13 Ağustos 2023 04:10

Mazgirt yolunda bir akşam

Düzgün Baba ziyareti

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Paylaş

Ülkenin her yerini olduğu gibi Dersim’i de adeta esir alan sıcaklardan kaçmak için Munzur Festivali konserinden bir iki şarkı dinledikten sonra yola düştük. Mazgirt’in bir dağ köyüne gidiyorduk. Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, ben ve karı koca iki eski gazeteci arkadaş... Dört kişiydik otomobilde. Arkadaşların adlarını kendilerinden izin almadığım için yazmayacağım. Özgür Gündem’in ilk dönemlerinde İstanbul’da çalışmışlar. Bizimle akran Kürt basınından iki dostumuz bizi Dersim merkezden alarak birkaç yıldır yaşadıkları ve artık temelli yerleşmeyi düşündükleri köylerine götürdüler.

HOZAT'TAN DERSİM’E GİTMEK

Ben Hozat’tan gelmiştim Dersim Merkez’e. Munzur Festivali kapsamında Hozat Belediyesi tarafından düzenlenen madencilik ve çevre paneline katılmış, panel gecesi konserleri izlemiş, sabahında da Dersim’e gelmek için yola düşmüştüm. Dersim’e gelmek umduğumdan zahmetli oldu aslında. İlçeden Dersim merkeze giden tek araç saat 08’de kalkıyormuş ve benim bundan haberim yoktu. Saat 09.30 gibi Hozat Birlik yazıhanesine gittiğimde acı gerçeği öğrendim. Neyse ki yazıhanedeki görevlinin “Önce Pertek’e oradan da Elazığ’dan gelen araçlarla Dersim’e gidebilirsiniz” diye yol göstermesi ile yer kalmamış Elazığ minibüsünde, tabure üzerinde de olsa bir yer bulabildim kendime. 

Yarım saatlik bir yolculuğun ardından Pertek İskelesinde inip, Keban barajının karşısından gelen Çağdaş Turizm minibüsünü beklemeye başladım. O sırada iskele çevresindeki derme çatma çay, kahve, tost gibi yiyecek içecek satılan yerlerde bir çay içimi zaman bulabildim neyse ki. 15 dakika sonra geldi minibüsüm ve Dersim’e doğru, bu sefer boş koltuklardan birine kendimi atarak rahat bir yolculuk yaptım.

Sanat Sokağındaki söyleşiler arasında dostlarla içilen demli çaylar ve koyu sohbetlerde olmasa Dersim’in sıcakları cidden çekilmezdi. Geçen yıl da aynı zamanlarda Dersim’de idim. Yerden, binalardan, havadan insanın üstüne üstüne kusan aynı sıcaklar ve nemle iyice bunalmıştım. Bu nedenle belediye önünde kitap standında buluştuğumuz Fatih’in, İstanbul’dan tanıştığı gazeteci arkadaşının Mazgirt’teki köyüne gitme önerisini hiç düşünmeden kabul ettim. Şu cehennem sıcağı ve nemden kurtulalım da neresi olursa olsun havasındaydım açıkçası.

Akşam saat 21.00 gibi yola çıktık. Arkadaş 45 dakikası asfalt, geri kalanı toprak köy yolları olmak üzere 1.5 saatlik yolumuz olduğunu söyledi.

GECE KARANLIĞINDA BEKLENMEDİK KAZA

Düz yolda hızla giden otomobilimizin içinde eskilerden, bugünden, yarınlardan söz ederken yolun kenarından siyah bir hayvanın hızla koşarak aracımıza doğru ilerlediğini gördüm. Aracımızın hızı 90-100 km arasında değişiyordu ki aniden karanlık şarampolden çıkarak doğrudan aracın altına doğru yönelen hayvana vurmama olanağı yoktu ne yazık ki. Ne olduğunu anlamadığım siyah hayvanın otomobilin altına girmesi ile bir patırtı sesi geldi alt taraftan. Yolda trafik vardı ve aracın o hızla yolda durması ciddi bir kaza tehlikesi doğurabilirdi.

Arkadaşımız hızını azalttıktan sonra birkaç kilometre ileride, yolun solunda ışıkları yanan bir dükkanın önünde durdurdu aracı. Dükkanın ve cep telefonlarımızın ışıklarını da yakarak aracın önünü, altını kontrol ettik. Sol ön tarafta belli belirsiz bir iz dışında (ki arkadaşımız o izin önceden olmadığını söyledi) otomobilin altına giren hayvana dair bir belirti yoktu. Ne bir kan lekesi, ne aracın çarpması sonrası araç kaportasında oluşan bir göçme…

“Umarım araca vurduktan sonra geri tepmiştir, o zaman kurtulma şansı var” diye konuştuk aramızda. Tekrar hareket edip toprak köy yollarına döndüğümüzde olaydan epey etkilenen arkadaşımızı teskin etmeye çalıştık, “senin yapabileceğin bir şey yoktu. Hayvan doğrudan gelip araca çarptı” diye. “İlk kez bir hayvana vurdum” diyen arkadaşın sesinden üzüntü akıyordu…

AVRUPA’NIN YOLLARINDA NEDEN HAYVAN ÖLÜLERİ YOK?

Dersim’e gitmeden iki gün önce gelmiştim Avrupa seyahatinden. Eşim ve çocuklarımızla birlikte, kendi aracımızla, Sofya, Belgrad, Budapeşte ve Avusturya Attersee’de muhteşem bir dağ ve göl manzarası eşliğinde yapılan DİDF Gençlik kampında bir gece konaklamıştık. Son durak olarak gittiğimiz Almanya Dortmund’da üç gün kalıp 1 Ağustos’ta dönüşe geçmemizin en önemli sebebi idi aslında Hozat’taki söyleşi. Program netleşmiş, uçak biletleri alındıktan sonra karar vermiştik otomobille Almanya seyahatine. Bu nedenle çok dar bir zaman aralığına sıkışmıştı.

Gidiş geliş yaklaşık 6 bin kilometrelik yol boyunca dikkatimi çeken şeylerden birisi de yol kenarlarında hemen hemen hiç hayvan ölüsü olmaması idi. Bizim ülkemizin yolları adeta birer mezbaha gibi hayvan ölüleri ile dolu iken, sadece Bulgaristan’da, yol kenarından duran bir kedi ölüsü dışında hayvan cesedi görmedik.

Geçtiğimiz 5 ülkenin yolları bizdeki otobanlar kadar gösterişli ve çok şeritli olmasalar da gerekli önlemleri almışlar ve hayvanların yola çıkarak ölmelerini önlemişlerdi demek ki. Çok şey yapmaya gerek yoktu açıkçası, yolların 15-20 metre paraleline hayvanların geçişini önleyecek tel örgütler germek ve gerekli yerlerde habitatları bölünen hayvanların karşı tarafa geçişine olanak veren yaban yaşamı köprüleri kurmak yeterli olacaktı. Aksi takdirde, ülkemizdeki gibi, yüzlerce binlerce hayvan, yollardan karşıya geçmek isterken canından oluyor, kendi yaşamlarının yanı sıra araç kullanan insanların da yaşamlarına mal olabilecek kazalar meydana geliyordu. 

BİR SU BAŞINDA, CEVİZ AĞACININ ALTINDA...

Mazgirt'in o ıssız dağ köyüne gece yarısı ulaştık. Köyün bir saat kadar uzağındaki Düzgün Baba ziyaretgahının bulunduğu çıplak tepeden süzülüp gelerek küçük bir havuza dökülen suyun yanına, bir ceviz ağacının duldasına kuruldu masamız. Suyun sesini dinleyerek geç saatlere kadar oturduk, sohbet ettik. Tereyağlı biberi, çökelekli domates salatasına katıp yayla balı ve kaymağı rakımıza meze yaptık.

Sabah 05.30’da gözümüzü açtığımızda duyduğumuz horoz, inek, eşek sesleri bize köyde olduğumuzu müjdeliyordu.

Kahvaltıdan önce iki ineği ve danalarını yayılacakları meraya götürmek için ahırdan çıkaran arkadaşımız hala durgun, hala üzgün görünüyordu. Doğayı, hayvanları ve tüm canlıları bu kadar seven, özgürlüğe dair düşlerinin bedelini yıllarca mapus damlarında esaretle ödeyen birine bir canlıya zarar vermiş olma düşüncesi ağır geliyordu belli ki.

Fatih bir gün daha kalmak istedi köyde. Ben köyleri teker teker dolaşarak müşteri toplayan köy minibüsü ile tekrar Dersim merkeze doğru yola çıktım. Dönüş yolunda, dün akşamki kazanın izlerini aradı gözlerim. Ne yazık ki, muhtemelen bizim aracın altına girip sağ çıkamayan siyah bir kedi yolun kenarında boylu boyunca cansız yatıyordu!..

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa