1 Eylül 2022

Bugün insanlığın, önceki yıllara göre bile barışa daha çok ihtiyacı var

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Barış talebi, insanlığın en eski talebidir dersek bir abartı yapmamış olacağımız gibi, yönettiği, sömürdüğü çoğunluğa verecek bir şeyi kalmayan egemen sınıfın en eski silahı olmuştur dersek de bir abartı yapmamış oluruz!

Bugün de hem dünyada hem birer birer ülkelerde egemen sınıfların propagandacıları ve hükümetleri daha çok savaştan söz ediyorlarsa, dünyanın her yanında bölgesel ve ülkeler arasındaki gerilimler çatışmalar, iç savaşlar, savaşlar artıyorsa bu mevcut emperyalist dünya düzeninin artık sürdürülemez hale geldiğinin alametleridir. Ki; bunun bir anlamı dünyanın yeniden paylaşımı talebinin yükselmesi olduğu gibi emperyalist dünya düzeninin yerine daha adil daha barış içinde bir dünya talebinin yükselmesinin koşullarının da olağanüstü büyüdüğüdür.

Son yıllarda eğer özellikle de 1 Eylüllerde, Dünya Barışı Günü etkinliklerinde bir önceki yıla göre bile daha çok savaş tehdidinden ve barış talebinin öne çıkmasının gerektiğinden söz ediyorsak bu savaş tehditlerinin giderek arttığındandır.

DÜNYADA SAVAŞ TEHDİDİ HIZLA BÜYÜYOR

Nitekim, öncesini bir yana bıraksak bile 2022’nin başından beri çıplak gözle görülecek kadar açık gelişmeler savaş tehdidinin ne kadar büyüdüğünü göstermektedir.

Bu gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz:

  • Son yıllarda Ortadoğu ve Güney Asya’da çatışmaların, iç savaşların, askeri darbelerin, ülkeler arasındaki savaşların yoğunlaşması, Avrupa’da Rusya ile Ukrayna arasında açıkça bir savaşın patlak vermesi, Ukrayna savaşının Rusya ile Batı emperyalizmi arasında bir paylaşım mücadelesine dönüşmüş olması.
  • Batı emperyalizminin kışkırtma girişimleriyle Çin-Tayvan arasındaki çelişkilerin bir savaşa dönüşmesinin sadece bir kıvılcım bekler hale gelmesi.
  • Batı emperyalizmi tarafından Çin ve Rusya’nın açıkça düşman ilan edilmesi son NATO zirvesinde bir belgeye dönüştürülmüş olması.
  • İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılması ile Almanya başta olmak üzere AB’nin silahlanmaya devasa bütçeler ayırması, silahlanmanın dünyanın her yanında ivme kazanması.  
  • NATO’nun Pasifik’e genişletilmesi (Pasifik NATO’su) ve Arap NATO’su girişimleri.
  • Çin ve Rusya arasında stratejik düzeyde enerji ve ticaret anlaşmalarının yapılması, askeri iş birliğinin genişletilmesi, Batı emperyalizmi blokuna (NATO’ya) karşı Rusya-Çin blokunun oluşması doğrultusunda (Rusya bunun daha da hızlandırılmasını istiyor) adımlar atılması.
  • “3. Dünya savaşı” tartışmalarının daha yaygın ve ciddi bir tehdit olarak tartışılmaya başlanması.

Bütün bu gelişmelerin yanında Ortadoğu ve Pasifik’teki silahlanma başta olmak üzere sıcak gelişmeler de dikkate alındığında savaş tehdidinin ne kadar hızlı büyüdüğü daha açıkça görülmektedir.

TÜRKİYE’DE BÜYÜYEN SİLAHLANMA, MİLİTARİZM VE FETİHÇİLİK

Daha iktidarının altı ayı tamamlanmadan Erdoğan-AKP iktidarı, 2003 yılında “1 Mart Tezkeresi”ni hazırlayarak Irak’ın işgalinde doğrudan rol üslenmek istemiş ama tezkerenin TBMM’de reddedilmesiyle hevesi kursağında kalmıştı. 2007’de “aktif dış politika”ya yönelen dış politikasıyla iktidar, komşularıyla arasındaki her sorunu askeri güç tehdidini kullanarak çözmek isteyen bir mecraya yönelmişti.

Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı talebine karşı Kürtlere karşı girişilen askeri operasyonları yoğunlaştıran Erdoğan-AKP iktidarı, Suriye iç savaşına aktif taraf olarak, müdahale ederek iç savaşın uzaması ve daha yıkıcı hale gelmesinde rol oynadı. Dahası Erdoğan hükümetleri, Libya’ya asker göndererek iç savaşa taraf olarak katılırken Somali, Sudan, Katar gibi ülkelerde askeri üsler kurdu; komşularıyla arasındaki her sorunda askeri güç tehdidini öne çıkararak bölgedeki savaş ve çatışmaların başlıca teşvikçilerinden birisi haline geldi.

Fetihçi, cihatist, yeni Osmanlıcı dış politikası Suriye’de açıkça çöktükten sonra bile Erdoğan ve tek adam yönetimi tarafından içeride savaş naraları atılması, militarizme, fetihçiliğe övgüler dizilmesi, silahlanmaya daha bir ağırlık verilmesi bir rastlantı değildir. Tersine

dış politikasındaki çökmenin enkazını saklamak için Erdoğan son yılların popüler sloganı haline getirilen, “Bir gece ansızın gelebiliriz” biçimdeki sloganını Malazgirt’te bir tık daha yükseltti. ABD ve Rusya’dan izin almadan adım atamaz hale gelindiği bir zamanda bu sloganı, “Hep söylediğimiz gibi bir gece ansızın gelebiliriz. Hem de her yere gelebiliriz” diyerek savaş çıtasını “Her yere gelmeye” kadar yükseltti. Bu da gösteriyor ki egemen sınıflar dışarıda gerçekte bir savaş olmadığı halde ülke içinde sanki savaş varmış gibi sonuç almak istemektedir. Hatta egemen sınıfın propaganda makinesi, ortada bir savaş yokken fetihçilik ve militarizm propagandasına, silahlanmaya daha da ağırlık vermektedir. Çünkü bu yöntemlerle halkın kafası yeterince karıştırılmamışsa savaş politikalarına destek sağlanması olanaklı olmamaktadır.

SAVAŞA KARŞI OLMAK AKTİF BİR BARIŞ MÜCADELESİYLE OLANAKLIDIR

Savaş ve barış sorununu bu genellikte ele aldığımızda; barış mücadelesinin sadece “barış istiyoruz” diyen bir pasif çizgide kalmaması gerektiği tartışmasızdır. Çünkü barış için mücadelenin savaşların kaynağı olan kapitalizm ve onun bugünkü ifadesi olan emperyalist dünya düzenine karşı mücadele ile birer birer ülkelerde gerici iktidarlara karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle de birleşen bir mücadele olması olmazsa olmazdır.

Bu yüzden de bugün ülkemizde barış için mücadele;

  • Emperyalizme karşı mücadele, NATO’nun dağıtılması, Rusya ve ABD başta olmak üzere tüm emperyalistlerin bölgeye müdahalelerine son verilmesi,
  • Türkiye’nin NATO’dan çıkması ve ülkedeki ABD üslerinin kapatılması, komşulara rejim dayatma tutumundan vazgeçilerek halkların kendi kaderini tayin hakkına koşulsuz saygı gösterilmesi,
  • Kürt sorununun demokratik çözümünün gerçekleştirilmesi,
  • “Göçmenfobi”ye dönüşmüş olan göçmen karşıtlığına karşı mücadele, bu mücadelenin işçi sınıfı enternasyonalizmi ışığında çözümü,
  • Silahlanmaya ve komşuların silahlandırılması gibi girişimlere, 
  • Irkçılık, milliyetçilik, dincilik-mezhepçilik yanında fetihçilik ve militarizm propagandasına karşı mücadele ile birleşmek durumundadır.

Başka bir söylemle barış mücadelesi, antiemperyalist ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak öne çıkan bir mücadeledir.

Bugün Dünya Barış Günü etkinlikleri, bu görevlerin öne çıkarılmasının vesilesi olduğu ölçüde anlamlanacaktır.

Çünkü 2022 yılı önceki yıllara göre bile barış mücadelesinin ilerletilmesine daha çok ihtiyaç duyulan bir yıldır. 

Evrensel'i Takip Et