28 Mayıs 2022 04:30

Kemerlerinizi bağlayın, geçmişe gidiyoruz!

Görsel: Film afişi 

Paylaş

“Kuşkusuz bugüne dek yapılmış en askere alım oranı patlamasını gerçekleştirmiş olan film, başroldeki Tom Cruise’un kendini beğenmiş donanma pilotunu canlandırdığı, Paramount’un 1986 hiti Top Gun’dı. Donanma filmi o kadar sevdi ki, askere alım görevlileri filmin gösterildiği sinema salonlarında askere alım için stantlar kurdular. Donanmaya göre, film gösterime girdikten sonra donanma pilotu olmak isteyen gençlerin oranı beş kat artmıştı.”

Yukarıdaki paragraf, David L. Robb’un “Hollywood Operasyonları” (Güncel Yalıncılık, 2005) kitabından… Bugünlerde yeni baskısı bulunmayan bu kitap Hollywood ile Pentagon arasındaki iş birliğinin tarihçesini sunuyor okura.

Aynı kitaptan devam edelim: “Birçok film ve TV şovu için çalışan ordunun halkla ilişkiler görevlisi Binbaşı David Georgi o dönemi şöyle anlatıyor: Çocuklar filmden faltaşı gibi açılmış gözlerle çıkar ve ‘Nereyi imzalıyorum’ derlerdi.”

Bir sonraki cümle ise şu: “Garip ama Top Gun’ın devamı çekilmedi”…

Son cümleden başlayalım: 36 yıl sonra yeni bir “Top Gun” filmi var karşımızda. Bu haftadan itibaren vizyonda olan “Top Gun Maverick”de yine Tom Cruise başrolde. “Top Gun”ın devam filminin çekilememiş olmasının nedenlerinden biri ilk filmin hikayesinde önemli yer tutan Soğuk Savaş’ın sona ermiş olmasıydı kuşkusuz. Ama “Hollywood Operasyonları” kitabında da anıldığı gibi Pentagon’un desteğiyle çekilen film, yalnızca militarist bir yapım olarak kalmadı. Dönemin popüler kültürüne de çok şey armağan etti. Berlin tarafından söylenen “Take My Breath Away” şarkısı, Cruise’un canlandırdığı ve ikinci filme de adını veren Maverick’in taktığı gözlükler, kullandığı motor, giydiği mont dönemin popüler kültüründe önemli birer yer edindiler.

Politik başarısı yazının girişinde andığım askere alma etkisinden geliyordu. Ama kültürel bir başarı da yanına eklendi. Nihayetinde askeri başarı etkisini yitirdikten sonra bile filmin kültürel etkisi devam etti. Üstelik yalnızca ikonik eşyalar değil, sahneler de hediye etti popüler kültüre. Örneğin pilotların yarı çıplak voleybol oynadıkları sahne gibi.

“Top Gun Maverick” bugün artık üretimi ve tüketimi baş döndürücü hale gelmiş popüler kültüre kalıcı etkiler yapar mı, pek sanmıyorum. Ama yarattığı etkiyi iyi kullanan ve ‘eski hissi’ vermeyi başaran bir yapım. Üstelik haliyle dönemin konseptine de uyuyor. Geçmiş melankolisini arayanlar için fazlasıyla işlevli bir film.

Özetle, film zamanı ile gerçek zaman birbiriyle aynı. Başına buyruk, söz dinlemez Top Gun Pilotumuz Maverick, aynı haylazlıklarla devam ettiği için fazla terfi alamamış ve ancak albay olmuştur. Çölde bir projenin başındadır. Ancak ilk filmdeki hasmı “Ice” artık bir komutandır ve Maverick’e göz kulak olmaktadır. Çok zorlu bir görev için her biri birer ‘top gun’ olan pilotları eğitmek üzere vazifeye çağrılır kahramanımız. Tabii ki ilk filmde hayatını kaybeden ortağı Goose’nin oğlu da bu yeni ekibin içindedir. İlk filmde Maverick’in babasıyla kurduğu hayali ilişki burada terse çevrilir ve Rooster ile kurulur. Yeni ekip, ilk filmde olduğu gibi bembeyaz ve erkek değildir artık. İlk filmde figürasyon düzeyinde bir siyah pilot görüyorduk. Burada yalnızca siyahlar değil, İspanyol kökenliler ve bir de kadın pilot vardır ekipte. Ne de olsa çağ değişti. Tabii ki aşk açığını kapatmak için de aradan geçen zamanda yaşanmış ve bitmiş bir ilişkinin yeniden alevlenmesi gerekmektedir. Bunun için de Jennifer Connelly tarafından canlandırılan Penny Benjamin karakteri giriyor devreye.

Yukarıda da değindiğim gibi, bu hafta vizyona giren film, ilkinin ruhunu fazlasıyla taşıyor. Bu filmin güçlü yanı bir yandan. İlk filmi bir propaganda filmi olmaktan çıkartan şey, birlikte hareket etmenin, dayanışmanın, birbirini kollamanın, güven duymanın, takım olmanın önemini hatırlatmasıydı. Bunu yaparken de Maverick’in karakterinde liberal bildirisini de ilan etmeyi ihmal etmiyordu: “Ama bireyselliğinizden ödün vermeyin.”

Şimdi aradan geçen bunca zamanda, kişisel becerilerin önemi vurgulansa da asıl olarak takım olma, bir arada iş yapabilme kısmına vurgu yapılıyor. Maverick de yaşlandığı için olsa gerek ‘o kadar’ fevri davranmıyor. Bir de tabii ilk filmin liberal bildirisi bugünlerde çok ilgi görmüyor.

Filmin sıkıntılı yanı ise hayali düşman yaratmanın, hikayenin aksiyon yönünü ve gerilimi akamete uğratması. En nihayetinde yüzlerini görmesek de ilk filmde sahici bir düşman vardı: Sovyet pilotları ve MİG uçakları. Burada ise uluslararası hukuka aykırı bir şekilde uranyum zenginleştiren bir ülke söz konusu. Buradan İran’ı anlıyoruz. Ama bu ülke aynı zamanda ABD’nin sahip olduklarından daha teknolojik uçaklara da sahip. Böyle bir ülke var mı bilmiyorum ama son saldırının denizden (muhtemelen Pasifik) yapıldığı düşünüldüğünde akıllara Çin geliyor. Yani İran/ Çin karışımı bir ‘düşman devlet’ söz konusu. Bu hayali düşman, filmin propaganda düzeyini düşürerek artı hanesine yazıyor ama tehdidin hayali olması gerilimi azaltıyor.

 Tom Cruise’un altmış yaşındaki performansını analım sadece çünkü her türlü övgüyü aldı. Ama kısa da olsa Val Kilmer’ı ‘Iceman’ olarak görmek hoş. “Top Gun Maverick”, ilk filmi sevenleri tatmin edecektir. Öte yandan politikada o dönemin liderleri ve yönelimlerini kastederek “bitmeyen ’80’ler”den bahsedilirken, bunun popüler kültürdeki iz düşümü olduğu su götürmez.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...