25 Şubat 2023 04:15

Cehalet değil… Çürük ve çürüten bir birikim modeli

enkaz alanı

Fotoğraf: Elif Görgü/Evrensel

Paylaş

Bazı uzmanlar sözde “cahil” ve “aptal” halka ateş püskürüyorlar. İçlerinden en kızgınına göre, halk taşları, bitkileri bilse, neden sonuç ilişkilerini anlasa, başımıza bunlar gelmezmiş. O halde çözüm basit. Jeoloji derslerini zorunlu kılmak... Bir de, bilimi siyasetçilere basitleştirerek anlatan bir ara sınıf yaratmak.

Fakat... Herkes jeoloji bilse bile, bu binaların çoğu bu şekilde yapılacaktı muhtemelen. Bunlar bilmezlikten olmadı. Hatta bir adım ileri gidelim... “Benim istediğim dersleri alsalardı, aktarsalardı, böyle yapmazlardı” anlamına gelen cümleler sadece kibir değil bir nevi cehalet ifadesidir. İnsan davranışlarının karmaşıklığını ıskalayan bir zihniyetin ürünüdür. Elbette hiçbir uzman bütün bilim dallarına hakim olamaz. Ancak bilgelik, neyi bilmediğini de bilmektir.

O halde soralım: Devlet ve vatandaş, niye çürük yapılar inşa eder?

Türkiye’nin kalkınma modeli 1980’den beri ucuz inşaat üzerine kuruldu. Dünya Bankasının yeni hattının Türkiye yansıması olan 24 Ocak kararları, düşük ücret/yüksek kâr esasına dayanıyordu. 12 Eylül darbesi, bu anlayışın önünde duran odakları ortadan kaldırdı.

Açlık ücretlerine mahkum edilen emekçiler nasıl barınacaktı peki? Dünya Bankası bunun da çözümünü üretmişti. Otoriteler, on yıllardır yer yer görmezden geldikleri, yer yer savaştıkları gecekondulaşmayı alabildiğince kışkırtacaktı artık.

Küresel “ortak akıl,” kırsal göçmenin dinamizmini, piyasanın parçası haline getirdi. Dünya Bankasının etkisi altında, devlet ve düzen partileri gecekondu sakinlerini müteahhitleştirdi. 1980 öncesinin tek katlı gecekondularının yerini, dört katlı apartkondular aldı. Bu binaların bir katını mesken olarak kullanan aileler, diğer katları da kiralamaya başladı. Emekçilerin bir çoğu artık aynı zamanda rantiye oldu. Birçoğu da bu oyunun ya dışında bırakıldı, ya köşesinden tutundu.

Bu oyun 1999’a kadar sürdü. Apartkondu kalitesindeki yapıların sürdürülemez olduğunu gösteren Gölcük depremi, kâr ve ranta değil insana ve hayata değer veren bir büyüme modelinin önünü açabilirdi. Fakat tam tersine, betonu daha da putlaştıran bir yola girildi. Önceki yirmi yılın dizginsiz para düşkünlüğüne bir de yeni rejim partisinin kendi zenginlerini yaratma gayretkeşliği eklendi. Özalcı düzende biraz alt-orta kesimlere de dağıtılan kent rantı, tepedeki bir avuç sermayedarın elinde tekelleştirildi. Apartkondu inşası yavaşladı ama, en az apartkondular kadar çürük gökdelenler ve rezidanslar Türkiye’yi işgal etmeye başladı.

İyi de... 2000’lerde iyice sendikasızlaştırılan emekçiler, bu yeni Türkiye’de nasıl tepelerine bir çatı konduracaktı? Dünya Bankası bunun da çaresini buldu. Türkiye’ye Derviş planıyla gelen yeni birikim modeli, en yoksulundan en orta hallisine tüm halkı borca özendirdi.

O rezidans görünümündeki mezarların içine içine ittiler insanları. Hem de geleceklerini ipotek altına alarak.

Bu açgözlülük, ne deprem korkusu, ne çevre kaygısı dinledi. Ormanlar bile isteye yok edildi. Dere yatakları ve fay hatları gibi riskli noktalara göz göre göre evler, havaalanları inşa edildi.

Birçok uzman ve aktivist her dönemeçte uyardı. Bu uyarıların dikkate alınmaması, otoritelerin ya da halkın (Kızgın uzmanımızın ifadesini kullanacak olursak) “Türkiye’deki fayların dağılımını”  bilmemesinden değil. Kâr ve rant hırsından. Kısmen de çaresizlikten.

Durumumuzu temelden değiştirecek olan adım da her şeyden soyutlanmış şekilde jeoloji bilgimizi geliştirmek değil... Doğal bilimlerin zengin birikimini, kâr değil “insan ve doğa” odaklı bir varoluşun parçası haline getirmek. Bu da sadece zorunlu derslerle olmaz.

Dünya Bankası, 12 Eylülcüler ve düzen partileri... Bu üç odak, zorla arzuyu birleştirip, her yıkımdan daha güçlü çıkan bir beton düzeni kurdu... Bilimi de mühendisliği de bunun uzantısı haline getirmek için tüm imkanları seferber etti... Bu çürümenin karşısında duranlar, doğal bilimlerin doğrularını tekrarlamakla yetinemezler. Yetinirlerse... 6 Şubat yıkımını yaratan davranışların, yüksek yüksek koltuklardan kasten özendirildiğini, planlandığını, teşvik edildiğini, hatta örgütlendiğini es geçip, bunu halkın sözde “cehaletine” ve “aptallığına” yorarlarsa... “Liyakatsiz” AKP’ye çatıp, onun yerine geçecek “liyakatli” düzen ve beton partilerinin zeminini hazırlamış olurlar.

Bu cehennemden tek çıkış yolu var. İnsana ve doğaya dayanan bir ekonomi kurmak... Geniş kesimleri, bu model etrafında kenetlemek... Doğal ve toplumsal bilimleri birbirinden soyutlayacağımıza, harmanlamak... Ve ikisini de doğa-halk kenetlenmesinin merkezine, kâr ve rant hırsının karşısına koymak.

İnsanlara sürekli “aptal” diyeceğinize, biraz anlamaya çalışın. Değişim oradan başlar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...