10 Aralık 2022 04:52

Tarikat ve cemaatlerin Türkiye’si değil laik ve demokratik Türkiye!

Camiide namaz kılan çocuk

fotoğraf: Pixabay

Paylaş

İsmailağa Cemaatinin önde gelen simalarından olduğu belirtilen, cemaatin vakfı olan Hiranur Vakfının da başında bulunan Yusuf Ziya Gümüşel’in, 6 yaşındaki kızı H.G.K’yi, 29 yaşındaki kapı komşusu ve müridi olan Kadir İstekli ile evlendirmesi, İstekli’nin altı yaşından itibaren anne ve babanın da bilgisi dahilinde çocuğu istismar etmesinin; H.K.G’nin 2020’de savcılığa başvurması ve iğrenç skandalın Gazeteci Timur Soykan’ın Birgün gazetesi ve Halk TV’de haber yapmasıyla orta çıkmasıyla başlayan tepkiler giderek genişliyor.

Savcılığın istismarı ayrıntılı bir biçimde ortaya koyan iddianamesinin önceki gün mahkeme tarafından kabul edildiği, ilk duruşmanın 22 Mayıs 2023’te yapılacağı açıklamasına karşın bu iğrenç skandalın baş sorumlusu olan H.K.G’nin anne ve babası ile istismarcı Kadir İstekli ve bu iğrenç olayla bağlantısı olan kişilerden tutuklanan kimse yok!

Çeşitli siyasi partilerden de skandalı lanetleyen açıklamalar yapılıyor ama öte yandan haberi yapan Timur Soykan’ı, Halk TV’yi, Birgün’ü hedefe koyan; skandala tepki gösterenlerin İslam’a iftira ettiklerini, İslam düşmanlığı yaptıklarını iddia eden siyasetten cemaat ve tarikatlara sözcülerine uzanan bir karşı cephe de oluşturuluyor.

‘MÜNFERİT’TEN ‘İSLAM DÜŞMANLIĞI YAPILIYOR’A REZALETİ SAVUNMA HATTI!

Medya ve sosyal medyada bu rezaleti açıkça savunanlar gibi siyasette de tarikat ve cemaatleri koruyup kollayan siyasetçiler, H.K.G’nin ve anne ve babasının bilgisi dahilinde tecavüze uğramasını lanetleyen açıklamalarından sonra “ama”, “fakat” diyerek cemaat ve tarikatların ve vakıflarının arkasında yer alıyorlar. “Çünkü” diyorlar “olay iğrenç ama münferit”, “tarikatlara, cemaatlere, vakıflara, İslam’a saldırıya dönüştürülmesi doğru değil” diyerek tarikat ve cemaatleri korumaya alıyorlar.

Rezaletin üstünden beş gün geçtikten sonra ağzını açan (açmak zorunda kalan) Diyanet İşleri Başkanlığı da yaptığı açıklamada, “Çocuk haklarının korunması dini, hukuki ve insani bir sorumluluktur” dedikten sonra “Ancak konunun yüce dinimiz İslam ile bağdaştırılarak Müslümanların itham edildiği bir sürece dönüştürülmesi son derece rahatsız edicidir” diyerek tarikat ve cemaatlere koruma barikatının önünde yer alıyor.

Sanki hedefe konan İslam’mış gibi!

“Münferit”lik sorununa gelince: Ensar Vakfının kimi başka tarikatların yurtlarında da Diyanet’in Kur’an kurslarında son yıllarda ortaya çıkan erkek çocuklara taciz ve tecavüzlerin, sadece ortaya çıkanların bile sıklığına bakıldığında çocuk tacizlerinin “münferit”liği çok aşan bir sıklıkta olduğu görülmektedir.

Öte yandan önceki gün Halk TV’ye çıkan tanımış ilahiyatçı Cemil Kılıç; İmam Hatip okullarında okutulan “Fıkıh” ve İlahiyat Fakültelerindeki “İslam Hukuku” derslerinin çocuk yaştaki evliliklere cevaz veren pek çok hükmün İslam hukuku olarak okutulduğunu belirtti. Osmanlı’da kız çocuklarının evlenme yaşının resmi olarak 9 olduğuna da dikkat çeken Kılıç Hoca, Türkiye’deki resmi “İslam Hukuku” eğitimdeki müktesebatın IŞİD’in medreselerinde okutulan İslam hukuku müktesebatıyla küçük farklılıklarla aynı olduğunu da sözlerine ekledi.

SORUN SADECE TARİKAT VE CEMAATLER Mİ YOKSA SİYASETİN DİNİLEŞTİRİLMESİ Mİ?

Dolayısıyla böyle bir İslam yorumunun resmi eğitimde bile egemen olduğu koşullarda H.K.G’nin başına gelelerin münferit olması elbette ki aşırı iyimserlik olur. Tersine resmi eğitime göre daha da radikal bir İslam yorumuna sahip tarikat ve cemaatlerin çocuk yaştaki evliliklere verilen icazeti “münferit” düzeyde tutmaları beklenemez. Bu yüzden de Hiranur Vakfının başındaki Gümüşel’in kendi kızını altı yaşında “evlendirmesi”nin tüm cemaat için bir mesaj olduğu da tartışılmazdır. Ama uyabildikleri, aile içinde ya da dışından gelebilecek tepkileri aşabildikleri ölçüde!

Gerek son ortaya çıkan H.K.G’nin başına gelenler gerekse daha önce tarikat yurtları etrafında ortaya çıkan skandallarla birlikte cemaat ve tarikatlarla onların kurudukları vakıflar da gündeme geldi. Bu skandalları hedef alan tepkiler de tarikatları, cemaatleri ve kurdukları vakıfları da hedefe koymuş oldu. Ama sorun cemaat ve tarikatların varlığına indirgenirse, asıl olarak cemaat ve tarikatların marjinal birer inanç çevresi olmaktan çıkıp; özel hastane, özel okul-dershane ve üniversite zincirleri kuran, lüks otel zincirleri, hipermarket zincirleri… sahibi olmaları arkalarındaki sağcı partilerin siyaseti dinileştirme tutumlarının olduğu gerçeği görmeden anlaşılmazdır.

SİYASETİN DİNİLEŞMESİ TOPLUMSAL YAŞAMI DA BASKILIYOR

Sağ partilerin (12 Eylül darbesi de) iktidara gelmesinde olduğu gibi onların iktidarlarıyla “sembiyoz” bir ilişkiye girerek güçlenen tarikat ve cemaatler AKP iktidarıyla birlikte bakanlıkları, hatta emniyeti, jandarmayı, TSK’yı paylaşacak kadar güçlendirilmişlerdir.

Bu iç içelik “siyaset-tarikat-ticaret” denklemi olarak popülerleştirilmektedir. Ki, bu denklem karşı karşıya olduğumuz sorunun bir tarikat-cemaat sorunu olmaktan öte bir siyaset sorunuyla, siyasetin dinileştirilmiş olması, dinin de siyasileştirilmiş olması sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Kısacası yasal olarak yasak olan tarikatların böyle “meşruiyet” kazanmış olmasının arkasında siyasetin tarikatları bir özne haline getiren siyasetin dinileştirilmesi tutumu vardır.

Bu yüzden de sorun çözümünün başlangıç noktası devletin gerçekten laik bir çizgiye çekilmesi, dinin devletin devletin de dinin alanına müdahale etmeyen bir çizgiye çekilmesidir.

Tarikatların ve cemaatlerin Türkiye’si olmaktan kurtulmanın tek yolu laik ve demokratik Türkiye mücadelesinden geçmektedir.

Bu talebin son yıllarda daha çok öne çıkmasının nedeni de bu geniş yığınlar tarafından tek adam yönetiminin siyaseti dinileştirmesine paralel olarak toplumsal yaşamın da dini akitlerle baskı altına alınmasının daha çok hissedilmeye başlamış olmasıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...