02 Ekim 2022 04:10

Kalaallit Nunaat (Grönland) dersleri

Grönland, şehir manzarası

Grönland | Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Grönland çok büyük bir ada. O kadar büyük ki, içine birkaç Avrupa ülkesi sığdırılabilir. Türkçe ve başka dillerde ada için kullanılan ad, yeşil topraklar anlamına geliyor. Ama adanın asıl adı, Kalaallit Nunaat. Yani Kalaallit toprakları.

Kalaallit toprakları uzun süredir Danimarka’ya bağlı. Adaya 1979’da özerklik verilmesinin üzerinden 20 yıl geçtikten sonra, adada yaşayanlar kendi yönetimlerini kurmak için adım attılar. O günden beri adada sömürgeciliğin nasıl işlediği daha iyi anlaşılır oldu.

Adanın özerklik yolunda ilerlemesinde, hiç kuşkusuz, Soğuk Savaş döneminin bitmesi rol oynadı çünkü Kalaallit toprakları uzun süre bir ABD üssü olarak kullanıldı. Adanın Sovyetler Birliği’ne yakınlığı, tıpkı İncirlik Üssü gibi bir nükleer silah üssü olarak kullanılmasına gerekçe gösterildi. Öyle ki, adanın bir baştan ötekine, tünellerle birbirine bağlanmış birimlerden oluşan bir yer altı üssüne dönüştürülmesi bile düşünülmüş ve ABD yönetimi adayı satın almak istemişti.

Ada halkının bu konuda görüşünün alınması, elbette ki, söz konusu değildi. Aslında adanın bir nükleer üsse dönüştürülmesi Danimarka yönetimi tarafından resmi olarak kabul edilmiş de değildi. Soğuk Savaş ile birlikte bütün dünyayı tehdit eden nükleer silahlar, özellikle Danimarka gibi kuzeydeki ülkeleri daha da fazla ilgilendiriyordu. Bu silahların yerleştirildiği her yer, kaçınılmaz olarak bir nükleer saldırı hedefine dönüşüyordu. Bu nedenle, 1957’de Danimarka’nın nükleer silahlardan arınmış bir ülke olması resmi görüş olarak benimsendi.

Bu siyasete göre, Kalaallit toprakları da nükleer silahlardan arındırılmış olmalıydı. Ama dönemin sağcı hükümeti, ABD yönetimine gizlice onay verdi. Dönemin başbakanı yazdığı gizli onay mektubunda açıkça “evet” demiyordu. Adanın bir nükleer üsse dönüştürülmesine izin veren bu üstü kapalı onay, sonraki hükümetler döneminde de yürürlükte kaldı. Ama 1968’de nükleer başlıklar taşıyan bir ABD uçağı düşünce, artık ada üzerinde oynanan oyunları gizlemek söz konusu olamazdı.

Adanın nükleer üsse dönüştürülmesi, nükleer başlıklar taşıyan füzelerin adaya yerleştirilmesinin ötesinde, daha da tehlikeli bir tehdite olanak sağlamıştı. Thule Hava Üssüne gönderilen B-52G Stratofortress bombardıman uçakları, her gün ve her an, yani 24 saat boyunca Sovyetler Birliği’ndeki hedefleri vurabilecek şekilde havada tutuluyordu.

Bu uçaklardan biri, 21 Ocak 1968’de Thule Hava Üssüne 10 km. uzaklıktaki bir fiyorda düştü ve taşıdığı dört hidrojen bombasından nükleer sızıntı yayıldı. Dönemin ABD hükümeti düşen uçağın eriyen buzlarla birlikte suya gömülmesini istiyordu. Danimarka hükümetinin ısrarı üzerine büyük bir temizlik başladı. Uçağın kalıntıları ve sızıntının yayıldığı bölgedeki buzlar toplanarak ABD’ye gönderildi.

Söz konusu nükleer kalıntıların gerçekten ABD’ye götürülüp götürülmediği bilinmiyor. Ama atlatılan tehlikenin büyük olduğu ortada. Düşen uçaktaki hidrojen bombalarının her biri, Hiroşima’ya atılan atom bombasından yaklaşık 100 kat daha güçlüydü. Eğer bu bombalardan biri patlamış olsa, Kalaallit toprakları kitlesel bir mezarlığa dönüşecek ve uzun süre yaşanmaz olacaktı.

Danimarka hükümeti haziran 1968’de nükleer silahlara artık izin verilmeyeceğini ABD yönetimine yine gizli bir mektupla iletti. Kalaallit topraklarının nükleer silahlara açılmasına bir Danimarka başbakanının onay verdiği ise 1995’de ortaya çıktı. Adanın üs olarak kullanıldığı dönem boyunca oluşan nükleer tehlike, nükleer sızıntıların düzeyi ve yaygınlığı, 1968’deki büyük temizlik çalışmasına katılan adalıların yaşadığı radyasyon kaynaklı sorunlar ise bilinmiyor.

Bütün bunlar çok önemli. Militarizm gibi, sömürgecilik de dipsiz bir çukur. Geçtiğimiz ay, Kalaallit kadınlarının uzun süre gizli doğum kontrolüne maruz bırakıldığı ortaya çıktı. Bu uygulama, bilgi verilmeden ve izin alınmadan spiral takılmasıyla gerçekleştirilmiş. 1966-1970 yıllarında spiral takılanlar arasında yalnızca yetişkin kadınlar değil, genç kadınların -hatta 12-13 yaşındakilerin- bulunduğu anlaşılıyor. Uygulamanın 1970’lerde de sürdüğü belirtiliyor.

Sömürgecilik insanlığın yüz karası, kanayan yarası. Sömürgecilik her zaman üstünlük ideolojisine dayanıyor. Irkların üstünlüğü, ulusların üstünlüğü gibi. Günümüzde Türkiye, tamı tamına bu üstünlük ideolojisi batağında. Çünkü rejime göre Türk üstün, İslam üstün, erkek üstün, zenginler üstün! Oysa üstünlük inancı, her zaman, insanlıktan uzaklaşmakla sonuçlanır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...