Üniversite hastaneleri böyle kurtulur mu?
Fotoğraf: Envato
Geçtiğimiz hafta YÖK ile Sağlık Bakanlığı arasında bir protokol imzalandı. Bu protokole göre, devlet üniversitelerinin hastaneleri isterlerse Kamu Hastaneleri Birliğinden tıbbi sarf malzemesi alacak. Bu protokol, ajanslara bir müjde gibi yansıdı. Peki gerçekten öyle mi?
AKP’nin neoliberal sağlık sistemi kurgusu içinde üniversite hastaneleri, reform sürecine en fazla “taş koyan” sağlık kuruluşları oldu. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birinci basamak sağlık hizmetleri ve devlet hastaneleri ciddi bir neoliberal dönüşüme sahne oldular. Kurgulanan sağlık reformunda üniversite hastaneleri, özel sağlık kuruluşları ile rekabet eden, onların “müşterisini kesen” özellikler taşıyorlar.
Sağlığı özelleştiren “neoliberal zihniyet”e göre; sağlık hizmeti bir piyasa malı olmalı, insanların hastalıklarından kâr edilmeli, yatırımcılar alana yatırım yapmalı, sağlık turizmi ile diğer ülkelere açılmalı vb. pek çok unsur olduğunu biliyoruz. Bizim cephemizden itiraz noktası da şu: Sağlık sosyal bir haktır, sağlığın özelleştirilmesi bu hakkı ortadan kaldırır, ödeme gücü olanlar bu hizmetten yararlanır, toplumda hizmetten yararlanamayan kişiler ortaya çıkar.
Sağlığın piyasalaşmasının, kâr getiren hizmetlerin ön plana çıkması, kâr getirmeyen hizmetlerin geri planda kalması dolayısıyla toplumun sağlık gereksinimlerinin tümünün karşılanmaması olduğu defalarca yazıldı, söylendi.
Üniversite hastanelerinin varlığı, en başından beri sağlık sistemini özelleştirmek ve piyasalaştırmak isteyenlerin önünde engel oldu. Çünkü bu kuruluşlar kâr amaçlı değildir, bir yandan tıp eğitimi yaparken diğer yandan topluma hizmet vermektedir. Eğitim ve araştırma hastaneleri olmalarından dolayı en güncel bilgiyi kullanırlar, en üst düzey uzmanlıklara, dünya çapında hekimlere sahiptirler. Daha pek çok özelliği ile neoliberal sağlık reformunun önünde kocaman bir takoz olarak durduğunun “reform kurmayları” da farkındadır.
Bu nedenlerle son 10 yılda doğrudan ya da dolaylı olarak üniversite hastanelerini “bitirmek” için elden ne geliyorsa yapıldı.
Gelinen noktada üniversite hastanelerinde durum şudur: Hizmetin sürdürülebilmesi için gerekli insan gücünü, yine AKP hükümetleri döneminde çıkan düzenlemelere göre taşeronlardan almak zorundadır. Diğer hastaneler için de söz konusu olduğu gibi, temizlik, yemek, güvenlik vb. hizmetler taşeron şirketlerden hizmet satın alma yoluyla temin edilmektedir. Bu, hastanenin bu işler için bir bütçe ayırması ve gelirlerinin bir kısmını buraya harcaması anlamına gelir.
Diğer yandan, Maliye Bakanlığı tarafından verilen sağlık çalışanı kadrolarının yetersizliği söz konusudur. Bunların da bir kısmı hizmet satın alma yoluyla karşılanır. Ayrıca, hastanenin suyu, elektriği, cihazların tamiratı, kırılan camı, akan damı vb. bildik harcamaları vardır.
Peki, üniversite hastanelerinin geliri nereden gelir? Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) diğer sağlık kuruluşlarında olduğu gibi burada da en temel finansördür, çünkü üniversite hastanelerinden hizmet satın almaktadır. SGK, Sağlıkta Uygulama Tebliği (SUT) ile düzenlediği biçimde hizmet satın alır. SUT’taki sağlık hizmetlerinin ücretleri 7 yıldır hiç artmıyor. Üstelik SGK, fatura kesintileri yapıyor, yani faturanın tamamını da ödemiyor. Bütün bunların sonucunda, üniversite hastaneleri verdikleri sağlık hizmet bedelinin yaklaşık üçte ikisini alabiliyor. Giderek artan harcamaların karşısında, finansal zorluğa girmelerinin temel mekanizması bu işte!
Bu manzara karşısında, iflas eden üniversite hastanelerinin bazıları Sağlık Bakanlığı bünyesine geçti. Afiliye kuruluş dedikleri bu modelde, Sağlık Bakanlığının hastanesinde hekim ve uzman hekim eğitimleri veriliyor. Üniversiteler bu modeli istemiyor, her türlü zorluğa karşın ayakta kalma mücadelesi veriyor.
Şimdi imzalanan protokol diyor ki, tıbbi sarf malzemelerinizi Sağlık Bakanlığından alırsanız, 4 ay sonra bu SGK’nin size olan borcundan düşülecek. Sağlık Bakanı Müezzinoğlu yaptığı konuşmasında bu desteği “can suyu” olarak tanımlamış. Üniversite hastanelerini bu hale getiren zihniyet, şimdi de kurtarıcı rolüyle vatandaşın gözünü boyamaya çalışıyor, kendi açtığı yaraya pansuman yapmakla övünüyor.
- On bin adım için birkaç adım gerekiyor 31 Ocak 2017 01:00
- Torunlar, yaşlılar, hastalar 24 Ocak 2017 00:09
- Türkiye usulü terör mücadelesi 10 Ocak 2017 01:00
- Yaz saatinin sürdürülmesine dair sorular 20 Aralık 2016 01:00
- Sağlık çalışanlarına şiddet 06 Aralık 2016 00:53
- İstismarı 'Ak'lamak 22 Kasım 2016 01:00
- Yine çocuk aşıları -2 15 Kasım 2016 01:00
- Yine çocuk aşıları! 08 Kasım 2016 01:00
- Savaşı konuşabilmek 11 Ekim 2016 00:54
- Kötülüğün sıradanlığı ve iyilik 04 Ekim 2016 00:44
- Cinler, iblisler ve zavallı bilim! 27 Eylül 2016 01:00
- Biz çoğaldık, ya siz? 13 Eylül 2016 00:13