21 Eylül 2022 04:07

Nefretin ekonomi politiği

İstanbul'da düzenlenen LGBTİ+ karşıtı mitingden bir fotoğraf.

Fotoğraf: Meltem Akyol/Evrensel

Paylaş

İktidar koltuklarında oturanlar LGBTİ+ camiasını hedef alan açıklamalarına devam ederken, BBP’ye yakın Yesevi Alperenler Ocağına bağlı Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu, Büyük Aile Buluşması mitingiyle sokak seferberliğine de başladı. 2017’de Neve Şalom Sinagogu’na saldırmak suçundan hapis cezası alan Kürşat Mican’ın lideri olduğu ocağın düzenlediği mitinge aralarında Perinçek’in Vatan Partisinin yanında İsmailağa, Hakyol, Hüdayi Vakfı, Siyer Vakfı, TÜGVA, İHH, Ülkü Ocakları, Osmanlı Ocakları’nın dahil olduğu 150 örgüt katılmış. Perinçek’in Avrasya kaplanları İslamcı-Turancı mücahitlerle buluşurken sahnede meziyet eksikliğiyle meşhur model Tuğçe Kazaz’ın ajitasyon çekmesi gerçekten görülesi bir manzaraymış. Nitekim İstanbul semaları kontra sivil uzantıların sokak seferberliğini dev bir gökkuşağıyla karşılamış. Tekil bir hadise olsa belki görmezden gelinebilirdi. Ancak yılbaşından beri iktidar blokunun doz arttırarak sürdürdüğü LGBTİ+ camiasını hedef alan kampanyayı nasıl izah etmeli? Bu kampanyaya nasıl bir cevap verilmeli?

İlk akla gelen cevap iktidarın muhafazakarlığı, dinciliği, gelenekçiliğidir. Bu basit cevapla yetiniyorsak soruyla daha fazla ilgilenmenin bir gereği yoktur. Türkiye’deki siyaseti “değerler sistemi” ya da “siyasi kültür” gibi idealize edilmiş kavramlara indirgeyerek yorumlamanın avantajı gündelik klişelere analitik elbise giydirmenin rahatlığıdır. Türk İdeolojisinin amentüsü olan idealizm, kültürcülük, (olumlu ve olumsuz anlamlarda) “biz bize benzerizcilik” çoğu zaman üzerine tartışılmayacak kadar sağduyulu gelir kulağa. İdeolojinin özelliği tam da budur. Siyaset bilimciler Michael Bosia ve Meredith Weiss’ın tanımıyla cinsel modernizasyon teorisi ekonomik kalkınmayla belirli bir refah düzeyine erişen ülkelerin “maddiyat ötesinde” (postmateryalist) değerleri benimseyeceğini ileri sürer: Çevre, insan hakları, LGBTİ+ hakları. Refah arttırarak muasır medeniyete erişmek kulağa müzik gibi gelse de üzülerek ifade etmeliyim ki: Türkiye’deki yetişkin ve hatta çocuk yaşta kuşaklar için mevcut ekonomik manzara “maddiyat ötesi” bir ekonomi vadetmiyor. Gökkuşağı bayrağıyla sokağa çıkanlara “Kişi başına düşen milli gelirimiz hele bir 12 bin doları aşsın ondan sonra eşitlik, özgürlük gelecek” diye akıl vermek isteyenleri alıkoymayayım.

Modernizasyon teorisi açısından AKP döneminin gösterdiği en net sonuç, değerler değişiminin gayrisafi milli hasılayla değil, bölüşümle ilgili bir mesele olduğudur. Ülkemizdeki ve dünyadaki sayısız örnek göstermektedir ki, LGBTİ+fobi muhafazakar, dinci ve gelenekçilere özgü bir olgu değildir. LGBTİ+fobinin neden belirli, somut bir biçimi aldığı sorusu gündelik siyasi müdahale açısından birincil önemdedir. Somut siyaseti ve bölüşümü şekillendiren devlet baştaki soruya ilişkin ikinci cevabın merkezindedir. Buna göre iktidar blokunun kampanyası ekonomik kriz ve rejim krizinde siyasi meşruiyet sağlamayı amaçlayan bir politikadır. Bu cevap modern her toplumda bir biçimde var olan “toplumsal LGBTİ+fobiyle” devlet tarafından uygulanan “siyasi LGBTİ+fobi arasında ayrım yapar. Modernizasyon teorisi toplumsal gelişmeyi teknokratik bir dille depolitize ederken, devleti girdi-çıktı analizine dayanan bir siyasal sistem olarak hayal eder. İkinci cevap, devleti bir aktör olarak yeniden analize “Geri getirerek” LGBTİ+fobik politikayı bir siyasal şiddet biçimi olarak tartışır.

Değer değişimi yaratacak bir refah büyümesini beklemek yerine baskıyı sonlandıracak bir rejim değişimi LGBTİ+ haklarını savunanların ufkundaki en büyük fırsat. Ancak muhalefet demokratikleşmenin ne olduğu ve nasıl gerçekleştirileceği üzerinde netleşmiş ve ortaklaşmış değil. Dahası adı konulmamış bir anayasa referandumu haline gelmiş önümüzdeki seçimlerde “muhafazakar, dinci, gelenekçi değerleri” üzmek, ürkütmek, kızdırmaktan kaçınan stratejiler hakim hale geliyor. Bu noktada devlet sosyolojisinde kapıdan kovaladığımız “toplumsal LGBTİ+fobi” bacadan yeniden önümüze düşüyor: İktidarın nefret kampanyasına cevaben siyasi elitler arasındaki pazarlıklara sıkışmış dar anlamda siyasi bir strateji mi izlemeli? Yoksa toplumsal dönüşümü hedefleyen bir strateji mi?

Türkiye’deki demokratikleşmenin önde gelen meselelerinden biri toplumsal dönüşümü amaçlayan stratejilerle seçim stratejileri arasındaki farkı gözetmektir. Seçim stratejileri seçmenleri dayatılmış bazı tercihler arasında sıralama yapmaya zorlar. Siyasi partiler yasası, seçim kanunu gibi düzenlemeler seçmen çoğunluklarının belirli tercihlerde birikmesini sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. Dolayısıyla toplumsal dönüşüm için bu kısıtlı tercih menüsünün ötesinde bir toplumsal çoğunluk oluşturmak gerekiyor. Bugün lubunyaların erişebileceği en geniş toplumsal çoğunluk, siyasi rejimin üzerine oturduğu sömürü düzenini her gün daha ağır bir şekilde hisseden emek cephesidir. Bu strateji baştaki sorumuza verilen üçüncü cevabın çıkış noktasını oluşturur: LGBTİ+fobinin ekonomi politiği.

Üçüncü cevap, tek vaadi emeğin değerini düşük tutarak gayrisafi milli hasıla büyütmek olan iktidar blokunun oy almaya çalıştığı kitlelerin şikayetlerini bir nefret kampanyasıyla örgütlemeye çalıştığını söyler. Kampanyanın bir sömürü aygıtı olduğunu vurgular. Bildiğim kadarıyla bu cevap ilk olarak 1968’in cinsel özgürlük teorilerinin kapitalizm analizinde dile getirildi. Bu teoriler içinden çıktıkları eşcinsel camianın ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan refah devletinin bireyi ailenin vesayetinden kurtarmasıyla oluştuğunu ileri sürdüler. ABD tarihini Türkiye’ye modellemek doğru değil. Ama bireyin kendini geçindirebilecek bir ücret kazanmasıyla cinsel kimliğini açıkça yaşayabilmesi arasındaki ilişkiyi Türkiye’de test etmek mümkün. Böyle bir ücretin kazanılamadığı koşullarda nasıl bir lubunya kültürü, kimliği, siyaseti oluşuyor? Enflasyon ve geçim sıkıntısı cinsel haklara erişimi nasıl etkileyecek? Seçilmiş ailelerin sayısı artacak mı? Üçüncü cevap iktidar blokunun lubunyalara sadece siyasi şiddet aygıtıyla değil, doğrudan üzerine oturduğu sömürü mekanizmalarıyla da harp açtığını gösteriyor. İktidarın politikalarıyla aile sadece tumturaklı nutuklarda ideolojik bir motife değil, ucuz ve bedava iş gücünün istiflendiği bir kampa dönüşüyor. Üçüncü cevap iktidara yeni bir soruyla karşılık veriyor: “Aileyi çökerten enflasyon mu, lubunya mı?”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa