03 Aralık 2022 04:23

Anayasayı kim yapar?

Fotoğraf: Volkan Furuncu/AA

Paylaş

Siyasetin her iki cephesi de anayasa yapma yarışında olarak kendi anayasalarını ortaya koymaya çalışmaktalar. Doğru söylemek gerekirse her iki anayasayı da bizzat incelemiş değilim. Metinler elimde olsa da inceleme gereği duymam ya da incelemeyi şu gözle yaparım: acaba hangi maddeyi ileride iktidara gelirsek nasıl kullanırız ya da iktidarı kaybetmemek için acaba toplumu veya muhalifleri ters köşeye nasıl yatırırız şeklinde düşünmüşlerdir. Böyle düşünmemin mantığında şu var: niçin taraflar bir anayasa yapımı için kurucu meclis oluşturma önerisi getirmiyorlar da, metin olarak anayasa yapımına girişiyorlar? Bu durum bana, futbol sahasında top koşturanların oyuna bir süre ara verip, oyun kurallarını koyma gayretleri gibi geliyor. Böyle bir girişimin akılla açıklanacak bir yanı yoktur, olamaz da.

Anayasa, sözcük anlamı ile temel yasa olarak tanımlanabilir, fakat bence anayasa olgusu ve kavramının bu tanımdan çok daha öte farklı bir arka planı ve anlamı vardır, çünkü anayasa bir yasa olmanın çok ötesinde bir tür birlikte yaşama kurallar dizisidir. Hal böyle iken, her gün TV ekranlarında birbirlerine, özellikle de bir tarafın diğer tarafa sokak kavgasında dahi ağıza alınmayacak laflar ederken, nasıl olur da birlikte yaşamanın kurallarını koyabilirler. Ondan dolayıdır ki, anayasa denen metin var olan ve/veya sahaya çıkacak siyasiler tarafından değil, çok yönlü, farklı gruplardan oluşan ve siyasete girme amacını taşımayan bir seferlik görevlendirilen bir kadro tarafından yapılması gerekir.

Anayasa yaşam süresi uzun olan, hem toplumun tüm tarafları arasında uzlaşma sağlayıcı, hem de toplumun uzun dönemde refah ve mutluluğuna yol açacak politika haritasını ortaya koyucu bir metin olmalıdır. Kısacası, anayasa yatay olarak halkların üzerinde uzlaşacağı yönetim biçimini tanımlayacağı gibi, dikey olarak da küresel ve ülkesel koşullarda uygulanacak ekonomi ve siyaset çizgisinin ana hatlarını belirleyici bir tür uzun erimli programdır.

Siyasi ve yönetsel yapılanmada özellikle Türkiye gibi sosyal yapısı bir tür ebru görüntüsündeki toplumlarda devlet tanımı ve idari yapılanmanın oturtulması çok geniş ve teorik tartışmalara ve halkın rızasının alınabilmesi için de taraflar arasında derin diyaloğa ihtiyaç vardır. Bu durumda, toplumsal uzlaşma metni kapalı kapılar arkasında ya da belki de belirli grupların ileri gelen akıl hocalarının telkini ile oluşturulabilecek bir yapı olamaz. AKP’nin hangi çevreden aldığı akılla toplumu kutuplaştırarak iktidarda kalma çabalarının oluşturduğu olumsuz sonuç, neoliberalizmin alt-kimlikleri öne çıkarması ile yaşanan toplumsal çatışmalara farklı bir boyut, çatışma ve çatlama getirmiştir. Tasarlanacak anayasa sosyal ebruda daha da şekillenen ve farklılaşan toplumsal yapıya da deva olma iddiasında olması gerekir ki, her iki tarafın da anayasasında böyle bir endişenin olabileceği kanaati taşımamaktayım. Zaten böylesi kısa sürede ve herhangi bir yaygın halk müzakere süreci yaşanmadan yapılan taslakların bu açılardan elle tutulur bir yanı olabilir diye düşünemiyorum.

Türkiye 1961 Anayasası doğrultusunda beşer yıllık programlar dönemine girmiş idi. Kısa adı ile PPBS olarak bilinen, planlama, programlama ve bütçeleme sistemi çok iyi niyetle yapılmış olmasına rağmen maalesef bazı nedenlerden dolayı üçüncü plan döneminden sonra neredeyse rafa kaldırıldı ve ekonominin gelişmesinde fazla etkili olamadı. Söz konusu program aslında koruyucu ve ithal ikameci politikalarla birlikte uygulandı. Tartışılıyor olmakla beraber, o dönemlerde atlanmış olan iki konu istenen sonucun sağlanmasında ciddi engel oluşturdu. Bunlardan birincisi ithal ikameci korumacı politikaların, ekonomi rekabete açıldıkça gevşetilebilecek şekilde esnek kurulmaması, ikincisi ise, birinci nedeni desteklercesine, dış sermayenin ülke üzerinde montaj emperyalizmi kurması ve bunu desteklercesine iç sermayenin dış rekabete kapatılan ekonomide ikinci sınıf sermaye yapılanmasına yönelmesi olmuştur. Kısacası şunu söylemek istiyorum ki, özellikle Türkiye gibi çevresel konumlu bir ekonomide bir yandan dış sermayenin emperyalist baskısı, diğer yandan da iç sermayenin devlet desteği ve koruması altında ikinci sınıf yapılanma ile büyüme arzusu ülkeye uzun vadede bir şey katamayacağı gibi, tam tersi büyük hayal kırıklığına neden olur.

Görülüyor ki, bir yanda içte sosyal farklılıklar ve yetersiz sermaye birikimi, diğer yanda verimsiz çalışan ve bundan dolayı da göçmen emekçileri sömürmekten çekinmeyen bir ekonomik yapılanmaya bir tür kalkınma planı uygulanması gerekmektedir. Böylesi yetersiz ekonomik yapılanma nedeniyle neoliberal ideolojinin yüzeye çıkardığı alt-kimliklerle savrulan bir toplumda plan ve/veya anayasa yapmak algılandığı kadar basit değildir. Yeni anayasada temel mesele parlamento ya da diğer kamu dairelerinin düzgün kurulmasını aşan çok derin sosyal ve yapısal sorunlar çözüm bekliyor olacaktır.

Bu durum karşısında, her iki anayasa girişimcilerine de teşekkür ve saygımızı sunarak, böylesi bir cehalete girmemelerini önermemiz gerekir. Türkiye’nin sorunu salt bir yönetim ya da ekonomik meseleden ibaret değildir. Günümüzün neoliberal çılgınlıklarının kol gezdiği dünyada çok farklı ve çok yönlü, emperyalistlerin etkisini de, komşularımızın etkilerini de gündeme alan ve uzun süre dayanıklılığı olabilecek bir toplumsal anlaşma veya uzlaşma metni oluşturulmalıdır. Bu iş siyasi partileri aşan, ancak çok farklı çevrelerden oluşturulan bir tür Kurucu Meclis tarafından yapılabilecek uzun soluklu bir girişim gibi geliyor bana.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...