01 Mart 2015 03:20

Çin, ABD’yi kapitalizmde yenerse...*

“Çin’de solcu olmak için altın bir çağ.” En azından Çin Minzu Üniversitesi profesörü ve ünlü Maocu Zhang Hongliang’ın yakın tarihte New York Times’ta yayınlanan makalesinde yaptığı bir değerlendirme böyleydi. Diğer basın kuruluşları başkan Xi Jinping’in üniversitelerde daha fazla Marksizm çağrısını geniş bir şekilde haber yaparken, makale, “Solcuların sesi yeniden revaçta” fikrini ileri sürüyordu. Ve Politbüro, kendi diyalektik materyalizmini tazelemek için eğitim oturumları düzenliyor.

Paylaş

Eli FRİEDMAN

“Çin’de solcu olmak için altın bir çağ.” En azından Çin Minzu Üniversitesi profesörü ve ünlü Maocu Zhang Hongliang’ın yakın tarihte New York Times’ta yayınlanan makalesinde yaptığı bir değerlendirme böyleydi. Diğer basın kuruluşları başkan  Xi Jinping’in üniversitelerde daha fazla Marksizm çağrısını geniş bir şekilde haber yaparken, makale, “Solcuların sesi yeniden revaçta” fikrini ileri sürüyordu. Ve Politbüro, kendi diyalektik materyalizmini tazelemek için eğitim oturumları düzenliyor.

Fakat maalesef bu analizden şüphe duymak için birden fazla sebep var.

ÜSTÜ KAPALI İMPARATORLUK ÖZLEMİ

Xi Jinping’in ortaya atılırken de muğlak olan “Çin rüyası” sloganının, gelinen yerde “Çin ırkının büyük dirilişi” şeklinde resmi bir tanıma kavuşmasıyla başlayalım. Bu ifadedeki üstü kapalı imparatorluk özlemi, Çin’in komşularına olduğu kadar ülkedeki etnik azınlıklar için de uğursuz imalar taşımaktadır. Ekonomik açıdan hükümet, Çin’in son yıllarda fazlasıyla bel bağladığı ve gelinen yerde zayıflayan borca batmış büyümesini tahkim etmek için piyasalaşmanın diğer bir raundunu hazırlıyor. Bu reformlar, devlete ait firmalarla ilgili büyük bir özelleştirme dalgasını, dahası toprağın metalaştırılmasını, memurların emekli aylıklarının azaltılmasını ve serbest ticaretin genişletilmesini kapsayacak.

İşçi sınıfı ve köylüler politik açıdan bunun dışında kalıyor ve devlet tarafından derin şüpheyle gözlemleniyorlar. İsyankar işçiler ve köylüler, adaleti yerine getirme ihtimali düşük ya da sonu basitçe copla biten karmakarışık ve parçalayıcı bürokratik süreçlerin içine yönlendiriliyorlar. Geçen Aralık’ta polis, göçmen bir inşaat işçisini sırf ödenmemiş ücretini istedi diye döverek öldürdü. İşçiler çoğu kez kısmi mücadeleleri kazanmalarına rağmen, sürdürülebilir bir siyasi gücün kurulması imkansız görünüyor. 

Üstelik son zamanlarda yabancı düşmanlığı eğilimi devletin bir çok kanadını sarmış durumda. İşçi hakkı grupları artan tacize, şiddete veya kapatmalara maruz kalıyor. Üniversiteler “düşman dış güçlere” yönelik cadı avlarıyla çürüyor. Yabancılarla oluşturulan herhangi kalıcı işbirliği bir operasyona bahane olarak kullanılabiliyor. 
Dolayısıyla, “altın çağa” dair deklarasyonlar bir hayli kuşkulu görünüyor. Fakat hikaye bundan çok daha karışık ve bunu Çin solunun çeşitli akımları hakkında bir miktar tarihsel arka plan olmadan anlamak imkansız. 

NİHAİ AMAC SERMAYEDEN KURTULMAK DEĞİL

Çin’in bazı bölgelerinde halen yaygın olan Maoculuğun bu özel damarının kökeni, ülkenin imparatorluk geçmişine kadar uzanır. 19. yüzyıldan itibaren Qing hanedanı, Avrupalı sömürgecilerin elinde onlarca yıl süren saldırılara ve daha sonra Japonlar tarafından yapılan vahşi bir istilaya ve işgale maruz kaldı. Böylesine tarihsel koşullar altında ulusal kurtuluş mücadelesi - Maocu terimlerle ifade edilecek olursa - anlaşılır bir şekilde “birincil çelişki”yi temsil eder hale geldi. Önde gelen Maocu Han Deqiang geçenlerde “Çin rüyası, Çin halkının rüyasıdır. Bu rüya kaçınılmaz olarak evrensel değerlerden çok milliyetçiliğin muhkem özelliklerine sahip olacaktır.” Han ve onun gibileri uluslararası sosyalist harekete aşina olan bir tutumu benimsemektedirler, kamusal mülkiyete ve sağlam refah koşullarına destek, onların nihai amacı sermayeden kurtulmak değil. Bu daha çok bir ulusal kurtuluş ve diriliş projesidir. Onlar sermayeyi büyük ölçüde tehdit olarak görüyorlar, çünkü sermaye, kurulu kapitalist güçlerin boyunduruğu altına girmek anlamına geliyor. Sosyalizm bundan dolayı, küresel düzenin doruğunda Çin’in özerkliğini ve itibarının iade edilebilmesini güvence altına almanın bir aracı olarak görülüyor. Milliyetçiliğin bu damarı sık sık Han tipinde üstünlükçü bir kılığa bürünüyor. Tibetlilerin trajik intihar eylemleri dalgası ve Uygurlar arasında devam eden şiddet tarafından yeniden altı çizilen ulusal kurtuluş projesi etnik azınlıkların perspektifinden kesinlikle farklı görünüyor. Tibet ve Şincan’daki komünist hakimiyeti bu etnisiteleri kendi geri kalmışlıklarından basitçe kurtaracak bir yol olarak gören ülkedeki birkaç Maocu, Çin’deki ırksal hiyerarşi üzerine tartışmaya can atıyor. Bu tür bir milliyetçilik sonucu ortaya çıkan ek bir sorun var ki, o da, on yıllar önce emperyalizmi bozguna uğratma konusunda sergilediği tartışmasız kahramanca başarılardan kaynaklanan, Maocuların Komünist Parti hakkındaki naif iyimserliğidir. Fakat devasa ölçüde toprak mülksüzleşmesi, ücretli emeğin ve meta üretiminin evrenselliği, işçi ve köylü eylemliliğinin sistematik olarak baskı altına alınışı ve kapitalistler ile devletin her kademesindeki parti arasında görünüşte bozulmaz ittifak, egemen kapitalizmin göstergelerinden ziyade sapmalar olarak görülüyor. Devlet karşıtı politikalar konu dışıdır.

ÇİN, KÜRESEL ÇAPTA YÜKSELMİŞTİR

Liberaller haklı olarak konuşma özgürlüğünün, basın özgürlüğünün ve akademik özgürlüğün genişletilmesine karşı Maocuların muhalefet etmelerini eleştiriyorlar. Sonuç olarak, Çinli işçiler kendi menfaatlerini dile getirmek ve  genişletmek için kullandıkları “burjuva hakları” tarafından temin edilen politik alandan mahrum bırakılmaya devam ediyorlar. Çin, Amerikan imparatorluğunun şemsiyesi altına girmeden küresel çapta yükselmiştir ki, bu gerçekten kayda değer bir başarıdır. Çin’deki bazı solcular piyasalaşmanın geri gelmek üzere oluşundan dolayı mutsuz olabilirlerken, onlar hala Çin’in dünyadaki haklı yerini geri kazanmasını genel eğilim olarak görüyorlar. Ve maddi ve toplumsal koşullar aksine işaret etse de, Çin’in sosyalist olduğu iddiasını onlar Komünist Parti’nin temel değeri olarak kabul ediyorlar. 

Solculuğun yaşadığı bu bozulmanın bugünün Çin’inde baskın olması şaşırtıcı değil. Başkan Mao’nun mirasını yukarıda tutma iddiasına özgü sembolizm, onlara kayda değer bir oranda korunma sağlıyor. Ve hatta savundukları uygulamalar hükümet politikasına çoğu zaman aykırı düşse bile, hepsinin akıbeti aynı. Fakat sözde (birçok muhtemel üyesi tarafından reddedilen bir adlandırmayla) “yeni sol” da dahil olmak üzere, Çin’deki birçok solcu en son siyasi gelişmeler hakkında hiç de mutlu değiller. Genelde bu entelektüeller kozmopolit, yurt dışında eğitim görmüş ya da en azından yurt dışında uzun zaman geçirmiş kişilerdir. Onlar Çin’in neoliberal dönüşümünü ve küresel kapitalizme eklemlenmesini sert bir şekilde eleştirmişlerdir. Mesela Wang Hui, Kültür Devrimi sonrası apolitikleşmeden yakınmıştır, ve Wang Shaoguang ve Cui Zhiyuan gibi akademisyenler kendinde erek olarak kamulaştırma politikalarını ve kamu mülkiyetini savunmaktadırlar.

ÖĞRENCİ HAREKETİ YÜKSELİŞE GEÇTİ

Sol genel olarak, emperyal fantazinin akıntısına kapılmaktan çok, Çin’i daha eşit ve adil bir toplum haline getirmek fikrine yakındır. Yine de bu, büyük ölçüde elit bir gruptan ibarettir ve birçokları devletin eşitsizliği hedef almak konusundaki kararlılığına ve becerisine eleştirel olmayan bir inançla bağlanmaktadırlar. Bu, bir ihtimal düpedüz stratejik olabilir; kaldı ki akademik özgürlük üzerindeki ağır baskılar göz önünde bulundurulduğunda son derece anlaşılırdır. Ama diğer yandan toplumsal direnişin özerk gücünün onların analizinin bir çoğunda önemli bir noksan olduğu görülüyor. Ümit verici olan daha ziyade, 2008 krizinden bu yana özellikle güç kazanmış, yeni oluşmakta olan bir öğrenci soludur. Sayıları az olmasına rağmen, geçen yıllarda üniversite kampüslerinde sol okuma gruplarının çoğaldığı görülüyor. Bunlar Marx’ın klasik görüşünün ötesine geçerek, çağdaş Çin’in birçok açıdan 19. yüzyıl Avrupa’sının despotik kapitalizmine benzediğini keşfettiler.
Bir yandan Çin’deki özgün post-kolonyal ve post-sosyalist durumdan haberdarlarken, diğer yandan Çinli ve yabancı işçilerin mücadeleleri arasındaki paralelleri de görmeye açıklar. Devlet, sınırlar ötesindeki tecrübenin kati surette kıyaslanamazlığını savunarak uluslar ötesi dayanışmayı kestirip atmanın yollarını kolladığı için bu, kendi başına önemlidir.

Bu gençlerin birçoğu resmen nişanlıdırlar ve fabrikalarda çalışmak, inşaat alanlarına gitmek ve göçmen okullarında öğretmenlik yapmak üzere üniversiteyi terk etmişlerdir. Onlar işçi direnişinin halka yayılmasını sağlamış ve siyaset üzerine radikal perspektiflerle blog ve yayınlar başlatmışlardır. Ve bariz risklere rağmen, özgün dayanışma örnekleri ortaya çıkmıştır; yakın zamandaki en iyi örnek, öğrencilerin üniversitedeki temizlik çalışanlarının grevlerine ciddi destek sağladığı Guangzhou’dan gelmiştir.

Çin’de toplumsal direniş yaygın olmakla birlikte, büyük ölçüde apolitikleşmiştir. Tarihsel olarak işçiler ve entelektüeller arasındaki ittifak toplumsal hareketlerin can alıcı öğesi olmuştur. Fakat 20. yüzyıl Avrupa tecrübesi böyle hareketlerin sol eğilimli olmak zorunda olmadığını acı bir şekilde ortaya koyar: muhafazakar şovenizm, kapitalizm tarafından biçimlendirilmiş istikrarsızlığa eşit ölçüde muhtemel bir cevaptır. Çağdaş Çin’de böylesine bir gelişim ulusal ve uluslararası açıdan felaket anlamına gelmektedir.

Öğrenci solu kendisini kesinlikle Çin’i iyileştirmeye adamış, fakat partinin anlayışındaki düz milliyetçilik veya naif inanç tuzağına düşmemiştir. Partinin politikaları onları tacizle ya da daha kötü yollarla sürekli tehdit ettiği için bugün gelinen dönem parti için hiç de altın bir çağ değildir. 
Öğrenciler hala, sol politikanın yeni bir kutbunu temellendirme sürecindeler. Ve en önemlisi, Çin’in kapitalizmde Amerika’yı mağlup etmesinin hepimizin yine kapitalizm altında yaşayacağı anlamına geldiğini bilmektedirler.

jacobinmag.com’dan 
çeviren Pınar Tunç
*Yazının orijinal başlığı: 
‘Birincil çelişki’

ÖNCEKİ HABER

Bir halkı tanımaya ağaçlarından başlamak

SONRAKİ HABER

Kuyu: Bütün bunlar ne garip!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa