11 Haziran 2022 03:46

Nostaljinin nostaljisi

Görsel: Film afişi 

Paylaş

Özellikle ‘80’li ve ‘90’lı yılların ruhlarının yeniden çağrıldığı tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Bu mevzu kendi başına tartışılmayı hak ediyor, tartışılıyor da. Özellikle popüler sinema (buna dijital platformlardaki dizileri de ekleyebiliriz) bu konuda başı çekiyor diyebiliriz. Daha “Top Gun Maverick”in sinemalardaki etkisi geçmeden bir başka ‘ruh çağırma’ seansıyla karşı karşıyayız. Bu geçmişe dönme meselesine dair bir cümle ederek yeni Jurassic Park filmine geçeyim. Bugünün popüler kültür atmosferinin temelleri ‘80’li yıllar ve ‘90’ların ilk yarısında atıldı. Siyasal ve ekonomik çözülmeyle birlikte krize giren bugünün popüler kültür alanının geçmişin ruhlarını çağırmasında şaşılacak bir durum yok gibi geliyor bana.

Malum, milyonlarca yıldır uykuda olan dinozor familyası 1993’te “Jurassic Park” filmiyle Steven Spielberg tarafından uyandırılmıştı! Filmin gördüğü büyük ilgi devamını da getirdi kuşkusuz. 1997 ve 2001’de ilk filmden kimi oyuncuların varlığı devam ederek yeni yapımlar eklendi hikayeye. İlk üçlemenin ardından yeni bir seri için harekete geçen yapımcılar, orijinal serinin adasına geri dönme kararı aldılar. 2015’de izlediğimiz “Jurassic World”, Nublar adasındaki dinozor şovunun ilgi çekiciliğini kaybetmeye başlaması üzerine açgözlü kapitalistler ve hırslı bilim insanlarının ‘doğada olmayan’ yepyeni bir tür ortaya çıkarmasını ve kontrolden çıkan bu yeni canlının adayı cehenneme çevirmesini anlatıyordu.

2018’de izlediğimiz “Jurassic World: Yıkılmış Krallık” ise ilk dört yıl sonrasına götürdü seyirciyi. Tehlike atlatılmış, dinozorlar adada tutsak kalmıştır. Fakat adadaki yanardağın faaliyete geçmesi üzerine uluslararası bir tartışma başlar. Dinozorlara diğer canlılar gibi muamele yapıp adadan kurtarmak gerekli midir? Yoksa zaten tarihe karışmış olmaları gereken bu canlıları kaderlerine mi terk etmeli? İlk filme hırslı bir işletmeci olarak başlayıp finale doğru değişime uğrayan Claire tavrını dinozorların kurtarılmasından yana koymuş “Dinozorlara fısıldayan adam” Owen Grady’yi de yanına alarak bir tahliye operasyonu başlatmıştı. “Sonrası, açgözlü kapitalistler, hırslı bilim insanları, insanın doğayı kontrol etme rüyası ile doğanın kontrol edilemezliği arasındaki çelişki…” Tırnak içinde yer alan bölümü, “Yıkılmış Krallık” filmine dair yazıda kısa hikayeden sonrasını tarih etmek için kullanmışız. Bu cümleyi kopyalayalım.

Bu hafta itibarıyla sinemalarda gösterilmeye başlanan “Jurassic World” serisinin yeni filmi “Hakimiyet”e gelince. İkinci filmin ardından dinozor sülalesi dünyanın dört bir yanına yayılmış, kimi türlerle barış halinde yaşanırken, kimileri tehdit olmayı sürdürmektedir. Kahramanlarımız Clarie ve Owen, seçilmiş çocuk Maisie ve seçilmiş dinozor Blue ile birlikte gözden ırak bir hayat sürmektedir.  Ama kötü adamlar iki seçilmişin de peşindedir. Ve 1993’ki ilk filmin yıldızlarından Ellie Sattler girer kadraja. Genetiği değiştirilmiş bir tür çekirgenin tahıllara verdiği zararı takip ederken, ilk filmin bir diğer kahramanı Alan Grant’a çıkar yolu. Clarie ve Owen küçük kızı, Ellie ve Alan ise dünyayı kurtarmak için atıldıkları macerada yolda karşılaşırlar. Şimdi kopyaladığımız cümleyi buraya yapıştırabiliriz: “Sonrası, açgözlü kapitalistler, hırslı bilim insanları, insanın doğayı kontrol etme rüyası ile doğanın kontrol edilemezliği arasındaki çelişki…”

Gördüğünüz gibi hikaye örgüsünü değiştirip, temaya dokunmadan aynı filmi tekrar çekebiliyor olmanın keyfini sürüyor Hollywood. Hakkını yemeyelim çünkü biraz gürültülü de olsa eğlenceli olabiliyor yer yer “Jurassic World: Hakimiyet”. İkinci filmde yönetmen koltuğunu başka birine bıraksa da serinin yaratıcısı olan Colin Trevorrow yeniden dönmüş görevinin başına. İlk iki filmde birlikte çalıştığı Derek Connolly de ekipte. İlk kez Nublar Adası dışında, ‘gerçek’ dünyada geçen film aksiyon açısından melez bir lezzet sunuyor denilebilir. Clarie ve Owen’ın hikayesi, özellikle de Malta’da geçen bölümler bugünün aksiyonundan izler taşıyor. “Görevimiz Tehlike”den “James Bond”a kadar aklınıza gelebilecek her tür zamane aksiyonunun unsurlarını bulmak mümkün bu aksta. Öte yandan Ellie ve Alan’ın bölümlerinde ise ’80’li yılları aratmayan bir aksiyon estetiği mevcut. Ki zaten şapka dahil olmak üzere “Indiana Jones”a açık göndermelerle bu duyguyu pekiştiriyor. Bu melezlik göze batmıyor aslında. Hatta filmin güçlü yanı olduğu bile söylenebilir. Kimi yersiz esprileri dışarıda tutarsak.

Ama filmin bunun dışında çok fazla bir şey vadettiğini söylemek zor açıkçası. Felaketin sorumluluğunu kapitalizme değil de açgözlü bir iş insanına yükleyen, standart Hollywood metni yerli yerinde. Kötü adamın motivasyonunu anlamak zaten imkansız. İçindeki iyiliği son anda keşfedip dünyayı kurtarma kervanına katılan kandırılmış kimseler de mevcut. Filmin içine pek yedirilemeyen ve finalde karşımıza çıkan “Hepimiz kardeşiz bu kavga ne diye” temalı dış ses ile bütün beklenti karşılanıyor. Üzerine Ian Malcolm, Dr. Henry Wu gibi eski tanıdıklar da eklenince hafta sonu çerezi olarak makul görünüyor film. Zaten amaç da bu değil mi?

Tabii bizim kuşak için Laura Dern, Sam Neill, Jeff Goldblum üçlüsünü yaklaşık otuz yıl sonra yeniden dinozorlarla mücadele ederken görmek hoş. Ama aradan geçen zamanı da hatırlatıyor tabii!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...