09 Temmuz 2022 04:45

Doktora kışkırtılmış şiddet

Diyarbakır'da il sağlık müdürlüğü önünde sağlık emekçileri.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

İzmir Tabip Odasının nisan ayında açıkladığı rapora göre sağlıkçıların yüzde 84’ü çalışma hayatı boyunca şiddete maruz kalıyor. 2020 yılında 11 bin 942, ertesi yıl ise üç kat artışla 29 bin 826’ya çıkan ihbar sayısı ise şiddetin ne kadar vahim bir boyuta yükseldiğini gösteriyor. 2022 yılının ilk altı ayında yurt dışına gitmek için TTB’den iyi hal belgesi alan hekimlerin sayısında artış var.

Tansiyonun son derece yüksek olduğu ve doktorların kim vurduya gittiği, ardından iktidar bürokrasisinin sanki hiç sorumlulukları yokmuş gibi timsah gözyaşları döktüğü böyle bir iklimde yaşayamayacağını düşünen hekimler gidiyor. Yapamayanların mesaisi can pazarı.

Bir zamanların en gözde mesleği saygınlığını yitirmiş durumda. Yurt dışına gitmek isteyen doktorlar için ‘Giderlerse gitsinler, yeni mezunları istihdam ederiz’ diyen Erdoğan bu irtifa kaybının yönünü göstermiş oldu. Hekimliği, sadece bir meslek değil aynı zamanda, yerine getirildikçe itibar kazandıran bir ideal olarak anlayan bir kuşağın yerine gelen yeni mezunlar ise uzmanlık sınavlarında tıbbın en zor alanlarını boş bırakıyor artık. Cerrahi, kardiyoloji, çocuk uzmanlıklarının kadro sayısının giderek azaldığı, daha kolay ve risksiz dallara taleplerin arttığı görülüyor. Avrupa’da sözleşmeli ya da kısa dönem proje çalışmaları için ucuz emek kadrosu oluşturan Türkiye’den göçmen hekimin boş bıraktığı yeri Türkiye’ye göçen diğer hekimler almaya çalışıyor. Ülkenin Çinlileştirilerek ucuz emek cenneti haline getirilmesi sadece vasıfsız emek için geçerli değil, sağlık pahalılaştıkça emek ucuzluyor.

Siyasi iktidarın ‘gidenlerle’ kaybedeceği bir şey yok. Ama sağlık sisteminin var. Tabii bir sağlık sistemi kalmışsa.

Türkiye bu noktaya ağır ağır geldi. ‘Randevu almak için hastane kapısında bekleme dönemi bitti’ övünmesiyle başlatılan süreçte kamu hastanelerindeki yığılma SSK ve Emekli Sandığı ile ‘anlaşma’lı hastanelere yöneltilmişti. Bu sistem özel hastaneciliği teşvik ettiği gibi kamu hastanelerine yapılan devlet sübvansiyonlarının da bu hastanelere akmasıyla sonuçlandı. Devlet hastanelerinin ’50’li yıllardan kalma binalarında yetersiz teçhizat ve kötü malzemeyle çalışan hekimler yüksek ücretlerle özel hastanelere çekildi.

Fakat piyasalaşma sadece özel hastanelerin çoğalması olarak belirmedi, kamu sağlık hizmetlerini de kuşatarak bütün tedavi sürecine yayıldı. MR, tomografi vb. görüntüleme işlemleri ve bazı tetkikler için aylar sonraya verilen randevunun delinebilmesinin tek yolu randevuyu parayla satın almak oldu. İlaçlardan alınan ‘katkı payı’ da özel hastaneye ödenen ‘para üstü’ sürekli olarak arttı. Bazı ilaçlar ise devlet güvencesinden çıkarıldı. Bugün her köşe başında SMA’lı çocuğu için yardım toplayan ailelere, alamadıkları ilaç için sosyal medyadan yardım çığlığı atmak zorunda bırakılan hastalara rastlamak mümkün.

Yurttaşlar bu hale düşürüldü.

Evet düşürüldü.

Sağlık bakanı bir özel hastane sahibi. Bakanlığın bu tarz kuruluşuyla hastaların düşürüldüğü hal birbiriyle ilişkilidir. Sağlık sistemini sağlık sermayesi yönetiyor. Her ay maaşından prim kesilen emekçiler sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için ayrıca para ödemek, üstelik 5 dakikaya indirilmiş muayene zamanında ‘iyileşmek’ zorundalar. Hekimler ise pandemide alkışa, şiddet mağduru olduklarında ise biraz üzüntüye fit olmak zorundalar. Emeklerinin karşılığını alamasınlar, ama onlara birer asalak gibi davranılsın.

Sağlıkta şiddet, tekrarlamaya gerek yok, her seferinde faili değişen münferit bir hadise değil bir sistem sorunu. Bu sistemi, çıkarları onda olduğu için korumak zorunda olanlar, hekimlerle hastaların karşı karşıya geldiği bir algı evrenini durmadan körüklediler. Hekimleri yüksek maaş istemekten başka bir şey bilmeyen, elit, kibirli ve topluma hizmet etme görevini yerine getirmektense aç gözlülük yapan bir kast şeklinde pazarlayan sistemin kuruluş biçimi içinde hasta, hastanede aşağılanan bir mağdur olarak kodlandı. Böylece insan yerine konulmayan ‘ezilen sınıf’ın refleksiyle, hasta ve yakınlarının öfkesi, ipi oynatanlara değil hekimlere yöneldi.

Hekimlerin yaşadığı durum öfkenin yanlış kanalize olmuş halidir. Ama iktidar bir kısım emekçiyi diğerlerine karşı kışkırtarak her zaman kendisini bu öfkenin odağı olmaktan sıyırmaya çalıştı şimdiye kadar. Durum kontrolden çıktıkça meydanı, tıpkı perşembe günkü olduğu gibi, sağlık emekçilerine karşı biber gazı kullanan polis aldı. Hekimleri susturmak şiddete yol vermek anlamına gelir halbuki.

Sorun münferit failin cezalandırmasıyla altından kalkılamayacak kadar derin ve yapısal. Sağlık sistemi ve sosyal politikalar baştan aşağı yenilenmeden sağlıkta şiddetin önüne geçmek o kadar kolay olmayacak. Bu çürümüş; hastayı doktora, yerliyi göçmene, yoksulu yoksula, erkeği kadına şiddet uygular hale getiren siyasi anlayış onu destekleyen ekonomik sistemiyle birlikte tahttan inmeden toplumun ‘iyilik hali’ mümkün değil. Çünkü sağlığın tanımı ruh ve bedendeki iyilik halidir. 

İyi bayramlar. Olabiliyorsa…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa