22 Ocak 2015 13:50

Türkiye’deki Kaderi Suriye’de Çizilmiş

Suriye’den geldiği için ayrımcılığa uğradığından bahsediyor Odai. Bununla kendisi çok karşılaşmasa da bazı kişilerin Suriyelilere, ‘işlerimizi çalıyorlar’ gibi suçlamalarda bulunduğunu ve bunun Suriyelilerin hatası olmadığını sadece gelen insanların çalışmak istediğini söylüyor

Paylaş

Bilgesu KARAKULAK
İTÜ

Sizlere iki genç Suriyeli arkadaşımla yaptığım sohbetten bahsedeceğim biraz.
İlk görüşmemi Suriye’den gelen ve şu anda İTÜ’de mimarlık 2. sınıfta okuyan Odai Al Hashmi ile yaptık. Buluşma yerimiz Taşkışla Kampüsü’ydü. İlk önce biraz kendinden bahsetmesini ve Türkiye’ye geliş hikayesini konuşmak istedik. Odai hemen söze başladı, ilk vurguladığı şey Suriye halkının buraya isteyerek gelmediği, gelmek zorunda kaldığı ve kendisinin de bunlardan biri olduğuydu. Odai arkadaşları kaçırılana kadar Suriye’de Humus’ta okuyormuş. Bir gün arkadaşlarıyla şehirde buluşma kararı almışlar ve arkadaşlarıyla buluşacağı saate 10 dakika gecikmiş. İşte bu 10 dakikalık gecikme Odai’nin şu anda bizim karşımızda durmasını sağlayan şey. Çünkü arkadaşlarını aradığında onlar arabayla yola çıktıklarını söylemişler, ertesi gün ise yolda kaçırıldıklarını öğrenmiş. Ailesi bundan sonra okula gitmesini istememiş. 1 yıl daha okusa mezun olacakmış ancak olamamış. Yaptığı bazı araştırmalar sonucu ailesi ve kendisi için okumasının en kolay olacağı 2 ülke varmış; Mısır ve Türkiye, o da Türkiye’yi seçmiş. İTÜ’ye kabul edilmiş.

MEZHEPLER İNSANLARI BÖLMEK İÇİN KULLANILIYOR

Türkiye’yi nasıl bulduğunu sorduğumuzda, buranın kültürünün kendi kültürüne ne kadar yakın olduğundan bahsetti. Ancak Suriye’den geldiği için ayrımcılığa uğradığından  bahsediyor. Bununla kendisi çok karşılaşmasa da bazı kişilerin Suriyelilere ‘işlerimizi çalıyorlar’ gibi suçlamalarda bulunduğunu ve bunun Suriyelilerin hatası olmadığını sadece gelen insanların çalışmak istediğini söylüyor. Kendilerinin bu konuda çok yanlış anlaşıldığını, yargılandığını düşünüyor. Böyle şeyleri okulda hiç yaşamadığını da ekliyor.
Konu Ortadoğu’ya geliyor. Din ve mezheplerin insanları bölmek için kullanıldığından bahsediyor. Alevi-Sunni diye ayrımcılık yapılmaya çalışıldığını ama bunun bir fark olmadığını vurguluyor. Buna rağmen yine de çekingen davranıyor Odai bu konuyu konuşurken. Sebebi ise söylediklerinin herhangi bir şekilde eğitimine zarar vermesini istememesi. Çok zor elde ettiği ve büyük bir şans olarak gördüğü eğitim fırsatını tekrar kaybetmek istemediği için de gündemi çok sık takip etmiyormuş. İTÜ’deki ortamı ve öğrencileri çok seviyor. Gelecek planlarını ilişkin ise eğitimine odaklanacağını belki inşaatla çap yapabileceğini anlatıyor. Ama Suriye’ye dönüp dönmeyeceği kesin değil. Son olarak tüm Türkiye halkları için iyi dileklerini iletiyor.
Bir diğer buluşma yerimiz de Çağlayan Tekstil İşçileri Derneği. Burada 18 yaşındaki Muhammed Derviş ile görüşüyoruz. Muhammed ile yine Çağlayan’da tekstil işçisi olarak çalışan dernekten tanıdığım Ali abi sayesinde görüşüyoruz.

Ali abi aynı zamanda Arapça bildiği için bize bu görüşmede çok yardımcı oldu. Ali abi ve Muhammed sezon boşluğundan önce aynı atölyede çalışıyorlarmış. Muhammed Suriye’nin Halep şehrinden gelmiş Türkiye’ye. Üniversiteye gitmesine bir yıl kala terk etmek zorunda kalmış ülkesini, Odai gibi okuma ve burada üniversiteye başlama şansı olmamış yani.

AYAKLANMANIN EN ÖNÜNDE BİZ GENÇLER VARDIK

Muhammed’den kendisinden, geliş hikayesinden bahsetmesini istedik. Bize Suriye’deki ilk ayaklanmanın nasıl başladığını anlatmaya başladı. Ona göre ayaklanmanın en büyük sebebi ülkelerindeki Esad rejiminin baskıcı, ayrımcı yönetimi. Asker, polis devletin her kurumu işini rüşvetle yapar hale gelmiş ve halk artık bu baskılardan, ayrımcılıktan bıkarak ayaklanmış. Ayaklanmanın en önlerinde biz gençler vardık diye vurguluyor.

Teknolojik gelişmeler ve sosyal medya sayesinde tüm dünyaya bu ayaklanmayı duyurma şansları olduğunu ekliyor. İlk zamanlar hükümete karşı olanlar ayaklandıktan sonra hükümeti destekleyenler de kendilerine karşı ayaklanmış.

“Yani birbirimize ilk seferde kurşun sıkmasak da dolaylı yollardan düşman gibi olduk.” diyor. İlerleyen dönemlerde biri Esad’ı destekleyen diğeri de Esad’a muhalif olan iki kardeş birbirini öldürmüş.
Ayaklanmanın ilk zamanlarından sonra ihanet edenler ve ayaklanmayı kendi çıkarları için kullananlar yüzünden ülkenin kaosa gittiğini vurguluyor.

“BİZ SİZLER GİBİ BAKAMIYORUZ”
Muhammed bunları söyledikten sonra atlamak istiyor bu konuyu, anıları aklına gelip duygulanıyor. Bizler de burayı atlıyor ve devam ediyoruz. O da ilk önce ayaklanmaya katılmış ancak bu gidişatta can güvenliği kalmadığından Lübnan’a gitmiş önce babasının yanına. Ardından babası tüm ailesini Lübnan’a getirmiş. Orada 1.5 ay kalmışlar. Beyrut’da kalmış, orada çok az cami olduğundan ve çoğu kişinin Hristiyan olması sebebiyle çok yabancılık çektiğinden bahsediyor. Ancak Lübnan’ın da o dönemde çok karışık olduğunu Suriye den pek farkı olmadığını ekliyor. Burada kaldıktan sonra aile dostları sayesinde Antep’e gidiyor. Antep’te 10 gün kalıp İstanbul’a geliyor. İstanbul’da bu kadar fazla cami görünce ilk önce şaşırmış ama sonradan daha çabuk alışmış. Buraya gelip Çağlayan’da tekstil işçisi olarak işe başlamış.
Türkiye hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzda ise Türkiye’deki insanları sevdiğini ancak buradaki Suriyelilerle sıkıntı yaşadığını söylüyor. Ne ev bulurken ne de herhangi bir sorunda Türkçe bilenler bile yardım etmemiş. Şu sözleri ise çok çarpıcıydı: “Elbette sizin şu anki yönetimden memnun olmamanız ya da itiraz etmeniz normal. Devlet size 2 veriyorsa 3 vermesini istemeniz normal. Ancak bizlerin böyle bir şansı yok, biz Suriye’deyken can güvenliğimiz bile yoktu, bizlere bütün ülkeler kapısını kapattı sadece Türkiye kapılarını açtı. Bu sebeple biz sizler gibi bakamıyoruz.”

TEK ODALI OFİSTE 4 KİŞİ

Buradaki yaşamına geliyoruz. Atölyenin yanındaki tek odalı bir ofiste 4 kişi kalıyorlar. Kişi başı 150 lira veriyorlar. Ailesini 1 yıl çalıştıktan sonra buraya getirmiş. Onların Yalova’da oturdukları evin kirasını ve masraflarını da o karşılıyormuş çalıştığı dönemde. Küçük kardeşi de bir araba yıkamacı da çalışıyormuş ancak kendi okuyamadığı üniversiteyi kardeşinin okumasını isteyen Muhammed kardeşini okula yazdırmış. Muhammed Çağlayan’daki sezon boşluğundan çok etkilenmiş, babası biraz harçlık göndermiş ancak yine de zor durumda.

KORKUYORSUNUZ, BİLİYORUZ KORKUN!

Bu sohbetlerin ikisinin de beni çok etkilediğini söylemeliyim. Yani iki arkadaşımız da Suriye’den gelmiş, evet ikisi için zor olsa da birinin fırsatları olmuş gelecek planları yapabilmek için bir diğerinin ise gelecek planı yok. Yine her yerde olduğu gibi sınıf farkları apaçık ortaya çıkıyor. Birileri 1150 odalı saraya sığmıyor, birileri tek göz odada 4 kişi kalıyor. Ama okuyamayan, hayalleri olmayan Muhammedin, yaşından fazla kurşun yiyen Uğur’un, polisin  vurduğu Berkin’in, Cizre’de öldürülen çocukların, ekmek derdindeyken katledilen 301 işçinin hesabı elbet sorulacak. Tüm bu katliamların, sömürünün ve rantın sorumlularına bir çift sözüm var:

Siz 70 katlı rezidanslarınızdan duymuyor olabilirsiniz ama metal işçilerinin grev diyen gür sesleri bizim okullarımızdan, atölyelerimizden çok net duyuluyor! Korkuyorsunuz biliyoruz, korkun! Biz gençlerin öfkesinden, işçilerin sıkılı yumruklarından ve grev diyen sloganlarından korkun çünkü sizlerin sonu işte yumrukları sıkılı o işçilerden olacak. Bizim hayallerimizde, gelecek planlarımızda 1150 odalı saraylar değil, sokaklarında kurşun sesleri yerine çocuk sesleri duyulan bir dünya var. O dünyadan korkuyorsunuz biliyoruz, korkun!


BİR GÜN ÇALIŞMA AÇ KALIRSIN

İstanbul’da yaşamanın çok zor olduğunu, bir gün çalışmazsa aç kalacağını gülerek söylüyor bizlere Muhammed. Sezon boşluğu yüzünden patronundan para alamıyormuş. Ali abi burada söze giriyor, Suriyeli işçilerin çoğu parasını alamıyormuş ancak kendileri Türkçe bildikleri için daha kolay patrona baskı yapıyormuş. Muhammed eğer yarın da patrondan para alamazsa çok zor duruma düşeceğini söylüyor. Ali abi sözleri çevirdikten sonra; “Bana da vermezse ben de harçlıksız kalıcam galiba.” diyor ve hepimiz gülüyoruz. Son olarak eklemek istediklerini soruyoruz Muhammed’e. “Eğer güçlü, bölünmeyecek bir ayaklanma olacaksa yapın ama öyle değilse yapmayın, bizim durumumuz ortada. Ben şu an yaşayan bir ölü gibiyim, burayla hiçbir bağım yok, kaydım yok. Bunları kimsenin yaşamasını istemem.” oluyor son sözleri.

ÖNCEKİ HABER

TEOG SİSTEMİ

SONRAKİ HABER

Schneider’da işçiler kazandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...