05 Şubat 2023 04:50

Kimselerin vakti yok durup editörlük yapmaya

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Kulis haberciliği doğrudan açıklanmayan bazı bilgilerin gazetecilerin kulağına fısıldanması demek. Adını milletvekillerinin gazetecilerle buluşup sohbet edebildiği Meclis kulislerinden alıyor. Güzel bir terim çünkü bir taraftan gazetecilerle kaynakları arasında kurulan güven ilişkisini simgeliyor ancak mesafe korunamazsa bu sefer gazeteciyle okuyucu arasındaki güven sarsılıyor. İktidardan haber almak zorlaştığından beri, yani en azından son 15 yıldır, kulis haberciliği de başka bir şekil aldı. Kararların tek elde toplandığı, Meclis’in önemini yitirdiği bir dönemde kulis haberciliği altında gazetecileri ve de dolayısıyla toplumu manipüle etmeye çalışanlar da çoğaldı.

Halen parlamento muhabirliğinin hakkını veren gazeteciler var. Saray’dan doğrudan bilgi alamıyor olsalar da iktidar partisi ve onun ortağı partinin milletvekillerine ulaşabiliyor, eğilimleri hakkında fikir verebiliyorlar. Çalıştıkları medya açısından prestij kaynağı bu haberler; çoğunlukla da diğer mecralar tarafından doğrudan alıntılanıyorlar. Bazen kaynak gösterilerek bazen de hiç adları anılmadan. Bir okur olarak şahsen Nergis Demirkaya’nın, Ayşe Sayın’ın, Yıldız Yazıcıoğlu’nun, Özlem Akarsu Çelik’in, Sultan Özer’in, Birkan Bulut’un, Duygu Güvenç’in, Tamer Arda Erşin’in, Sibel Hürtaş’ın, Altan Sancar’ın (isimlerini atladıklarım varsa özür dilerim) yazdıklarına güvenirim. Çünkü kulis haberciliğinin olmazsa olmazı, yalnızca duyduklarını aktarmadıklarına, doğrulatma çabasına giriştiklerine, daha da önemlisi deneyimleri nedeniyle manipülasyon girişimlerinin kokusunu alabildiklerine inanırım. Yalnızca kişilere özgü değil, hiçbir gazeteciye kefil olamayız elbette ama bu isimlerin siyasetçilerin kimi zaman tepkisini çekseler de yazdıklarının doğrudan yalanlandığı örneklere pek rastlamayız. Parlamento muhabirlerine ilişkin en bilindik eleştiri zaman zaman siyasetçilerle girdikleri yakın ilişkiler. Ancak mesafeyi okurun/izleyicinin dahi fark edeceği kadar kaybedenler eskiden beri ya İstanbul’a transfer oluyor ya da siyasete.

Kulis haberciliği tarzı bugün bürokrasiye, yargıya dair haberlerde sızıntılarla besleniyor. “İddialara göre”, “ortaya atıldı”, “Saray’a yakın bir ismin bana aktardığına göre”, “isminin açıklanmasını istemeyen çok önemli bir şahsiyetin bana aktardığına göre”, “şöyle bir şey duydum”, “deniliyor ki”… Hepsi tanıdık geliyordur eminim.  Gazetecilerin kaynağını açıklamak gibi bir zorunluluğu yok. Neyse ki bu hakkın doğrudan ihlal edildiği çok fazla bir örneğimiz de yok. Ama bu kural, herkesin her duyduğunu aktarması anlamına gelmiyor. Öyle ki, çok önemli bir bilgiye ulaştığını söyleyen bir gazetecinin dedikleri doğru çıkmadığı halde, sonraki hafta, başka bir kaynaktan duyduğu tam tersi bir bilgiyi aktarabiliyor. “E geçen hafta öyle demiyordun?” diyen yok. Bazı gazeteciler sonsuz bir özgüvenle her şeyi duyduğunu, bildiğini iddia edebiliyor. Okura da ‘acaba bunu o gazeteciye söyleten kim’ sorusuna cevap bulmak kalıyor. Çok yorucu bir mesai, üstelik her okur da siyaseti, etrafında olan biteni aynı ilgiyle takip etmiyor.

Her meslekte olduğu gibi gazeteciler ve köşe yazarları arasında da işini kişisel çıkarlarına alet edenler, geçmişte de vardı, bugün de var. Esas tartışılması gereken gazetecilerden öte mecranın bununla ilgili nasıl önlemler aldığı. Günümüz koşullarında ilişki ağı kuvvetli isimler popüler oluyor, çünkü şu ara her yerden herkese bilgi yağıyor. Yıllarını örneğin bir siyasi hareketi tanımaya vermiş olanlar; bir örgütün çalışma koşullarını iyi bilenlerse geride kalıyor. Reyting ya da tıklanma kaygısı hepsinin önüne geçiyor. Bunun bir nedeni de editörlüğün haber merkezlerinden dışlanması. Eskiden muhabirlik küçümsenir, editörlükten önceki aşama olduğu düşünülürdü. İnternetle yaşanan dönüşümün sonuçlarından biri de editörlüğün siteye haber girmek ve akışı sağlamaktan ibaret hale gelmesi. Hız, zaman, tıklanma, reyting baskısı altında çalışanların eskiden bildiğimiz türde bir editörlük yapmasına imkân yok. Bu durumun muhabirlerin hakkının teslim edilmesi açısından olumlu sonuçları var ancak diğer taraftan muhabir hataları daha da görünür hale geldi. Gazetecilik yaptığım dönemde çok iyi editörlerle çalışma şansım olmuştu. ‘Bu niye böyle’, ‘bunu niye sormadın’, ‘burası eksik’ sorularıyla muhatap olmamak önemliydi. Tarih ya da isim hatası yaptıysan dalga konusu olurdu. Şimdi bir haberi üç farklı yerden okurken aynı kişinin üç farklı isimle yazıldığını görüyorum bazen, imla hatalarını, yazım hatalarını saymıyorum bile… Üstelik o editörler yalnızca haberleri değil, köşe yazılarını da aynı titizlikle okurdu. Çünkü editörler de muhabirlik deneyiminden geldikleri için yazarın niyetini sezebilirlerdi. Eskiyi övmüyorum, hatta bazı editörlerin patronun çıkarını düşünüp haber-yazı sansürleyebildikleri bir düzen söz konusuydu. Ancak eski Hürriyet’te bile, bir köşe yazısının iddiaları ertesi gün yazarını “haysiyete davet ederek” yalanlanıyorsa bu bir utanç vesilesiydi. Şimdi pişkinlikle geçiştiriliyor.

En önemli sorun maddi koşullar. Her mecra üç kuruşa çalışan üç-beş kişinin emeğiyle çıkıyor ancak editörlüğe zaman, para harcamayan haber merkezleri de kendilerini büyük riske atıyor. Zaman zaman siyaset içinde birbirine yazılan mektupların aracısı oluyor. Okurun kafası karışıyor, en nihayetinde de medyaya güveni sarsılıyor. Gülten Akın diyor ya “… kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya…”, işte bir haber merkezinin, yazı işlerinin esas başarısı o ince şeyleri gören, anlayan, adları çoğu kez bilinmeyen, editörlerin çabasında, titizliğinde gizli.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...