25 Kasım 2023 04:58

Kadına yönelik şiddet ve toplumsal mühendislik

Ekmek ve Gül'ün Kartal'da düzenlediği 8 mart etkinliği.

Fotoğraf: Onur Kavak/Evrensel

Paylaş

2022 yılında erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı 334 oldu, 245 kadın hakkında ‘şüpheli ölüm’ kaydı tutuldu. 2023’ün on ayında 253 kadın erkekler tarafından katledildi, şüpheli ölüm sayısı 194. Kadınlar son yıllarda betona gömülerek, yüksekten atılarak, defalarca kurşunlanarak, bıçaklanarak katledildiler. Ölümle sonuçlanmayan şiddet vakasının çok azı resmi kayıtlara yansıyor. Kadına yönelik şiddete tepki arttıkça toplumun sinir uçlarıyla oynamaya devam eden bir el, şiddete daha geniş bir alan açıyor açıkça.

Cezasızlık ve faili kollayan güvenlik ve mahkeme sisteminin bu hunharlığın dozunun artmasında rol oynadığı malum. Ancak bunları kadınları muhtaçlaştırma ve bağımlılaştırma politikalarının arızi değil dolaysız sonucu olarak kabul etmek gerekir. Medeni haklardaki her geri adım, sosyal hayata dair her yeni düzenleme kadının şiddete karşı zaten zayıf olan toplumsal ve yasal kalkanlarını birer birer ortadan kaldırıyor.

Aile kurumunu korumak için çıkarılan yasalar, aile bakanlığı kurulması, evlilik öncesi danışma ve ‘eğitim’ hizmetleri, Diyanetin ve tarikatların telkinleri, kısacası itaatkar kadın modeli yaratmak için harcanan onca çaba, kadının kişisel karar verme yetisini köreltmeyi hedefliyor. Küçüğün rıza yaşını aşağı çeken, erken evlenmeleri teşvik eden ve hatta tecavüzcüyü, şiddeti evlilik içinde sürdürebilmesi için ödüllendiren, dini nikahla resmi nikahı eşitleyen ve sonuç olarak ağacı yaşken eğmeye çalışan sistem, kadına yönelik şiddeti hem üretiyor hem seyrediyor.

Kadınları ‘kutsal aile’nin bel veren kolonlarının taşıyıcısı olarak görevlendiren cinsiyet rejiminde bu cendereden çıkışın bireysel yolları da giderek kapanmakta. Şiddetin başlıca nedenleri arasında boşanmayı istemek, ilişkiyi reddetmek gibi nedenlerin olması boşuna değil. Kadının zincirlerini ören rejim, erkek cinsini de aslan terbiyecisi olarak atadı. Kadını hayatta kalmaktan başka derdi olmayan bir canlı haline getirmek için elinden geleni yaptı.

Ancak mesele kadınların bireysel kararlarının önünün kesilmesinden ibaret değil. Bu rol dağılımı kadınların kişisel yaşam öyküsünü iktidarın işleyiş biçimiyle ilişkilendiren genel şartın zorunlu sonucu. Normunu ve yasasını sömürü ilişkilerinin günübirlik ihtiyaçlarına göre belirleyen tek adam yönetimi altında müzakere edilemez temel haklarla tanımlanan ‘yurttaşlık’ gibi bir hukuk kavramı da olamayacaktır. Yasalar göz boyamak için orada dururken bile, onlara ulaşması zorlaştırılan kadınlara dayatılan pratik, yurttaştan bile sayılmadıkları bir statükoya zorla iliştirilmektir. Kadının bedeni ve ruhu, bu bakımdan bütün toplumun gidişatını da belirleyen işlem alanı.

Tek adam suretine bürünen kışkırtılmış erkeklik, kadının bedenine kendi yasasını yazıyor. Sürekli olarak aileye doğru itilen kadın her ailenin birbirinden farklı hukukuna, değişken ve yazılı olmayan vesayet ilişkilerine ve evdeki reisin sinirlerini kontrol yeteneksizliğine, sokaktaki adamın nefis terbiyesizliğine maruz kaldıkça kazanan, sadece suret değil suretin aslı oluyor bu nedenle.

Toplumdaki insanların birbiriyle, bir cinsin diğeriyle, halkın devletle ilişkisini düzenleyen kurallarla/yasalarla tanımlanan yurttaşlık hukukundan önce kadının sürülmesi bilinçli bir tercih oldu. Çocuk istismarına ve evliliklerine izin veren mütalaa ile erişkin kadınla çocuk arasındaki farkın ortadan kaldırılması bunun önemli bir adımıdır. Şimdi de kadının statüsünün her gün bir adım geriye çekildiği, münferit olanın genelleşme eğilimini gösterdiği bir yerdeyiz.

Geçtiğimiz günlerde sendikalaşma mücadelesi verdikleri için Malatya İl Emniyet Müdürlüğü tarafından babaları veya kocalarıyla birlikte ifade vermeye çağırılan kadınların durumu ibretliktir. Kadınları reşit bireyler olarak tanımayan, vasileri tarafından kulakları çekilince her şeyin yoluna gireceğini varsayan Emniyetin tutumu toplumsal inşanın da sonal hedefini gösteriyor.

Her boydan erkeğin inisiyatifine ve kontrolüne bırakılan kadın yurttaşlığı, güvensiz ve güvencesiz bir toplumsal hayatın kuruluşu ve pekiştirilmesi için politik olarak komuta edilen bir tatbikat ve savaş coğrafyasına dönüştü. Bu bakımdan en zayıfın daha güçlüye, onun da kendisinden güçlüye eklemlendiği itaatkar ve bağımlı fertlerden oluşan nüfuz siyasetinin başarısı kadınların direncinin kırılmasından geçiyor. Kadın itaatsizliğinin halli sermayenin emek üzerindeki kayıtsız koşulsuz, sınırsız tahakkümünün şartı.

Şimdi iktidar 22 yıllık pratiğinin sonuçlarının yeni bir anayasa ile derleyeceği bir eşikte. Fiilen mümkün görülen her şeyin yasal olarak da gerekçelendirileceğini öngörmek zor değil. “Önce binayı yıkın yasa arkadan gelsin” diyen eski içişleri bakanının ruhuna sur üfleyen İsrafil, Anayasa’nın kadınlarla ilgili hükmünü de önceden belirlemiş bulunuyor. Ancak kadınlar dövül dövüle, öldürüle öldürüle sürgün edildikleri haklarından, kendi kaderlerini tayin etme talebinden vazgeçmiş değiller. Fabrikalardan, meydanlardan, evlerden yükselen “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” çığlığına eklenen, hayata dair talepleriyle kadınlar da kendi yasalarını fiilen yazmaya devam ediyorlar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa