19 Kasım 2022 04:21

Ulus devlet yapısından şirketleşmiş devlet yapısına

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Neoliberalizm ve küreselleşme ulusal yapılarda ve işleyişte hemen her şeyi değiştirirken, öngörülen neoliberal değişiklikleri uygulayabilmek adına ulus devlet formunu da şirketleşmiş devlet yapısına dönüştürmüştür. Bir zamanların ünlü kitabı olan Kapitalizm Kapitalizme Karşı adlı eserinde Michael Albert bireysel başarıların ve kısa dönem çıkarların önemli olduğu görüşünün uzun dönemde ekonomileri ve ülkeleri nasıl zaafa uğrattığını anlatmıştı. Anlaşılan benzer koşullar oluştuğunda tereddütsüz benzer zaaflar devreye girmektedir. Neoliberalizm mantığının her şeyin anında tüketildiği, hiçbir değerin uzun süre devam edemeyeceği görüşü, kamu yönetiminde de işletme mantığını devlet yöneticiliği anlayışında öne çıkarmıştır. Oysa devlet yöneticiliği birçok bakımlardan işletme yöneticiliğinden farklıdır, işletme yöneticiliğinin öngöremediği uzun vadeli riskleri dikkate alır ve çevre sorunu vb. sorunlara karşı duyarlıdır. Devlet ve işletme yöneticiliği arasında, bu kısa yazıda detaylı açıklanamayacak çok ciddi farklılıklar vardır. Burada söz konusu farklılıkların en can alıcı olan birkaçına değinmekle yetineceğim.

Bugünkü konumuzu iç siyasette şirket mantığı ile devlet yönetme mantığı arasındaki farklıklar oluşturmaktadır. İç siyasette devlet yönetim mantığının şirket mantığına üstünlüğü hem ulusal hem de bizzat şirketler açısından çok önemli ve vazgeçilemez gerekliliği vardır. Birincisi, devlet yönetimi uzun vadeli kararlara dayandırılır. Uzun vadeli kararlarda tüm çevre sorunu ve finansal hesaplar devreye girer. Örneğin, hatırlanacağı üzere, geçen yıllarda bazı elektrik santrallerinin çevre kirletme maliyeti ile ilgili bir karar alınmış ve şirketlerin güçlü baca sistemi oluşturmaları için verilmiş sürenin nihayete ermesi ile şirketlerin faaliyetlerine son verilmesi gündeme gelmişken, yanılmıyorsam, Cumhurbaşkanlığı yetkisi ile bu karar uygulanmamıştı. İşte, kamu ve özel davranış tiplerinin karşı karşıya geldiği tipik bir durum budur. Firma uzun vadede oluşacak ve çevreye yayılacak maliyetleri dikkate almaz ve kısa vadeli kârların peşinde koşar. Kamu otoritesi ise kısa vadeli menfaatleri de gereksiz şekilde ezmeden, toplumsal yarar adına uzun vadeli çıkarları korur ve uygulamanın bu yönde gelişmesini sağlar. Çünkü bundan yaklaşık 200 yıl öncelerine kadar gerilere giden düşüncelerden de öğreniyoruz ki, özel firmaların çıkarları, toplumun genel yararı ile çatışmalıdır. Devlet denen kamusal otoritenin varlığının çok temel bir nedeni de, özel firmaların kârları nedeniyle dikkate alınmayan kamusal yararları korumaktır. İşte bundan dolayıdır ki, kamu otoritelerinin çalışma ilkeleri özel şirket ilkelerine uyarlandığında kamusal yararlar gözetilemez. Kamusal yararın gözetilemediği durumlarda da devlet denen aygıtın toplumsal gerekçesi ortadan kalkar.

Aynı mantığı ekonomi ve finans alanında da görebiliriz. Özel firmalar finansal işlemlerde faiz maliyeti ile kazançlarını karşılaştırarak işleme girerler. Faiz maliyetinin getiriyi aştığı noktada firma iflas edebilir. Aynı süreçte devletler ise iflas etmez, maliyeti enflasyonla eritebilir. Zira devletin para basma yetkisi, bazı sınırlamalara rağmen, son kertede kamu otoritesinin elindedir. Hal böyle olunca, devletler iflas etmez görüntüsü altında yaşanan enflasyonla gelir dağılımı bozukluğuna, sosyal sorunlara, hatta sermaye değersizleşmesi neticesinde tedricen çöküşe sürüklenebilir. İkinci yol ise, dış kaynaklara yönelmektir. Devlet yöneticilerinin hesapsız finansal süreçlere sürüklenmesi giderek yükselen dış borçları gündeme taşırken, perde arkasında ülkenin giderek bağımlı kılınması ve örtülü şekilde sömürgeleştirilmesini gündeme taşır.

Ekonomi ve siyaset alanı ile ilgili verilebilecek onlarca örnekle devlet yönetimi ile şirket yönetiminin çok farklı olduğu gösterilebilir. İki yönetim arasında sadece fark değil, aralarında tamamlayıcılık da vardır. Bu nedenle, kapitalist bir sistemde her iki yönetime de gereksinim söz konusudur. Tek bir örnek vermek gerekirse, Hobbes’un çok açık gördüğü üzere, şirketler arasındaki rekabet, devlet denetiminin olmadığı koşulda, birbirlerini öldürücü düzeye çıkabilir. O nedenle, devlet bizzat şirketlerin selameti için dahi gereklidir.

Fakat devlet şirketleşmemelidir! Peki, günümüzde devlet niçin ve nasıl şirketleşmektedir? Çünkü günümüzde başat olan neoliberalizm ve onun önemli bir uygulama aracı olan yönetişim devletleri şirketleştirerek kendi sahasına çekmekte ve devlet otoritesi şemsiyesi altında toplumsal kaynaklar belirli merkezlere sömürülmektedir. İşte, övünerek siyaset ve ekonomi alanına sunulan yap-işlet-devret ya da kamu-özel ortaklığı tipi örgütlenmeler devlet aygıtından kamu görev ve bilinç örtüsünü kaldırmakta ve kamu otoritelerini özel şirketlerin her türlü işleyişine alet etmektedir.

Devletin böylesi dönüştürülme -metamorfoz süreci- aşamasının iyi görülmesi için, küreselleşme politikalarının temel amacının, giderek çöken merkez kapitalizmin çevreye vantuzlarını göndererek, sağladığı sömürü getirilerini merkeze taşıyıp, merkezin gerilemesini önlemek olduğunun idrak edilmesi gerekir. Kısacası, küreselleşme, merkez sermayenin küresel varsıllığı yerküreye yaymak için çevreye yayılması olarak değil, çevre sömürüsünün yoğunlaştırılarak kaynakları merkezde toplamaktır. İşte, bu süreçtir ki, küreselleşme politikaları çevre devletlerini şirketleştirerek, halklarının soyulmasında hizmete koşmakta ve böylece soyularak yoksullaştırılan halkların birikimi ya da emeği merkezin selamet ve safahatına yönlendirilmektedir. Emperyalizmin bu vahşi amacına hizmetle, içte geçici varsıllık köpükleri yaratarak halkının sömürülmesine hizmet etmiş siyasiler, devlet korumasının kalkması sonucunda nelerle karşı karşıya kalacaklarından günahları gibi korktuğundan, koltuğu terk etmemek için her çabaya başvurur. Halkların bu konuda uyanık olması, siyasilerin söylemleri ile eylemleri arasındaki farkı çok net şekilde anlaması ve ayrıştırması gerekir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa