23 Kasım 2022 04:33

Siyasette zorun rolü

İstiklal Caddesi'ndeki bombalı saldırının ardından saldırının gerçekleştiği alana gelen ve karanfil bırakan yurttaşlar.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Bu köşede daha önce yaptığım tespitleri tekrarlamak yerine güncel siyaseti farklı açılardan değerlendirmeyi mümkün kılacak yeni tarihsel, kuramsal incelemeleri ve klasikleşmiş metinleri değerlendirmeye çalışıyorum. Bu hafta eski tespitleri güncellemeyi gerektiren gelişmelerle karşı karşıyayız. Dolayısıyla köşenin konusu güncel siyaseti meşgul eden iki acil başlıkla ilgili: Şiddet ve rejim.

Uzmanlık alanım olan uluslararası disiplinindeki ana akım yaklaşımların aksine bu köşede savunduğum temel tez dış politika ve iç politikanın birbirinden ayrı ele alınamayacağıdır. Bu tez özellikle 2015’ten itibaren Türkiye’deki rejim oluşumu, devlet yapısını yorumlayabilmek için yaşamsal önemdedir. Suriye’ye yönelik askeri müdahale mevcut rejimin kilit taşıdır, iktidar koalisyonunun varlık sebebidir, klasik siyaset teorisi jargonuyla “Devlet aklıdır” (raison d’état). Bu sebep ortadan kalktığında mevcut rejimin devamı için de bir lüzum kalmayacaktır.

Beyoğlu’daki terör saldırısı ve Suriye’ye müdahaleyi gelecek seçimlerle bağlantılandırarak değerlendiren yorumlar güvenlik politikaları ve dış politikayı iç politikayla beraber okumaya çalışırken haklıdır. Ancak iç politikayı salt bir seçim süreci olarak okurken fena halde yanılmaktadır. Seçimler kuşkusuz önemsiz değildir, ancak seçim sonuçlarını da belirleyen ülkedeki güç dengeleri seçimlerin dışında oluşmaktadır. Şiddet ve istihbarat aygıtlarının pozisyonlarını hesaba katmayan seçim yorumlarının, kamuoyu araştırmalarının rejimi analizi eksik kalmaya, yanıltıcı olamaya mahkumdur.

Friedrich Engels, Bismarck’ın “Kan ve Demir” siyasetini değerlendirdiği “Tarihte Zorun Rolü” adlı makalesinde şu tespiti yapar: “Siyasette sadece iki belirleyici güç vardır: Teşkilatlanmış devlet zoru, ordu ve halk kitlelerinin temel, teşkilatlanmamış gücü”. İç politika olsun, dış politika olsun Marxist siyaset analizi bu tezden yola çıkar. Seçimlere odaklanan siyasal analizler, ne kadar geçim şartlarının veya kültürel değerlerin etkisini ölçmeye çalışırsa çalışsın, şiddet aygıtları ve kitlelerin örgütlülüğünü hesaba katmadığı müddetçe iktidarın bu iki belirleyenin arasındaki denge üzerinde şekillendiğini es geçecektir. Acı bir şekilde gündemimize tekrar giren terör ve savaş olaylarını bu açıdan ele almak gerekir.

Beyoğlu’daki terör saldırısıyla 2015 yılında 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arasında yaşanan terör saldırılarıyla denklik kuran değerlendirmelerin gözden kaçırdığı iki mühim nokta var:

1) 2015’te kitleler sadece sandıkta değil, sokakta da tepki verebilecek, taleplerini ifade edebilecek kadar örgütlüydü. 2015’ten 2017’ye kadar uzanan bir zaman dilimi içinde kitlelerin gücü şiddet ve şiddet korkusuyla ezildi. Mevcut rejim bu güç dengesinin üzerine inşa edildi ve ancak bu dengeyi değiştirebilecek bir gelişme ülkeyi demokratikleştirebilir.

2) Rejim esas olarak seçmenler tercihleriyle değil, devlet aygıtı içindeki şedit bir mücadelenin sonucunda kuruldu. Bu mücadele de kitlelerin örgütlülüğü kadar uluslararası dengeler tarafından da belirlendi.

Kitlelerin örgütlülük ve siyasete etki etme kapasiteleri açısından bugün büyük bir değişim gözlenmiyor. Evet, ekonomik kriz derinleştikçe kitlelerin huzursuzluğu büyüyor, zaman zaman sokağa da taşan tepkiler gözleniyor. Ancak bu tepkilerin henüz siyasetin gidişatını değiştirecek bir örgütlülük düzeyine ulaşmadığı açık. Bu durumun en bariz göstergesi, ağır ve giderek ağırlaşan ekonomik krize rağmen AKP’nin kamuoyu yoklamalarında birinci parti konumunu yitirmemesi, 1990’larda hükümet değiştiren tepkilerin görülmemesi. Bu, krizin şiddet ve istihbarat aygıtları arasındaki dengeyi etkilemediği anlamına gelmiyor. Emekçilerin huzursuzluğunun yarattığı endişe kadar, sermaye fraksiyonlarının aralarındaki kavgalar da dengeleri etkiliyor. Dengeyi etkileyen bir başka süreç de uluslararası siyaset. Bu minvalde önemli gelişmeleri kaydediyoruz.

Rusya’nın Ukrayna’da saplanıp kalması, hatta savaş öncesindeki pozisyonunu bile kaybetme riskiyle karşılaşması Suriye ve Libya gibi Doğu Avrupa politikasının kaldıracı olarak işleyen bölgelerdeki etkinliğini ciddi bir şekilde kısıtladı. 1979 Devrimi’nden bu yana en yaygın ve etkili kitlesel gösterilere sahne olan İran’ın uluslararası etkinliği için de aynı şey geçerli. İktidarın Suriye’deki dengeleri değiştiren bu gelişmelerden bir fırsat devşirmesi beklenen bir hamleydi. Bunu yaparken Rusya ve İran’ın hasmı olan ABD’den tam destek bulması da şaşırtıcı olmamalı. Suriye’deki askeri müdahalenin hem Rusya hem ABD’den (ve AB’den) onay alması bu düzlemde değişen dengeleri gayet net ortaya koyuyor.

Gelişmeler sadece Suriye’yle kısıtlı değil. Anadolu Ajansının haberine göre Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), ABD istihbaratı CIA ve Rus istihbaratı (SVR) arasındaki görüşmeye ev sahipliği yapmış. Bu gelişme MİT’in sadece uluslararası değil devlet içindeki “özgül ağırlığını” da arttıracak çok mühim bir gelişmedir. Özellikle Cambridge Üniversitesinden Siyaset Sosyoloğu Hazem Kandil’in ordu-polis-istihbarat teşkilatları arasındaki dengeleri esas alan rejim analizi açısından değerlendirilmesi gereken bir işarettir. Bu bağlamda, aynı anda Soylu’nun konumunun tartışılır hale gelmesi doğaldır. Elbette Ankara, Rusya ve ABD gibi iki nükleer güç arasında ara buluculuk yapacak bir güç kapasitesine sahip değildir, ancak bu ikisi arasında aracılık uluslararası ilişkilerde orta büyüklükte bir güç için bulunmaz bir fırsattır. Gelecek seçimlere kadar bu fırsatın yaratacağı kozların mutlaka değerlendirileceği hesaba katılmalıdır. Oyunun kuralları gereği mücadele içindeki güçler kozlarını sandıktan önce paylaşacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...