28 Aralık 2014 02:57

Irkçılık ve düzen: Disiplin devletinde polis

Modern polis kurumu 17. yüzyılda erken modern merkezi devleti oluşumuna dayanır. Marc Raeff, bu konu hakkındaki temel başvuru kaynaklarından biri olan Doğru Düzenlenmiş Polis Devleti adlı çalışmasında 1600-1800 arasındaki polis düzenlemelerinin, elitin Almanya ve Rusya’da hukuk eliyle toplumsal ve kurumsal değişimi sağlama çabasının bir aracı olduğunu iddia eder.

Paylaş

M. Sinan BİRDAL

Modern polis kurumu 17. yüzyılda erken modern merkezi devleti oluşumuna dayanır. Marc Raeff, bu konu hakkındaki temel başvuru kaynaklarından biri olan Doğru Düzenlenmiş Polis Devleti adlı çalışmasında 1600-1800 arasındaki polis düzenlemelerinin, elitin Almanya ve Rusya’da hukuk eliyle toplumsal ve kurumsal değişimi sağlama çabasının bir aracı olduğunu iddia eder. Raeff çalışmasının “Bir egemen veya elitin iradesini gerçekleştirmek için yaratılmış kurumsal bir aracın, zaman içinde sonraki dönüşüm dinamiklerine şekil veren bir faktöre dönüştüğü üzerine” bir deneme olduğunu söyler. Aynı dönemi çalışan tarihçi Gerhard Oestreich bu süreci “sosyal disipline sokma” kavramıyla açıklar. Rönesans’tan itibaren devlet polis düzenlemeleri sayesinde yerel meyhanelerin açılış saatlerinden düğünlerdeki maksimum davetli sayısına kadar birçok alanı genel yasa ve özel talimatlarla düzenlemiştir.

Günümüzdeki polis ve devlet ilişkisi, kamu güvenliği, sosyal güvenlik, eğitim, aile, maliye, ekonomi politikaları ve hatta dış politikasındaki diğer değişiklerle beraber değerlendirilmelidir. Biçimsel-hukuki açıdan, polisin ve vatandaşın karşılıklı hak ve ödevleri kanunla belirtilmiştir ve anayasa tarafından “emniyet altına” alınmıştır. Amerikan hukuk sistemi açısından bu emniyet her şeyden önce üç değeri korur: “yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinden koşma.” Irkçılığın bir takım yasal ya da anayasal değişikliklerle ortadan kalkacağını düşünmek mekanik ilerlemeci bir liberalizmin ürünü olur. Liberalizmin başucu eserlerinin konusunun yasama faaliyeti olması boşuna değildir. Ancak ırkçılık toplumsal bir meseledir ve sadece yasaların emriyle ortadan kalkmaz. “Siyahlar Beyaz Saray’a bile çıkabiliyorlar” kavlinde bir açıklama, ABD’deki nüfusun sadece yüzde 12’sini oluşturmasına rağmen, mahkumların yüzde 40’ını oluşturan siyahların sosyal disiplin projesinin hedefi olduğunu gizleyemez. ABD’deki Psikolojik Bilim Derneği’nin dergisinde yayınlanan ve Stanford Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada, mahkum oranlarındaki farkın kamuya açıklanmasının beyazların suçtan daha da korkmasına ve ırksal eşitsizlikleri daha da güçlendiren cezalandırıcı tedbirleri desteklemesine neden olduğu sonucuna varılmış. Araştırmanın deneyini yapanlardan Jennifer Eberhardt kamuya istatistiksel bilgi vermenin kendi başına yeterli olmadığının altını çizmiş: “Araştırmamız rakamların kendi kendilerine konuşmadığını gösteriyor. Eşitsizliği azaltmak sadece insanlara aşırı eşitsizliğe ilişkin kanıtları sunmaktan daha fazla şeyler gerektiriyor.”

Irkçılık toplumsal iktidar ilişkilerine dayandığından kendisini var eden toplumsal ilişkilerin ortadan kalkmasıyla son bulur ancak. Köleliğin kaldırılması ABD’deki ırkçılık üzerinden kurulan tahakküm ilişkilerinin kapitalizmin piyasa ideali doğrultusunda yeniden üretilmesini engellememiştir. Dolayısıyla günümüz ırkçılığını sınıf ilişkileri açısından ele almamız gerekir. Bu önerme farklı sınıflara üye bireylerin ırkçılık ve ayrımcılığa maruz kalması durumunu dışlamaz, ancak ırkçılığın meşru biçiminin –yani devletin hukuki meşruiyeti sınırları içinde değerlendirdiği eşitsizliği  yeniden üreten uygulamaların- cari sınıf ilişkileri tarafından belirlendiğini öne sürer. Devletin kendi müdahalelerine meşruiyet kazanmaya çalıştığı hukuk alanı, ceza vererek, gözetleyerek nüfusu disipline etmeye çalışan kapitalist devletin daha verimli, üretken ve sadık bedenler oluşturma politikasıyla oluşur. Bu açıdan değerlendirildiğinde ABD’de polisin siyah gençlere yönelik şiddet saldırılarında hem hukuki süreçlerin anayasanın taahhüt ettiği değerlere uygun işlemediğini, hem de bunu dile getiren muhaliflerin sokak eylemlerine yönelik uygulanan şiddetin yeni anayasal suçlara yol açtığını belirleyebiliriz. Bu eğilim günümüzde sadece ABD’de değil, uluslararası sistemin parçası olan bütün devletlerde farklı biçim ve dozlarda yapılan reformlar ve uygulamalarda gözlemlenebilir. Bu bağlamda güncel uluslararası sistemde diğer devletlerle rekabetin yanında kendi meşruiyetini de sağlamaya çalışan devletler meşruiyetlerinin hukuki kaynağının muhalefet aleyhine daraltılmasını dayatmaktadırlar. Bu dönüşüm dünya kapitalizminin farklı noktalarında yer alan devletlerde farklı biçimlerde kendini ifşa etmektedir.

ABD’de toplumdaki ırkçılığın boyutlarını göstermesi açısından Trayvon Martin cinayeti önemli veriler sunuyor. Babasının evinden şeker ve meşrubat almak için çıkan 17 yaşındaki Martin, Amerika’da yaygın olan mahalle güvenliği şebekesi üyesi olan George Zimmerman tarafından izlenmiş ve vurulmuştu. Savunmasında meşru müdafaa yaptığını söyleyen Zimmerman’ın bu iddiası, Martin’in üzerinde silah bulunmaması ve 911 hattında kendisini polislerin gelmesi konusunda uyaran yetkiliyi dinlememesi gibi olgular tarafından inandırıcılığını kaybetmişti. Buna rağmen Zimmerman savcılığın kendisi için talep ettiği “ikinci derece cinayet” suçundan beraat etti. NBC ise Zimmerman’ın 911 acil yardım hattındaki görevliye “Bu çocuk bir haltlar yiyecek gibi. Siyah görünüyor” dediği tapeleri yayınladığında Zimmerman’ı ırkçı göstermekle eleştirildi ve hatta Zimmerman tarafından dava edildi. Bu davada mahkeme NBC’nin savunmasını kabul etti. Martin’in cinayeti davasındaki yargıç heyetindeki tek beyaz olmayan üye ise ABC haberlerine çıkıp, Zimmerman’ın cinayeti işleyip, paçayı kurtarabildiği yönünde bir düşüncesi olmadığını ilan etmek ihtiyacını hissetti. Yargıca göre Zimmerman “ahlaken yanlıştı ama hukuken suçlu değildi.” Hükmün kamuoyunda uyandırdığı tepkiden hayal kırıklığına uğrayan yargıç davaya kamu tarafından atfedilen değeri fark etmemiş çünkü hiç insanların rengine bakmazmış.

Irksal farklılığa -sözüm ona- kör olan bir hukuk sisteminin, ırkçı şiddete yönelik tepki gösterenlerin öfkesine yol açan kararlar çıkarması şaşılacak bir durum değil elbette. Hukuk sistemini uygulamakla görevli polis birimlerinin hem siyah gençlere hem bu gençlerin öldürülmesini protesto edenlere yönelik kolayca şiddete başvurabilmesi ve başvurmasının meşru hukuk sınırlarında dahilinde değerlendirilmesi de sistemin yapısını ortaya koyan göstergelerden biri. Geçtiğimiz Salı günü St. Louis kentinden 18 yaşında siyah bir genç olan Antonio Martin’in polis tarafından öldürülmesi olgunun varlığına yeni bir örnek ekledi. Olayın gerçekleştiği Berkeley kasabası geçtiğimiz Ağustos ayında 16 yaşındaki siyah genç Michael Brown’ın polis memuru Darren Wilson tarafından öldürüldüğü Ferguson kasabasına birkaç kilometre uzaklıkta. 24 Kasım’da Wilson’ı yargılayan mahkeme polis memurunun Brown’ın vurulmasından dolayı suçlanamayacağına karar verdi. Gerek Brown cinayeti gerek mahkeme kararından sonra sokağa çıkan protestocuları ise polis şiddeti karşıladı.

ÖNCEKİ HABER

Doğanın kara yılı

SONRAKİ HABER

Toplusözleşmesiz bir AB’ye doğru

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...