20 Ağustos 2022 04:14

Kaybettiğimiz değerler

Avrupa haritası ve düşüş yönlü çizgi grafik

Görsel: Pixabay

Paylaş

Ekonomiler değer üreterek kalkınırlar ve büyürler. Değer kavramı ekonomi alanında somutlaşan sosyal olgulardır. Bugünkü konumuz hem ekonomide hem de sosyo-kültürel alanlarda yitirdiklerimizle ilgilidir.

Emperyalizmin kıskacında mehter stili bir ileri iki geri adımla seyreden ülkemiz ekonomisi kapitalizmle bütünleşmiş bir yapı içinde kalkınma hülyalarına savrulmaktadır. Emperyalizm uyumlu sanayi kesimi ve henüz tam sınıflaşmamış emekçi kesimin muğlak bilincinde bu hülyanın tek uyarıcısı her koşulda sistem analizi üzerinde çalışan ve yorum yapan sol aydın kesimi olmuştur. Geçen günlerde kaybettiğimiz Metin Çulhaoğlu ülkemiz insanlarına böylesi uyarıları yılmaz irade ile yapmış olan bir aydın idi. Kaybettiğimiz değer yeri doldurulamayacak niteliktedir. Üniversite yaşamından beri mücadelenin akademik ayağında yer almış olan Çulhaoğlu konferansları ve eserleriyle toplumun kültürel ilerlemesine çok büyük katkı yapmıştır. Sol, akademik niteliği itibariyle toplumla olduğu kadar bizzat kendi arasında da devamlı tartışma ve akademik çatışma içindedir. Teoriyi ve eylemi olgunlaştıran bu sonu gelmez tartışmalar zaman zaman kesimler arasında kopmaya kadar geriliyor olsa da, sol kültürün fıtratında olan birlikte mücadele ruhu eninde sonunda galip gelecektir. Zira yaşanan bazı sosyal olayların toplumsal hafızayı resetleyerek birlikteliği sağlayacağına inancım tamdır. Bu durum diyalektiğin önlenemez kuralı gereğidir.

Sessizce kaybettiğimiz toplumsal değerler ülkenin beyin kapasitesini zayıflatıcı niteliktedir. Politikanın öngörülemez tek-adam kurgusu ve bu kurgunun giderek pekiştirdiği güvenilemez gelecek endişesi ülkenin beyin kapasitesinin ileri ekonomiler lehine erimesine yol açmaktadır. Kitle olarak büyüyen insan kapasitesinin beyinsel kapasite olarak erimesi ekonomide verimsizlik, dış ticarette ise teknoloji avantajının kaybı olarak ortaya çıkar. Küreselleşen dünya koşullarında ekonomiler dünya piyasalarında dolaşan ürünlere kattıkları teknoloji oranına göre küresel gelirden pay alırlar. Hal böyle olunca ülke beyin gücü ile üretilen teknoloji ekonominin gelişmesi ve ülkenin zenginleşmesi açılarından önemli olur.

Ülkemizde teknoloji-yoğun bazı sanayi kuruluşları mevcuttur. Ne var ki, hemen hemen tüm bu tür kuruluşlar yabancı kökenlidir. Bu kuruluşlarda üretilen teknoloji ülke ekonomisinin gelirine girmediği gibi, ekonominin kalkınmasında da önemli bir yere sahip değildir, olamaz da! Zira söz konusu kuruluşlar ülkemizi sadece kuruluş yeri olarak kullanmakta ve sağladıkları büyük kârları merkez ülkelere transfer etmektedirler. Bazı bankalar da aynı konumdadır. Bu koşulda, söz konusu kuruluşlarda üretilen ürünlerin ihracı durumunda sağlanan dövizler de ekonominin öz malı olamaz, zira bu değerler kâr transferi ile merkez ülkelere aktarılır. Kısacası, ülke topraklarımızın salt kuruluş yeri olarak değil de, ülke beyin kapasitesinin üretici mekânı olarak yer aldığı üretim koşulunda ancak ekonomik avantaj sağlanmış olur.

Kaybedilen beyin kapasitesinin sebepleri arasında bir önemli kaybedilen değer de eğitim sistemimizdir. Eğitim sisteminin, akılcı ve sorgulayıcı bilgi oluşturma ve uygulama havuzu olması gereği karşısına koyulan ve giderek de hızlandırılan, sorgulamadan skolastik sistemle emre hazır kıtalar yetiştiren sistemle günümüzün hızla gelişen teknoloji çağına adım uydurulması olanaksızdır. Bu sürece genel gidişat bağlamında bakarsak, küreselleşme sürecinde teknoloji merkez gelişmiş ülkelerde yoğunlaşırken, ülkemiz, bir zamanlar bir bakanın isabetsizce dile getirdiği gibi, gençlerimiz tamirci, bakımcı, en fazla montajcı olma konumuna doğru hızla kaydırılmaktadır. Bu durum, ülkemizin emperyalizm ağında çevresel konumlu destek ekonomi olmaya aday duruma sürüklendiğini göstermektedir. Kısacası koskoca bir ülke ciddi olarak savrulma konumunda alt kümelere doğru çekilmektedir.

Peki, bu derin ve telafisi olanaksız ya da çok zor olacak kayba giden yol nasıl açıldı? Bu çok zor bir soru. Bu sorunun yanıtı bu yazıya sığmayacak kadar yoğun, ondan da öte ideolojik bağlamda da derindir. Bu derinliği AKP iktidarının yirmi yıllık fevkalade ustaca manevraları ile ülkeyi Yaratıcı’ya kulluktan emperyalizme kulluğa sürüklemesinde rahatlıkla görebiliriz. 2000 IMF-Derviş programı ile sıkışan kapitalizme piyasa işlevine soyundurulan Türkiye, aslında soyulmaya soyunduruluyordu. İşte, bugün yaşadığımız trajedi budur! Bu soygunun vüsatı ve dağılım kanallarının gizli tutulması tek-adam yönetimi ve onun doğal tamamlayıcısı olarak da emre muti devlet kurumları, yüksek eğitim kurumları ve medyanın yaratılmasını gerektiriyordu. Bu kâhyalığın da bir bedeli olmak gerekirdi!

Dünyanın merkezi Ortadoğu’da 85 milyonluk bir insan topluluğunun emperyalizm bağlamında ekonomi ve politik açılardan fevkalade kullanıma elverişli olması, yönetimde tek-adamı, yönetimin yüceltilmesinde ise “yetmez, ama evet” aydın görüntülü alkışçılarını gerektiriyordu. İktidarın ilk yıllarında yaşanan balonlar da aslında kaybolan ve giderek yükselen hızda eriyecek değerlerin perdeleyicisi idi.

Yeni eğitim dönemi başlıyor. Okul fiyatları, barınma ihtiyacı gibi güçlüklere artık alıştık. Devletin yapmadığı, yapmayarak siyasi ortağına açtığı alanı tarikatlar doldurarak yeni neslin huzurunu ve sükûnetini sağlıyor! Evet, toplumsal huzur ve sükûnet sağlanırken, özgür iradeler ve toplumsal beyin gücü tedricen eritiliyor. Tabii ki, bu durum siyasetin işine geliyor, sadece siyasetin mi! Emperyalistler de bu durumu ellerini ovuşturarak seyretmiyor mu? Geçmişte bir Milli Eğitim Bakanının tam bir diktatör siyasetçi iradesini yansıtırcasına dediğine benzer şekilde, özgür iradeli halk olamazsa emperyalizme hizmet politikası fevkalade kolaylaşmış olmaz mı? Eğitimde, sözel alanda felsefe, sayısal alanda ise matematik devre dışı bırakılınca işler kolaylaşmaktadır. Artık bunlara ilaveten, İktisat ve hukuk da devre dışı bırakılmalı, üniversitelerde ilgili bölümler kapatılmalıdır.

Merkez Bankası doğru yapıyor! Zira ilgili Bakan da söylemedi mi; Türk Parası zaten düşebileceği kadar düştü, artık yer kalmadı. Durum bu olunca; madem MB faiz manevraları ile dövizi ayarlayamıyor, Anayasa Mahkemesi’nin son iptal kararına rağmen, fiyat yuları elden çıkmış, kafalardan da silinmişken, bir yandan piyasa faizi ile MB faizi arasını açarak, diğer taraftan da kur korumalı mevduat sahiplerine gider-ayak bir faydamız dokunarak, hiç değilse bazı değerleri korumuş olalım!

Evet, oluşumlar çok girift, halkımız bir kendine gerçek dost iktisatçı ve hukukçuyu dinlese, seçim anketlerinin oranlarına gerek kalmadan, kurtuluş çok daha kolay olur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...