22 Şubat 2015 04:37

Kaplumbağalar ve adam

Osman Hamdi Bey’i ne kadar tanıyoruz? İstanbul’da yaşayanlar, ne kadar İstanbullu olduklarını söylemeden önce bu soruyu mutlaka kendilerine sormamalılar. Memleketin kültürü, sanatı ve tarihsel varlıkları üzerine eşine, dostuna, çocuklarına iki kelam laf etmek isteyenlere tavsiyem; Osman Hamdi’yi es geçerek bir büyük gafa imza atmamalarıdır!

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

Osman Hamdi Bey’i ne kadar tanıyoruz?

İstanbul’da yaşayanlar, ne kadar İstanbullu olduklarını söylemeden önce bu soruyu mutlaka kendilerine sormamalılar. Memleketin kültürü, sanatı ve tarihsel varlıkları üzerine eşine, dostuna, çocuklarına iki kelam laf etmek isteyenlere tavsiyem; Osman Hamdi’yi es geçerek bir büyük gafa imza atmamalarıdır!

Osman Hamdi Bey 24 Şubat 1910’da hayata gözlerini kapar. Yüzyıl sonra UNESCO, 2010 yılını “Osman Hamdi Bey yılı” ilan eder. 21 Şubat 1884 tarihi ise Yeni Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin imzalandığı yıldır. Bu nizamname eski eserlerin korunmasını sağlayan bir kanundur. Bu kanun çıkana kadar Osmanlı topraklarındaki tarihi eserler fütursuzca yağmalanmış ve yurtdışına kaçırılmıştır. Osman Hamdi’nin öncülüğünde çıkarılan kanun talana ilk kez “dur” demiştir. Sanılanın aksine; o tarihe kadar yapılan yağmalar devlete rağmen değil bizzat padişahın imzalı izinleriyle gerçekleşmiştir. Çünkü sarayı, taş ya da çömlek değil esas olarak içinden çıkacak hazineler ilgilendirmektedir; yani saray gerçek hazinenin farkında bile değildir! Dolayısıyla Osman Hamdi’nin 1884 Nizamnamesi, yabancıların yağması kadar ona izin veren padişaha da “dur” demiştir.

İLKLERE İMZA ATAN BİR MÜNEVVER 

Osman Hamdi’ye “Bey” denmesi onun münevver (aydın) kişiliğinden ileri gelir. O ölümünden sonra ilklere imza atan bir münevver olarak anılacaktır: İlk figüratif ressam, ilk arkeolog, ilk kazı ekibi ve ilk çağdaş müzeciliğin kurucusu, Kadıköy Belediyesi’nin ilk reisi vs..

Osman Hamdi 1881’de Çinili Köşk’te göreve başlar. Nemrut dağlarından Lübnan’a kadar gerçekleştirdiği arkeolojik kazılarda topladığı eserleri İstanbul’a getirir. Çinili Köşk bunları alacak hacme sahip olmadığından büyük bir müze yapmaya karar verir. Büyük uğraşlarla birlikte İstanbul Arkeoloji Müzesi inşaatı işte böyle başlar. Üç aşamada inşa edilen müzenin, Sayda’dan getirilen “Ağlayan Kadınlar Lahdi”nden esinlenerek yapıldığı söylenir. Sanay-i Mefise’ye atandığı müdürlük yılları O’nun için yeni bir hamle dönemi olacaktır. Zira kuruluşuna öncülük ettiği Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi, kendinde cisimleşen çağdaş sanatın eğitime dönüşmesi ve yeni nesillere ışık tutması demektir. 

Osman Hamdi’nin babası İbrahim Ethem Paşa aslen bir Rum’dur. 1820’de patlak veren Yunan ayaklanması sırasında Sakız Adası kanla bastırılmıştır. Yetişkinler katledilirken erkek çocuklar köle ya da devşirme, kız çocuklar ise cariye olarak alınmıştır. Son derece zeki olan İbrahim Ethem Paşa devşirmelikten paşalığa kadar yükselecektir.  

Osmanlı’nın Paris’e gönderdiği dört başarılı öğrenci arasında İbrahim Ethem’in oğlu Osman Hamdi de vardır. Onun, sınıf arkadaşı (sonradan dünyaca ünlü bilim insanı olacak) Pasteur’u geçtiği ve okul birincisi olduğu söylenir. İbrahim Ethem, ısrarla oğlunun hukuk eğitimi almasını ister. Ne var ki Osman Hamdi hukuka değil sanata aşık olacaktır. Fransa’da bir resim okuluna konuk öğrenci olarak yazılır. Babasının “geri dön” mektuplarını nazik bir dille geri çevirir. İlerleyen yıllarda, Bağdat görevini kabul etmek zorunda kalacaktır. Bağdat’ın reformist paşası Mithatpaşa, sanat çalışmalarında Osman Hamdi’ye alan açar. Bu Osman Hamdi için büyük bir şans demektir. Mithatpaşa’nın sürgüne gönderilmesi ve yerine babası İbrahim Ethem Paşa’nın atanması ise ona ayrı bir duygu fırtınası getirecektir. 

Osman Hamdi Fransa’da sanat eğitimi almış bir “batılı” olduğu kadar Şark’ı yani Bağdat’ı görmüş-resimlemiş bir doğulu ve aynı zamanda bir İstanbulludur. Onun için “doğunun içerden oryantalisti” ya da “sürrealisti” diyenler fena halde yanılmaktadır. Hayat Televizyonu’nda yayınlanan Babil Kulesi’nde Aydın Çubukçu bu türden iddialara şöyle yanıt veriyor: “Osman Hamdi’yi oryantalist olarak tanımlamak doğru değil, o bir sürrealistti iddialarına gelince; onun için sürrealist değil de “süper realist” dense daha doğru olur!”

Osman Hamdi’yi en iyi tanımlayan özelliklerin başında yetenek, emek ve disiplin gelir. “İskender Lahdi” ve “Ağlayan Kadınlar Lahdi”nin Lübnan’dan İstanbul’a getiriliş öyküsü  belki de bunun en güzel örneğidir. Tonlarca ağırlığındaki lahidleri tomrukların üzerinden yuvarlayarak kilometrelerce taşımak, gemilerin dengesini bozmak pahasına koca taşlarla uzak denizleri aşmak hiç de kolay değildir. Osman Hamdi’nin, başlarına bir şey gelmesin diye kendini lahidlere zincirlediği, padişahın lahidleri jest olsun diye Avrupalılara vereceğini duyunca ise “beni öldürün sonra o lahidlerin içine gömün” dediği de boşa rivayet edilmemiştir. Zorlu yolculuğun sonunda lahidler hiç yıpranmadan İstanbul’a ulaşmıştır.

Nemrut dağı’na çıkan ilk kazı ekibinin başında da Osman Hamdi vardır. Komagane krallığından kalan anıtlar işçilerin yardımıyla ayağa dikilecek ve birlikte çalıştığı heykeltraşlar onları restore edecektir.  

KAPLUMBAĞALAR DA UÇAR!

Osman Hamdi resimlerinde üslup gerçekçidir; öyle ki çoğu zaman önce fotoğraf çekildiği sonra da bunu resmettiği söylenir. İçerikte ise Osmanlı toplum yaşantısı ve figürler üzerinden verdiği mesajlar vardır. 

Mihrap’ta sırtını kutsal mihraba dönmüş, bir rahlenin üzerinde ve üstelik dekolte denebilecek bir kıyafetle oturmuş kadın, son derece “provokatif” bir anlatımla tasvir edilmiştir. Günümüze kadar uzanan tartışmalara konu olan bu tablonun en son Demirbank’ta kaldığı ve nihayet kayıp olduğu belirtilmektedir! Silah Taciri’nde, alıcı oğul Ethem’dir, tacir ise kendisi!

Türkiye’de bir resim için en çok para ödenen eser Kaplumbağa Terbiyecisi’dir. Yapılan son açık arttırmada Pera Müzesi’nde kalan 1906 versiyonunun yaklaşık 5 trilyona satıldığı ve bugünkü değerinin 15 trilyon civarında olduğu ifade edilmektedir.

Osman Hamdi’nin ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ne ilk verdiği isimle ‘Kaplumbağa ve Adam’da mekan dökülmekle yüz yüze kalmış Bursa Yeşil Camisi’dir. Harap mekan dönemin Osmanlısına bir göndermedir. Kaplumbağa terbiyecisinin yorgun yüzü Osman Hamdi’nin yüzüne benzer. Beli bükülmüş terbiyeci artık kaplumbağaların eğitileceğine dair bir umut taşımamaktadır. Zemindeki küçük pencereden gelen ışık da bu umutsuzluğu pekiştirir. Terbiyeci’nin arkada bağladığı elleri ney tutmaktadır. Ne var ki bu ney ne kadar çalınırsa çalınsın; eğitim ve aydınlanma ışığının artık kaplumbağalara bir faydası yoktur! Bu resmi yaptıktan dört yıl sonra ölecek olan Osman Hamdi Bey arkasında muazzam eserler ve çalışmalar bırakmakla birlikte bahtiyar değildir. Çünkü O, halk topluluklarını temsil eden kaplumbağalara olan inancını kaybetmiştir. Osman Hamdi’nin belki de en büyük şansızlığı; Fransayı Fransa yapanın gerçekte işçi ve ezilen yığınların gücü olduğunu görememesidir. Çünkü devrimlere yol açan sosyal gerçekliği görebileceği toplum bilimi ona uzaktır. Henüz sanayileşmemiş kendi ülkesine gelince; onun bu kuvveti kendi topraklarında keşfetmesi batıya göre çok daha zordur.  

Kısacası Osman Hamdi, arkasında büyük eserler bırakmakla birlikte; kaplumbağaların bir gün bırakalım koşmayı, uçmayı bile öğrenebileceğini görememiş, anlayamamıştır. Ama kaplumbağalar bir gün uçmak için yüzünü göğe çevirdiklerinde hiç şüphe yok ki onun insanlığa bıraktığı eserlere sahip çıkmasını bileceklerdir. 

Osman Hamdi ile tanışmak isteyenler için önerim; en azından işe Taksim Pera Müzesi ve Gülhane Parkı içindeki İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret ederek başlamalarıdır.  

ÖNCEKİ HABER

Wes ve Zweig

SONRAKİ HABER

Gongunuza demokrasi diyebilir miyim?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...