26 Haziran 2022 04:59

Başka alem

Ele ele tutuşan kadınlar

Fotoğraf: Thomas Wilmer'in Summer tablosu , 1890/Yale University Art Gallery

PAZAR
Paylaş

1997'de baklava çaldıkları için 4 çocuk 9 yıla mahkum edilmiş, üçünün yaşı 18'in altında olduğu için cezaları 6 yıla indirilmişti.

Bütün ülkenin gündemiydi, 19 ay yattılar, Rahşan affıyla çıktılar, yıllarca konuşuldular. 

Şimdilerde milyar dolarlar uçuyor havada. Onlarca milyon dolarlık usulsüzlükler, yolsuzluklar "Çok da bir şey değilmiş milyar dolarların yanında" diye sabun köpüğü gibi geçiyor.

Doğa harikalarına maden izni veriliyor, ormanlar yanıyor, her yerde vinçler, beton kazıklar, göller, dereler kuruyor, gar gar gür gür ülkenin tamamı koca bir şantiye.

Kayyumlar yiyor, şirketler yiyor, eltiler, görümceler, dünürler, kayınçolar ve onların yeğenleri, kuzenleri yedikçe yiyor, kaç kişi bunlar?

Faili buldurulmayan ölülerimizin toprağından yiyorlar. Rabia Naz'a ne oldu, Yeldana Kaharman'a ne oldu, Gülistan Doku'ya ne oldu, Nadira Kadirova'ya ne oldu?

Bir tepsi baklava dört çocuğun başına patlıyordu da onca karanlık ilişki, cinayetler, yolsuzluk kimseyi şuncacık yerinden oynatmıyor.

Kol kırılıp yen içinde kalıyor denirdi kolları incinmiyor bile yene yeni sırmalar işleniyor.

Bunca kabul ağrıma gidiyor, ağrımıza gidiyor, yenilmişlik hissi omuzları çökertti artık, hiçbir şeyin olmayışı dayanılır gibi değil.

Rakımı sıfıra geri çekmek için bile milyonlarca talep yükseltmemiz gerekiyor. Asgari yaşam standartı ve evrensel doğrular için gereken çaba insan üstü, bedeli korkunç ağır.

İstanbul Sözleşmesi'ni geri getirmek için harcanan çabaya bakın, daha uygulatmak için bundan fazlası gerekecek oysa olması gerekeni güvence almak kadar basit, haklı bir metin o sözleşme. 

Bu kara döngüde kaybolmamak için sürekli ideal olanın hayalini kurmak gerekiyor. Biz başka alem isteriz diyorduk ya o başka alemi sürekli hatırlamak, hatırlatmak icap ediyor.

Seçime ne kadar var kimse bilmiyor ama tezkere bekler gibi çentik atıp saymayınca da günler geçmiyor. Haydi seçim oldu, bu iktidar gitti, her şey bitti mi, neresinden başlanacak: yabancı sermayenin menşeini değiştirerek mi?

Haziran ayının elimizden yağ gibi kaymasıyla birlikte herkes fark etti ki bu sene tatil milyonlarca insana imkansız artık. Tatil kimi için denize kavuşmak, kimi için memlekete gidip akrabalarla kucaklaşmak, kimi için yeni deneyimlerdir, kimi için sadece işten uzaklaşmak.

Şimdi tatil deyince bir sürü insan ayağa kalkıyor "Millet aç aç, ne tatili?"

İyi de bizim bu yaşamdan beklentimiz karın tokluğu mu?

Biz başka alem isteriz; tatil de evet haktır herkese. Devlet, tüm yurttaşların insanca yaşam standartlarına ulaşmasından sorumludur. Tatil, uğruna 50 hafta çalışılan ve 11 ay taksiti ödenen bir lüks değil. İşte verimlilik, yaşam motivasyonu, insanın kendini geliştirebilmesi için şart. O yüzden tüm işçi ve emekçilerin tatil yapabileceği, kar amaçlı olmayan tesisler kurmak ve işletmek devletin görevidir. 

Bir ülkenin herhangi bir yurttaşı, kendi memleketini maddi imkansızlık yüzünden tanıyamıyor, seyahat edemiyor, memleketin tarihini öğreneceği müzeye giremiyor, deresinde rafting, dağlarında kayak yapamıyor, denizinde yelken açamıyor, mercanlarına dalamıyor, yüzme bile bilmiyor, denizi görmeden, yaylaya çıkmadan, bulunduğu şehirden ayrılmadan yaşıyorsa bundan devlet sorumludur. Hiç de öyle inanılması güç pembe hayaller falan değil. Liseliler ve üniversiteliler için bir fon ayrılır. Eğer sistem içinde çözülecekse, her şehrin turizm işletmelerine belirli bir kota verilir. Şu sayıda genci senede şu kadar gün ağırlamak üzere. Gerçi biz bir başka alem isteriz. Değil mi ki doğayı talan etmiş, kamuyu ve hatta gezegeni zarara uğratmışlardır, o halde kamulaştırılmalılar. O zaman tesis sorunu ortadan kalkar. Gençliğe yapılan yatırım bir ülkeye bire on olarak döner. Mantık dışı mı? Bence mantık dışı olan, üç yanı denizlerle çevrili, her şehrinde kadim medeniyet izleri bulunan, sonsuz doğa deneyimi sunan bir ülkenin tüm imkanlarını yabancı ülkelerin ucuza saç ektirmek, diş taktırmak, yüzünü gerdirmek isteyen alt ve orta gelir sınıfına, kur yüzünden cennet diye sunması. Bunu alan akıl diğerini anlamıyorum neden almıyor?

 

Eğitim parasız olmalı, sağlık da. Eğitim dediğimiz işte bu deneyimlerin öğrenilmesini de kapsar. Kendi memleketini tanımayan nesil kafadan logoritma alsa ne olur?

Sağlık hizmeti toplumun ruh sağlığını da kapsar, ruh sağlığı için tatil, deneyim, seyahat, kültür bir ihtiyaç.

 

Halka hizmet önemli, asli görev; halkın sağlığı, adalet duygusunun tatmini, güvenli yaşam alanları vs.

Dolayısıyla kamu hizmeti yapanların işinin en iyileri olması esastır. Bu sebeple en iyileri özel sektöre kaptırmamak için ek haklar verilir. Sadece gelir olarak değil, ar&ge bütçesi ve alanları, sürekli gelişim için eğitimler, uluslararası temsiliyet... 

Tıpta, şehir plancılığında, mimaride, hukukta, eğitimde, akademide, teknolojide en iyi kadrolar devlette olmalı. Gerçi başka alem isteriz; hangi alanlarda illa özel sektöre ihtiyaç var ki?

 

Üretim güçtür. Bir ülkenin üretimi varsa; tarımda, sanayide, teknolojide, sağlıkta güçlüyse hiçbir yatırımcının sıcak parasına ihtiyaç duymaz.

Bağımsızlık üretime bağlıdır, üretimse işçilere. Hiçbir işçinin ömrünün sonuna kadar vasıfsız işgücü olarak kalması beklenemez. 

Kıdemi artmak zorundadır. Asgari ücret ancak işe başlangıçta tecrübe edinilene kadar geçen sürede kabul edilebilir. 

On yıllık tecrübeye hiçbir sektörde asgari ücret teklif dahi edilemez.

İşçilerin giyim, yol, yemek, sosyal tesis, kreş ve tatil hakları devletin güvencesinde olmak zorundadır.

Bir ülkenin refah düzeyi işçi sınıfının yaşam şekliyle doğru orantılıdır.

İşçi, boğaz tokluğuna çalışan insan demek değil, üretimin temel taşı. Bu sebeple nasıl ki Akdeniz ve Ege kıyılarında Avrupa'nın işçilerini ve emeklilerini beş yıldız tesislerimizde ağırlıyorsak, kendi işçi sınıfımız için de kurduğumuz hayal asgari ücrete yapılacak zam oranı değil, kaliteli bir yaşamın bedeli kadar olmalı.

İşçilik onurlu bir meslektir ancak nesilden nesile aktarımı isteğe bağlı olmalı, zorunluluk değil. İşçi çocuklarının ister sanatçı, ister doktor isterse hakim olmayı, dilerse anne-babasının yaşamından aldığı ilhamla işçi kalmayı istemesi kendi tercihlerine bağlı olmalı. İşçilik kader değil hayata dair bir seçim olmalı.

Tarım sadece bir gelir şekli değil, iklim krizini, dünyayı bekleyen kıtlığı ve dışa bağımlılığı düşününce en önemli üretim alanlarından biri.

Dolayısıyla tarım ve hayvancılık desteklenmeli. Bilimin ışığında geleceği hesaplayarak tarım yapılabilmesi için ziraat fakültelerine araştırma ve geliştirme bütçesi ayrılıp tüm çiftçilere eğitim götürülmeli. Ürün taban fiyatlarını çiftçilerle birlikte devlet belirler. Zira biz başka alem isteriz, yeniden devlete ait şeker, un, konserve fabrikaları açılmalı, devlet siloları dolmalı.

Halkın yediği domates, pirinç, fasulye dış politikadaki tavizlere bağlı olmamalı.

 

Ne demek LGBTİ+'ların yaşam hakkını tartışmak? Aşk aşktır ve kimin arasında olduğu kimseyi ilgilendirmez. Evlilik hakkı herkese eşit tanınmalı. Sağlık raporu alan ve gerekli testleri yaptıran herkes evlilik için başvurabilmeli. 

Evlilik bir akit, bir sözleşmedir. İki tarafın akdi sona erdirmeye niyet etmesi durumunda muhatabı yargı değil noter olmalı. Yargı ancak uzlaşmazlıklarda devreye girmeli. Hiçbir yargı mensubu, hiçbir bireyi, sona erdirmek istediği bir ilişki içinde kalmaya mecbur tutamaz. 

 

Artık kadına şiddetin cezasızlığını değil, fırsat eşitliğinin önündeki engelleri değil, kadının cinsel devrimini konuşabilmeliyiz.

Katillerin cezasını bulması talebi derhal karşılık bulsun, biz artık hiçbir kadının yaşam şekli yüzünden toplumsal bir dışlanmaya, yargılanmaya hatta evlilik ve çocuk baskısına uğramadığı bir yaşam istiyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine bakanlık kurulmalı. Kamusal tüm alanlar buna göre düzenlenmeli. Çok basit gibi görülebilir ancak umumi alanlarda erkek tuvaletlerinde bebek bezi açmak için alan olmaması bile bir tartışma ve icraat konusu olmalı. Gerçi madem başka alem isteriz: Öyle medeni olmalı ki artık ayrı tuvaletlere bile ihtiyaç duyulmamalı.

Doğan çocuktan ebeveynler eşit sorumludur, devlet de üçüncü sorumlu. Çocuk hakları devlet güvencesinde olmalı. Buna oyun hakkı dahil.

Bebek 15 aylık olana kadar anne ve baba doğum iznini bölüşebilir. Buradan sonra çocuğa devlet kreşinde bakılacak, anne-baba iş hayatına döneceklerdir. Çocuk; ne kadının istihdamdan düşmesine, ne kayıt dışı işgücü olan bakıcılık sektörüne ne de ikinci baharındaki kadınların torun bakma yükümlülüğüne sebep olamaz.

Bağımlı ilişkilerden samimi ilişkilere ancak böyle geçilir. Kadınlar önce anne sonra anneanne-babaanne sıfatına yüklenen ağır sorumluluk altında ömrünü görünmez bir iş gücüyle tüketmek zorunda değil.

 

Laik bir ülkede hiçbir dinin temsilciliği tüm yurttaşlardan toplanan vergiler ile beslenemez. Diyanet kaldırılmalı. 

Herhangi bir dine dair kurumlar kendi finansmanını kendisi sağlar ve diğer tüm kurumlar gibi sıkı bir denetime tabidirler. İbadet mekanlarının tarihi vasfı olması durumunda Kültür ve Turizm Bakanlığı denetimi de gerekir.

 

Daha böyle sayfalarca yazılabilir. Konuştuğumuz gündemin sığlığından yıldım. Bir gün biri çıkıp diyor "kadın sütyen giymemiş", sütyen konuşuyoruz. Öbürü Gezi'nin 9. yılında nereden baksan tutarsız, nerden baksan ahmakça bir öykü uydurmuş, 9 senedir akla gelmemiş de şimdi çıkıp anlatılıyor. Bunu konuşuyoruz.

Dün katil denilen bugün tam kadro protokolle karşılanıyor, adamlar tıkanarak yemek yer şenlik yaparken bir yanda orman yanıyor, bir yandan Pınar Gültekin davasından izan dışı karar çıkmış, bir kadını canlı canlı yakmanın cezası bu olamazı anlatmaya çalışıyoruz.

Darbeye vesile, cemaatçi bunlar diye şirketlere çökmüşler, hala öyle elleri kolları sallayarak geziyorlar.

Rabia Naz davasını da bu işleri de yazan gazeteci Metin Cihan ülkeye gelemiyor, Rabia Naz'ın babası, Metin'in babalar günü'nü kutluyor: bitsin bu hasret diye. 

Artık kalbim yerinden sökülüyor.

 

Büyük ve güzel bir hayal kurayım diyorsun, pesimistler ekşiyor: “Aptal herhalde, mümkün olmayan şeylerin hayaliyle avunuyor. Gerçeklerden kopmuş.”

Üstelik bunu diyenlerden birinin kolunda Che dövmesi var: Gerçekçi ol, imkansızı iste yazıyor. 20 senede ülkenin parsel parsel satılmasını, bir darbe girişimini koca bir ranta çevrilmesini, üniversite kadrolarının hepsinin aynı soyismi taşımasını, doların 18’e çıkıp 11’ e inmesini, ekonomide Nas teoremi uygulanmasını aklı alıyor da ustabaşı kızını Erasmus’a gönderebilmeli deyince bunu “toz pembe aptalca hayal” buluyor.

Oysa bak bakalım bu köşe başını tutmuşlar kaç kişi kaldı, bir de say bakalım biz kaç kişiyiz?

Hayali olmayanın vaadi, vaadi olmayanın planı, planı olmayanın kazanma şansı var mı? Cümlenin tersten başa doğrulamasını yaparsak: kazanma şansı hayalinin olmasıyla doğru orantılı çıkıyor.

Bu kara düzen birbirine sımsıkı karışmış, orasını toparlamak, burasını yamamak diye bir şey yok.

Yekten kaldırıp atmadan kimseye bir hayat yok. Biz başka alem isteriz, her şeyiyle bambaşka.

Unutturuluyoruz. Gündeme bak: mezbele.

Suudi'ye kurulan sofra bizim çenemizi yordukça insanın gücüne gidiyor.

Bu görüntülere karşı “Ah canım Avrupa sermayesi, IMF bile bundan iyiydi” yorumları deli ediyor. Gül gibi memleket sanki birilerine satılmadan yönetilemiyor.

6. Filo sanki hiç denize dökülmemiş gibi.

Biraz da başka alemden konuşalım, böyle ileri gidilmiyor.

İngiliz yazar Herbert G. Wells, “Kremlin’deki Hayalperest” diyor Lenin’e.  

Komünizme olan onca mesafesine karşın, tanıştıkları günü şöyle anlatıyor:

“Onda, komünizmin Marx’a rağmen sonunda fazlasıyla yaratıcı olabileceğini fark ettim. Komünistler arasında karşılaşıp durduğum bezdirici sınıf savaşı fanatiklerinin, çakmaktaşı gibi katı şabloncuların, tanıdığım çok sayıda eğitimlinin sıradan tutkulu Marksist boş kibrinin ardından, komünizm projesinin enginliği ve karmaşıklığını açıkça itiraf edip gerçekleştirilmesine yönelik basit odaklanmasıyla hayret uyandıran bu ufak tefek adam, insanı canlandırıyordu. En azından, bütünüyle yeniden gözden geçirilmiş, planlanmış ve kurulmuş bir dünya görüşüne sahipti.”

Bütünüyle yeniden gözden geçirilmiş, planlanmış ve kurulmuş bir dünya görüşü kısmının altını çizdiğim,

Yordam Kitap’tan çıkan “Yazarların ve Sanatçıların Gözüyle Lenin” i pazar okuması olarak tavsiye ederim.

Başka bir alem hayaliyle esen kalın.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...