04 Şubat 2023 04:34

‘Oyunuz boşa gitmesin’ aldatmacası

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Türkiye fevkalade yaşamsal bir seçime giderken şimdilik tüm kurumlara hakim olmaya yeltenmiş olan iktidar, bu kez de tüm ulusa haklim olma mücadelesine girişmiş vaziyettedir. Giderayak, benden sonra tufan misali, çeşitli vaatler, vergi, maaş gibi ambardaki tüm silahları sahaya süren iktidar, siyaset psikologlarının vereceği muhtemel akılla, bu kez de seçmenin oy tercihlerini yönetmeye kalkacaktır. Şöyle ki, seçime yakın zamanlarda psikolojik baskıyla halka oyların ziyan olmaması gibi tavsiyelerde bulunup, oy ambarını genişletmeye yeltenecektir. Bugün siz değerli okuyucularla her seçimden önce gündeme gelen, “Oylarımız ziyan olmasın” konusunu tartışmak istiyorum.

Çok partili seçimlerde, maalesef işin mantıksal doğası gereği büyük partiler daima avantajlıdır. Büyük partiler önceki dönemlerde sağladıkları yararlı hizmetlerden dolayı fazla oy almış olduklarından büyük parti olarak seçim platformuna çıkarken, eski seçmenlerini çantada keklik olarak görürler. Muhtemelen ondan dolayıdır ki, seçimlerde partilerin oy hesabı yapılırken, büyük partinin kaç oy alacağı şeklinde değil de, partiden kaç kişinin kopacağı şeklinde mantık yürütülür. Bu durum geçmiş dönemden büyük parti olarak gelen siyasi kadro için hem avantaj, hem de siyasilerin günahı kadar ürperecekleri dezavantaj olabilir. İşte bu noktada seçmenlerin duygularıyla mı, yoksa aklın ve mantığın gösterdiği yolla mı davranacağı meselesi öne çıkar.

Seçime büyük parti olarak giren bir siyasi kadro, aynı zamanda uzun süre iktidarda kalmış bir kadro ise, bu sürede yaşananlar seçmene akılcı davranmak için fevkalade güçlü göstergeler sunuyor demektir. Bu bağlamda en önemli gösterge ekonomi ve gelir dağılımıdır. Toplumun giderek ufalan kesiminin zenginleşmesine karşın, giderek büyüyen kesimlerin yoksulluğa doğru itilmesi ne bir doğa olayıdır, ne de kutsal inançlarla açıklanabilecek takdirdir. Yaşananlar siyasi kadronun yönetsel ve yasal kararlarında tercihini sermaye kesiminden, yani güçlüden yana koymasının sonucudur. Bu durumda, ilkin akla gelen tercih yansımaları, varsıl kesimin tercihinin iktidar yönünde, yoksullaşan kesimin tercihinin ise iktidarın aleyhinde şeklinde olabilir. İlk bakışta bunda bir yanlış yoktur, diye düşünülebilir. Oysa iktidar yoluyla zenginleşenlerin böyle düşünmelerinde büyük bir hata payı gizlidir. Şöyle ki, siyasete dayalı ekonomik süreçlerle zenginleşen kesimin de düşünmesi gerekenler arasında gelecekte yaşanacak muhtemel riskler, olası ekonomik krizler ve sıkıntılar yer alır. İktisat teorisi açıkça göstermektedir ki, nasıl her kriz sonrası bir çöküş dönemi yaşanıyorsa, aynı şekilde her yükseliş dönemini izleyen dönemlerde de bir çöküş mukadderdir. Her iktidar, palazlandırdığı sermaye kesimini doğal ortak olarak algılar, bunun kabul edilmediği durumda ise, bir eli ile verdiğinin diğer eli ile almasını doğal telakki eder.

Bu genel açıklamanın geçerliliğini bir tarafa bırakıp, gerçek yaşama dönüp meseleyi Türkiye koşulunda merceğin altına koyarsak manzaranın vahim olduğunu anlarız. Son üç yılda yaklaşık yüzde 55 dolayında büyümüş olan genel ekonomide emekçiler erimiş, sermaye kesimi ise varsıllaşmıştır. Aynı dönemde emekçiler ancak yüzde 20 dolayında büyürken, sermaye kesimi yüzde 70 dolayında büyümüştür. Bunun anlamı şudur ki, emek kesimi büyümüş görüntüsü altında aslında sermaye kesimi karşısında küçülmüş ve yoksullaşmıştır. Bu çarpık tablonun varsıl sermaye kesimi için anlamı şudur ki, toplumun büyük bir kesimi böylesi erimeye mahkum edilmişse, toplumun siyaset yapısı demokratik nitelikten uzaklaşıyor, şimdilik emek kesimi aleyhine, ileride de sermaye kesimi aleyhine derin bir diktatörlüğe doğru yol alıyor demektir.

Bu süreçteki çelişki emek kesimi açısından değil, sermaye kesimi açısından fevkalde önemlidir. Zira diktatörlükte en büyük zararı, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan yoksul kesim değil, varsıl kesim görür. Şöyle ki, devlet hazinesine ve o arada ceplerini doldurmaya uzanan bazıları da sermayeye el koyarak, şimdiki geçerli ifadesiyle “çökerek” kamulaştırma görüntüsünde servet kaydırmaları yapabilirler. Böylesi keyfi çöküşlerin önlenmesinde burjuva demokrasisinin temel dayanağı olan orta direğin önemi o denli büyüktür ki, özendiğimiz burjuva demokrasisinin orta direğin varlığı sayesinde ayakta kalabildiğini hiç unutmayalım. Varsıl kesim, özellikle de ülkemizde yaşanan bazı hukuksal görüntülü oluşumlara bir göz atarsa, ilerisi için önemli olanın zenginlik mi, yoksa güvenlik mi olduğunu net olarak anlar ve görebilir. Ne diyeyim ki, varsıl vatandaşlarımız da oy kaybının ne demek olduğunu umarım ileride fazla zarar görmeden idrak edebilir. Şu gerçeği de hatırda tutmakta yarar vardır: Tam diktatörlüğe geçilmemiş durumlarda ilerisi için tehlike sezenlerin parti değişikliği olasılığı tam diktatörlük dönemlerinde yoktur, çünkü devlet yapılanması koyu nitelikli tek parti devletine dönüştürülmüş olabilir.

Meselenin orta ve düşük gelirli vatandaşlar, özellikle de emekçiler cephesine döndüğümüzde ilk bakışta işin daha kolay olduğu düşünülebilir, fakat durum hiç de öyle değildir. Medyada yayımlanan yazılara ve röportajlara baktığımızda giderek ezilen kesimlerin kendilerine zulüm edenleri Allah’a havale etmekten başka çareleri olmadığını düşündüklerini görmekteyiz. Bu düşünceleri kutsal inançla bağdaştıran siyasiler de, siyasilerle çıkar birliği içinde halkı uyutmakla görevli dinciler de, laik anlayışla çok büyük bir hata, kutsal anlayışla ise çok büyük bir günah içindedirler. Çünkü aklı olan her kişi önce kendisine bahşedilen bu muazzam hazineyi çalıştırmak ve onu kimseye teslim etmemekle sorumludur. Emekçi dostlarım, lütfen şöyle bir düşünelim, ekonomi yüzde 55 dolayında büyürken niye acaba emekçi yüzde 21 oranında, sermaye ise yüzde 70 oranında büyümüştür? Emekçi dostlarım bunun anlamı, bu zaman içinde sermaye sadece büyüyen ekonomiden pay almamış, aynı zamanda emeğe gitmesi gereken bölümden de pay almış demektir. Diğer bir deyişle, sermaye son üç yılda emek üzerinde geçmişten de daha büyük bir baskı kurmuş, emeğin hakkına tecavüz etmiştir. Örneğin, son ekonomi politikaları ile ihracatın arttığı ve ülkeye döviz geliri sağlandığı ifade edilmektedir. Peki, ihraç edilen ürünleri kimler üretti, ihraç ürünlerinin asıl yaratıcıları bu gelirden pay aldı mı? Rakamlar öyle gösteremiyor, tam tersi, ihraç ürünlerini pandemiye ve her türlü riske karşı direnerek üreten emekçiler erimiş, sermaye ise palazlanmıştır. Durum bu ise, ücret politikası ya da vergi mevzuatı kimin lehine kimin aleyhine yapılmaktadır; siyasi kadro kime çalışmaktadır, kimin siyasi temsilcisidir?   

Durum bu ise, gönlümüz çelinerek, oyum kaybolmasın aldatmacası ile verdiğimiz oylar bize mi, yoksa sermayeye mi hizmet etmiş olmaktadır? Peki, bize daha fazla değer ve hizmet vermeye aday partiler ufak olduklarından, oylarınız ziyan olmasın diye büyük partiye verdiğimiz oylarımız sizce lehimize mi, yoksa aleyhimize midir? Bu soruyu bir sermaye kesiminden, bir de kendi açımızdan lütfen sakin kafa ile değerlendirelim. Bu sürecin böylesi sürgit devamının anlamı şudur ki, sermaye emeğin sadece ekmeğine göz dikmekle kalmıyor, emekçinin ekmeğinden giderek daha büyük lokmalar koparabilmek için emekçilerin siyasi tercihlerinde de göz dikmektedir.

Alfabedeki “Uyu Kaya, uyu” alıştırmasını, lütfen “Uyan ve artık kalk Kaya” söylemine dönüştürelim!   

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa