş edilmiş kadın ve erkekler yarattığını vurguluyor.

Paylaş

Ezgi GÖRGÜ

Varoluşlarının farkına vardıklarından beri birbirleriyle didişen, kendisiyle uğraşan iki cins; erkeğe Mars’tan kadına Venüs’ten gelmiş derler ki ancak iki ayrı gezegenden gelenler birbiriyle bu kadar ters düşüp ilişkilerini sürdürebilir. Moda Sahnesi’nde Barış Yıldız, Zamire Zeynep Kasapoğlu ve Caner Cindoruk’un oynadığı bu oyunda Kemal Aydoğan yönetmenlik koltuğunda yer alıyor. Caner Cindoruk’un kulaklarını pek çok defa çınlattığımız söyleşide Kemal Aydoğan, ilişkilerin krizde olduğunu söyleyerek erkeğin aklının sürekli gezin ve tüket modunda ilerlediğini, bunun da iğdiş edilmiş kadın ve erkekler yarattığını vurguluyor. 

İnsanlık kendini bildi bileli kadın erkek ilişkileri üzerine kurulu ancak günümüzde teknoloji öyle gelişmiş ki ilişkiler aksi biçimde ilerliyor. Burada tarafsız olabilmek için kendimizi eleştirebilmek için giydiğimiz rolleri çıkarmak lazım aslında. Bu rollerle bunu yapmak mümkün mü? 

Zamire Zeynep Kasapoğlu: Bir kere şöyle bir gerçek var; insanlar artık gözlerinin içine bakarak iletişim kurmak yerine akıllı telefonların ekranlarına bakıyorlar. Bu da her türlü probleme sebep oluyor. Metnin derdi biraz da şöyle, kendinize bakın diyor. O yüzden farklı bir karakter çizmekten ziyade daha çok söyledikleriyle ilgilendik. Yazar da özellikle hiçbir karakterine isim vermeyerek buna özen göstermiş, köpek de dahil olmak üzere. Bu kadar kısa bir sürede bir oyun bunu nasıl anlatabilir? Kadın erkek ilişkisinin insanlığın varoluşundan beri çözememişken nokta atışları yapıp dile getirebilir? Bizim zaten en çok ilgimizi çeken de oydu. 

Elimizin altındaki telefon ve internetle beraber bu kadar çok uyaranın olduğu bir ortamda ilişkiler nasıl oluyor? İlişki de gökten zembille düşmediğine göre...
Barış Yıldız: Zaten kimse kolay olduğunu söylemedi. İlişkilerin kolay yanından bahsetmiyor ama temas bile etmediğimiz bu zorluğun içine düşmeli ve onu aşıp bir birlikteliği oluşturmalıyız kadınla erkek cinsi olarak. Oyunun önerisi buralarda bir yerlerde. 

Z.Z.K: Hayatın her alanında şöyle bir durum var, eskiden vakit geçirmenin adı şu an tahammül etmek. Herkes eline bilgisayarı, önüne telefonu aldığında dış dünyayla bağını koparıyor. Dolayısıyla sadece kadın erkek ilişkileri için değil, birbirimizle vakit geçirmek adına da günümüzün problemi. 

Kemal Aydoğan: Kadın erkek ilişkisi krizde. Kentsel hayatın ve kapitalizmin bir insan modeli çiziyor olması ve o insan modelinin yaptığı gibi insanın insana temasının artık çok da önemsenmemesi başlıca sorun. Oyun da bir temas etme çabası ile birlikte kadının ve erkeğin bir araya gelme isteğine rağmen bunun bir türlü sağlanamaması üzerine kurulu. Ama bu koşullar bir araya gelmeyi bir parça iğdiş etmiş, özellikle de erkek tarafını. Çünkü kendini daha çok çeşitlemek üzerine kurulu yaşıyor erkek. Daha çok sevişmek ve bunun çetelesini tutmak üzerine kurmuş, onun bir kadınla bir araya gelmesi oyundaki gibi sosyal bir pozisyon elde etme kaygısından dolayı ortaya çıkıyor. O bir aşk değil. Kadınınki aşka dair bir şey. Dolayısıyla kadının aşkının erkek tarafından maniple edilip bir gecelik ilişkiye dönüştürmesi, orada yaşatmasını görüyoruz. 

İNSANİ BİR TEMAS KAYBI SÖZ KONUSU

Yine de erkeğin tökezlediği durumları görüyoruz oyunda...
B.Y.: Bütün istekler erkekten geliyor ama bütün sıyrılmalar da erkekten geliyor. Bu oynaklığı kadını çileden çıkaran bir pozisyona düşürüyor. 

K.A.: Çünkü özgürlüğünün gittiğini sanıyor erkek, özgürlüğü tek başına olmak, istediği kadınla sevişmek, eğlenmek olarak algılarken biriyle birlikte yaşayıp bunun için çaba göstermeyi gerçekten bir özgürlük kaybı olarak anlıyor. Oysa oyun diyor ki bu bir insani temas kaybı, bir hissiyat kaybı. Kapitalizmin yarattığı kendine yabancılaşmış kadın ve erkek rolleri ortaya çıkıyor. Yabancılaşmanın ana motivasyonunu sağlayan şey, kapitalizmin kurucusu erkek aklı, o zaten kendine ve doğasına yabancılaştırmış kendini. Dolayısıyla kadını da yabancılaştırıyor. Kadının her hamlesinin önünü kesiyor, hayır diyor, olmaz diyor. Kadın artık fahiş bir çözüm bulmak zorunda. Nasıl buluyor? Yatağa bağlamak gibi. Kadın neyi engelliyor adamda? Erkeğin dışarıya çıkmasını, iş yapmasını, dışarıdaki hayatını engelliyor, diyor ki sen çok dışarda yaşıyorsun, dışarlak yaşıyorsun, bir içe dönebilir misin rica etsek diyor. 

KAPİTALİZMİN İŞİNE GELMEZ İNSANLARIN AŞIK OLMASI

Ama orada kadının handikapı yok mu? Bir kadın yalnız kalamaz mı veyahut erkeğin oyunda olduğu gibi çırpınışları neden oluyor?
K.A.: Mutsuz bir erkek var çünkü kapatılmak istemeyen biri var. İlişki benim için bir zindan diyor. İşin Türkçesi de şu; kadının dediği gibi başka bir kadını istiyorsun. Aşkla sevişmeyi de ayırmak lazım. Aşk denen şey ortadan kalkıyor galiba, aşkın tekrar hayatiyet kazanması için de çaba gerekli. Şöyle diyeyim, aşktan ne anlıyoruz; misal Neşet Ertaş demişti, “Ne zaman aşk biter, o zaman yorulur insan” demişti. Şunu anlıyorum ben, Neşet Ertaş’ın türkü söylemesi de aşk, Erkan Oğur’un bağlama çalması da aşk, tutkuyla yapmak aşk aslında. Galiba bu duygumuzu yitiriyoruz. Erkan Oğur “Ben bağlamayla birlik olmaya çalışıyorum” diyor ya çünkü bu aşksız olmaz. Bir yere varma isteğiyle de düşünelim. Kapitalist dünyada bir şeye aşkla bağlı kalırsan diğer şeyleri tüketmeyebilirsin. Dolayısıyla erkeğin aklı sürekli gezin ve tüket diyor, gezin ve çeşitle diyor, tüketim mekanizmasını çalıştır diyor, bir yerde bağlı kalırsan oradan çıkamazsın diyor. Yüzeyde yaşayın diyor kapitalizm. 

B.Y.: Yazarın da bir röportajında “Oyun bunu diyor ama peki sizin aşka inancınız?” diye soruyorlar. Sonuna kadar aşkın arkasındayım ve sonuna kadar inanıyorum diye başlıyor söze ve sonra da diyor ki kapitalizmin işine gelmez insanların aşık olması.

K.A.: Bir de insanın derinliği demek aşk. Derinliğe hiçbir şekilde salık vermeyen bir ortam var. Burada bir sıkıntı var, bir insan krizi aslında. Bugün dönüp dolaşıp oynanan oyunlar uygarlığın krizi üzerine şekilleniyor. Uygarlık bir krizde, son bir haftada Türkiye’ye baktığımızda bile ülkenin de krizde olduğunu söyleyebiliriz. 

‘BAŞKA BİR AKLA İHTİYAÇ VAR’

Bir köpek olarak ikisinin arasına katılıyorsun dışardan bir ses olarak. İlla bizim bunları görmemiz için dış sese mi ihtiyacımız var?
K.A.: Tabii ki dahil, niye politika yapılıyor, tam bir dış ses politika. Çünkü kalbi olan bir varlık ve hâlâ hissediyor. İnsanların tüm eziyetine rağmen köpeğin bir kalbi ve hisleri var. Hepimizin belada olduğunu hissediyor. İnsan insanı hissetmez.

B.Y.:  Köpeğe anlattırıyor, elbette bir yargısı yok, seçebileceği bir taraf yok, insanın tarafını seçmediği bile çok malum. Bu oyun için başka bir akla ihtiyaç vardı. Köpeğin saklanıp kaçması gereken bir yer yok ki, köpek her şeyiyle ortada, duygusu ortada, vücudu ortada. Duygularını bu kadar açık ifade eden köpek konuşmaya başladı mı “ne olur”u görüyoruz oyunda. 

K.A.: Bir kasım günü yalnız uyanmayacağına sevinecekken insanların bu yaşadığı ne diyor köpek. Bu gerçekten de bize hatırlatılması gereken bir şey. Hep yabancılaşan ve insanlık çıkarına karşı davranan bir dünya. Erkek de böyle. Politik olmanın bence birinci koşulu, özellikle sol sosyalist platformlar için de böyle olmalı, erkeklikte tartışmamız gerekli. Başka cümleler kurmadan bunu konuşmamız lazım. Çünkü egemenle tartışmış oluyorsun, bu yüzden bir kadın sorunu yok, bir erkek sorunu var.

K.A.: Erkek zayıf olduğu için kadın üzerinde bir egemenlik kuruyor, kadın daha öngörülü, dünyayı daha çok kavrayan, bir gücü var hakikaten. Erkek de şöyle şu çarkların içine sokayım kadını da aklını duygusunu bana benzeteyim deyip sonra tahakkümümü kurarım diyor ki kurmuştur zaten. 

‘MUHAFAZAKARLIK ÜRETEN TİYATRONUN DIŞINA ÇIKIYOR’

Oyun, Sibylle Berg tarafından yazılıyor, yazarın bu oyununda sizin ilginizi çeken nedir?
K.A.: Biçimini kurarken yazar, aslında yine konvansiyonel tiyatro diyeceğimiz, kendi muhafazakarlığını üretmiş tiyaronun dışına da çıkıyor. Oyun yazımı, karakterleri, derinleşmesi, anlatım biçimi, nasıl ki kadın erkek arasındaki bir şeyi açıyor ve bize bir travma ve krizi gösteriyor, bize önerdiği oynama biçimi de oradaki krizi gösteriyor ve başka türlü oynatıyor.

Kriz derken, tiyatroda nasıl bir kriz var?
K.A.: Bu oyun öykü gibi anlatılan tarzda, gerçekçilikten kurtulmuş. Gerçekçiliğe kendini çok fazla kaptıran dünyaya bir dakika dur, bu bir tiyatrodur ve biz tiyatronun içinde anlatıyoruz diyerek tiyatronun araçlarını uyandıran, onları ortaya koyan ve açık açık olan bir oyun. Bu bir tiyatro yazımından, tiyatro yapma biçiminden kopuş demektir. Bu oyunun yazılma tarihi 2006 ve Avrupa’da yeni türler arayan tiyatroların da dorukta olduğu bir zaman. Dolayısıyla ana akım tiyatro anlayışından da kopan bir yazı biçimi var. Üç tane diyalog, öyküleme, üç tane diyalog, öyküleme... Başka bir oyun oynama tercihi de kadınla erkeği deşifre ettiği bir oyuna dönüştürüyor. Biz bunu daha gerçekçi bir tiyatroyla seyretseydik, bu kadar etkilenmezdik. O zaman gerçek bir köpek oynamaya zorlayacaktık, nasıl olacaktı bu? Dolayısıyla kendi illüzyonuna kaptırmıyor bizi. 

Oyunda kullanılan bu üslup klişeleri de kırmış oluyor o halde?
B.Y.: Dramatik bakış açısıyla göstermece bakış açısı arasındaki fark şöyle, oyundaki gibi yağmur altında, hüzünlenmiş, dışarıyı izleyen bir kadın düşünelim. Biz kadının duygusallığıyla değil, duygusallığa giriş nedeniyle ilgileniyoruz.. Klişeyse bu klişe, bu klişeyi kırıp, parçalayıp, neden o kadın öyle diye soruyoruz.

Z.Z.K.: Oyundaki panoyu kaldırsaydık seyirci açısından yine sorun olmayacaktı, onların önünde aksesuarlarımızı alsaydık, kostümlerimizi değiştirseydik, hiçbir şey değişmeyecekti. K.A.: Seyirciyi zorlamak gerekiyor. Nasıl bir dünyada olduğunu, sanat eserinin karşısında olmanın ne demek olduğunu, sana ne dediğini kavraması gerek seyircinin. Toplamda sahne ve seyir yeri bir yandan 3 kişi bir yandan da 100 kişi ile bir topluluk oldunuz, o topluluk olma fikrinin ne olduğuna dair seyircinin kafa yorması gerekir. Tiyatro öğreten bir yer değildir, tiyatro olunan bir yer, içinde olursun, bir şey yaşarsın. Bir set çektin mi yandık zaten.

Oyundaki erkek gibi..
K.A.: Aynen öyle, oyundaki erkek gibi. Oyundaki erkek aklı set çeken erkek aklı bugün bir sanat eserinin karşısındaki kadını da içerebilir. Yediğimiz zoka çok büyük olabilir. Uyana uyana, basitlik talep etmeyerek ilerleyeceğiz.

‘BÖYLE MUTLU OLMADIĞIMIZ KESİN’

Bu oyunun kadını olarak ne diyorsunuz bunca yaşanan şiddete dair?
Z.Z.K.: Önce yaşatılmamız lazım bir şeyler yapabilmemiz için. Sonra oturup konuşmamız gerekiyor. Biz evet sahneye çıktık, oynadık, ama bitmeyecek ki bu şiddet. Şunu söylemek lazım, siz kimsiniz de kadınları doğduğu andan itibaren kadınlara şekil vermeye çalışıyorsunuz? siz kimsiniz de hamile kadınların sokağa çıkıp çıkmaması konusunda yorum yapabiliyorsunuz? Ya da siz kimsiniz de kadınları her şekilde mağdur etme hakkına sahipsiniz? Önce bunları çözmemiz gerekiyor.

K.A.: Zamire’nin verdiği örnekle oyundaki erkek, birbirleriyle çok zorlamadan buluşturulabilir. Bu erkekle “ceberrut” yani konuşmaya yanaşmayan ve gizli hareket eden biri. Çok benziyor birbirine.
B.Y.: Meslek seçimiyle ilgili de konuşmuştuk, grafiker olması. O daha dışlak bir yerden, işin afişini tasarlıyor, içeriğiyle çok ilgilenmiyor. Satılacak bir malzemenin ambalajını ortaya çıkaracakken kadın bir çevirmen ve alt metin okumaya, metnin iki anlamıyla bakma yönünde hayata bakıyor. 

Z.Z.K.: Kadının Fransızca biliyor olması karşısında kendisini ezik görüyor, öyle görüyor, dünyanın her yerinde de böyle. Erkek her zaman mükemmeldir, kadın da ihtiyacı olandır. Nasıl değişecek bilmiyorum ama bizden önceki nesil böyle gelmiş umarım bundan sonraki nesiller çözebilir ama böyle mutlu olmadığımız kesin. Her izleyenin de özeleştiri yapması için dürten bir oyun aslında.
 
Kadın erkek ilişkisinin anlatılması klişe bir konu olabilirdi, siz bunun üstesinden nasıl geldiniz? 

K.A.: Klişe dediğin zaten yanlışın örgütlenme hali de olabilir.

B.Y.: Bu bir çöp yığınıdır diyor köpek, onun oradaki yargısı önemli. Ürettiğiniz kültür ve hayat bir çöplüktür diyor kadınla erkeğe. Yani kadın isterse iyi olsun, erkek de bu pozisyonda olsun ikisi için de bir arada faaliyeti ne olursa olsun, bu bir çöplük. Zaten birbirinize travmatik bir şekilde bağlısınız, üstüne bir de ilişki yaşıyorsunuz, acayipsiniz diyor köpek. İşte seyircinin boğazı buralarda düğümlenmeye başlıyor, güldük ama 5 dakikalığına da olsa bu galiba benim diyor seyirci. Yazarın aklı ve zekası bu kadar yalın bir şekilde bu derinliği yaratmakta yatıyor. Seyirciye bu kadar yakın gelmesindeki neden de bu. Bir gösterimde teyzenin biri seçmezsen seçme dedi, demek ki dolmuş ki laf söylüyor, bariz ki kendi evindeki adama söylüyor o lafı. 

FOTOĞRAFLAR: ERDOST YILDIRIM

ÖNCEKİ HABER

Genç bir kadının hayatından çalınan 17 yılın tanığıyız

SONRAKİ HABER

Ateş yanıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...