22 Mayıs 2022 01:05

Ölen bir göle saygı duruşu: Seyfe

Kuruyan Seyfe Gölü

Fotoğraf: Ömer Çetiner

PAZAR
Paylaş

Anadolu bozkırının ortasındaki köyümden, annemin çocukluğunun bir bölümünün geçtiği göle doğru gidiyoruz. Mevsim sonbahar. Tarlalarda buğdaylar çoktan biçilmiş, mercimekler, nohutlar yolunmuş, elma toplama mevsimi gelip çatmış. Arabamız, adına türküler yakılan, bozlaklar havalandırılan allı turnaların yurduna, Seyfe Gölü’ne doğru yol alırken, Keskinli Hacı Taşan ustanın türküsü eşlik ediyor bize:

“Allı turnam bizim ele varırsan / Şeker söyle kaymak söyle bal söyle / Eğer bizi sual eden olursa / Boynu bükük, benzi soluk yar söyle.”

Bozkır, bu mevsimde tam da türküde olduğu gibi boynu bükük, benzi soluk bir insana benzer. Toprak, ağaçlar, otlar, serçeler, hatta taşlar bile yavaş yavaş içine çekilir. Doğa önce sararır, sonra sarısı soluklaşıp boz bir renk halini alır.

Tarla farelerinin cirit attığı dar ve çukurlu asfalt yolun sonunda vardık Badıllı Mahallesi’ne. Bir elektrik direğine tutturulmuş “Göl” yazısını izleyerek ilerledik. Hepi topu üç beş evden oluşan köyün sokağı miskin miskin dolanan birkaç kedinin dışında boş görünüyordu. Badıllı’nın Seyfe Gölü’ne en yakın evinin önünde durduk. Bahçedeki birkaç kişi bize doğru geldi.

KÜRT PİLAVI

Kısa bir hoşbeşten sonra yeşil çimenlerin üzerinden fışkırmış kırmızı, beyaz, sarı güllerle bezeli bahçenin ortasına doğru yürüdü Fatma teyze. Yetmişlerin sonlarında görünüyordu yaşı.

“Ne deyim ki oğlum? Millet dağıldı, benim gibi yaşlılar kaldı. Yaşlıların şimdi ne değeri, kıymeti var ki!”.

Yorgun gövdesini adeta sürükleyerek basamakları çıktı. Evin kapısından içeriye girmek üzere olan sarı bir kedi onun geldiğini görünce sekiden aşağıya atladı. Tek katlı evin önünde topraktan bir metre kadar yüksekte beton bir seki, çatıyı tutan bir iki ahşap direk ve evin içine doğru açılan ağır demir bir kapı vardı. Kapıdan girildiğinde geniş holün serinliği yüzünüze çarpıyordu hemen. Holün sağındaki mutfakta Fatma teyzenin gelini ocağın üzerinde pişen yemeği karıştırıyordu. Kapağı kaldırılan tencereden yoğun bir buhar fışkırdı mutfağın içine. Bulgur pilavının kokusu sardı bir anda her yanı. Bizi köye getiren arkadaşımız “Kürt pilavı yeriz geldiğimizde” diyerek önden siparişi vermişti zaten. Bize de demişti yolda gelirken, “Size Kürt pilavı yapıyorlar” diye. Seyfe köyünün bir mahallesi durumundaki Badıllı da Kürt-Türk karışık yaşıyordu.

SUYUN HASRETİYİZ!

Mutfağın geniş penceresinden evin bahçesinin sınırlarını çevreleyen telden belki yüz metre kadar uzakta ahşap bir kuş gözlem kulesi ve hemen önünde de geniş bir beyazlık uzanıyordu. Bu beyazlık Seyfe Gölü’nden geriye kalan tuz ve çorak araziden başkası değildi.

Pencerenin önündeki masaya gidip dayandı Fatma teyze.

“Buradan bakıyorduk, oturduğumuz yerden. Kuşlar dönüyordu pır pır pır… Çok hoşumuza gidiyordu. Şimdi rahatız, iyiyiz de işte, suyun hasretiyiz!”

Mutfaktaki işi gelinine bırakıp bahçeye çıktık. Arkadaşlarımız iki kamerayı kurmuşlar, bizi bekliyorlardı. Fatma teyze, bahçenin ortasına, zerdali ve vişne ağaçlarının yanına konulan iki kişilik eski bir koltuğa gömülürken derin derin iç çekti.

Bize gölün eski halini anlatmasını, bizim sadece fotoğraflarda gördüğümüz Seyfe’nin yüz binlerce kuşa ev sahipliği yaptığı zamanlardan bahsetmesini istedik.

Elini çenesine götürdü, yüzüne bir gülümseme, gözlerine fer geldi o günleri anlatırken; “Müthiş bir mavi suyu vardı. Kuşların sesinden uyuyamazdık. Kaz vardı, ördek vardı, toy vardı. Oranın suyu bambaşkaydı. Giderdi çocuklar içinde yüzerdi. Böyle oturduk mu masmavi görünürdü. Kuşlar başında par par dönerdi”.

Oğlu Asaf Albayrak çocukken kuş gözlem kulesinin dibinden yüzmek için suya atladıkları zamanları sanki aradan bin yıl geçmiş de bir daha o günlerin gelmesi olanaksız gibi bir ruh hali içinde anlattı;

“Kulenin olduğu yeri görüyorsanız şimdi, su orayı aşar ta bu tarafa gelirdi.

Sazlıktı yani bizim burası komple sazlıktı. Sazın olduğu yerde bereket vardır. Sivrisinek vardı ama katlanıyorduk. Ama çok güzeldi yani”.

GÖLDEKİ TEK CANLI

O gün Badıllı’daki çekimlerimizi fazla uzatmayıp göle gittik. Kuş gözlem kulesinin hemen önünden başlayan göl alanı göz alabildiğine bembeyaz bir tuz tabakası ile kaplıydı. Bir damla su yoktu gölde! Gölün yüzeyinde ayaklarımın altındaki tuz çıtırtılarını dinleyerek 10-15 dakika kadar yürüdüm. Bir zamanlar suyun derinliğini ölçmeye yaradığı anlaşılan, üzerinde rakamlar bulunan ölçüm direklerinin yanına kadar gittim. Ölçüm direkleri gölün üç-dört yüz metre içerilerine kadar gidiyorlardı. Ölçüm direklerinin üzerinde küçücük bir örümcek ağını kurmuş tembel tembel sallanıyordu. Bu küçük örümcek, bir zamanlar bozkırın ortasındaki yüz binlerce kuşun yuvası olan göldeki tek canlıydı bugün!..

Ertesi günkü çekimlerimize katılan, ömrünün uzun bir dilimini göllerle, sulak alanlarla ilgili çalışmalara ayıran Doğa Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erdem, dört saat yoldan, Ankara’dan gelmişti.

“Türkiye genelinde 116 tane önemli bitki alanı var. Bunlardan bir tanesi Seyfe Gölü. Bu özellikleri nedeniyle 1989 yılında burası Türkiye’deki en sıkı koruma statülerinden biri olan birinci derece doğal sit ilan edilmiş. 1994 yılında Türkiye Ramsar Sözleşmesi, sulak alanların korunması sözleşmesine taraf olunca ilk listeye dahil ettirdiği alanlardan birisi de Seyfe Gölü. Seyfe Gölü Ramsar Sözleşmesi listesine dahil ettirilerek bu alanın doğal yapısının ve ekolojik karakterinin korunacağı uluslararası düzeyde taahhüt edildi” dedi.

Elli yıllık akademik yaşamını gölleri araştırarak geçiren ve geçtiğimiz yıllarda emekli olan Doç. Dr. Erol Kesici de Seyfe’den “Harika bir yerdi” diye bahsediyordu; “Bakın öyle bir ekosistemi vardı ki orada, acı tatlı su ekosistemi var, canlılar var, bitkiler var. Düşünebilir misiniz orada 600 binden fazla kuş vardı! Bozkırın ortasında bir vaha, tam bir cennet”...

SEYFE GÖLÜ ÖLDÜ!

Osman Erdem’e göre gölü kurutan yanlışların başında göle gelen kaynak sularını toplayıp Kızılırmak’a akıtmak amacıyla yapılan 30 km’lik kanal geliyordu . Güya, gölde gezinen su kuşlarının ayakları göl tabanına rahat değebilsin diye göl sularının fazlasını boşaltmak için yapılmıştı bu “zihni sinir’ proje”!..

“Bu kanal olmasaydı bu kanalda biriken sular Seyfe Gölü’ne gidecekti? Bir nebze de olsa orada toplanacaktı ve oraya gelen canlılar için yaşam kaynağı olacaktı” dedi Osman Erdem.

Erol Kesici Hoca ise daha sert konuştu; “Gölün suyu çalındı! Üç tane pınarın suları başka yerlere saptırıldı. Siz pınarın önüne gölet yapıyorsunuz ve pınarın yönünü saptırıyorsunuz. Benim bir damarımı saptırsak ne olur? Seyfe Gölü de benim gibi canlı bir göl. Çok sayıda sondaj kuyuları var. Hem aortunu kapatıyor, hem damardan suyunu çekiyorsunuz. Ne olsun bu? İşte bu yüzden Seyfe Gölü diye bir yer yok artık. Seyfe Gölü öldü!..”

Geçtiğimiz yıl kasım ayının ortalarında Seyfe Gölü’nde ve çevresinde çekimler yaptık. Annem, henüz 9-10 yaşındayken ailesiyle tarım işçiliği yaptığı gölün eski halinden özlemle:

“Yemyeşildi, zümrüt gibi suyu vardı gölün. Şimdi çöl olmuş! Demek ki her şeyi gösteren su...”

Fatma teyze gölün kendisine benzediğini söylüyor. Ona ve aslında kendisine bir ağıt da yakmış: “Bir gün oraya, başına vardım. Çok üzüldüm ama çok üzüldüm.

“Hani senin ördeğin kazın / Başına biriken gelinin, kızın / Sen de benim gibi kurudun mu göl?” dedim. Ben yaşlandım çocuklarım dağıldı dört bir yana. Göl de iyice bana benzedi, kurudu kaldı!..”

Seyfe belgeseli bitti. Önümüzdeki günlerde gösterimleri başlayacak. Anadolu’nun ortasındaki bir cennetin nasıl cehennem haline getirildiğini öğrenmek istiyorsanız Seyfe’yi izleyin. Hoyratça yok edilen göllerimizin, dağdan yavrusunu göle indirip su olmadığı için boynu bükük geri uçan angutların, toy kuşlarının ve gölü kendisine benzetip ağıt yakan köylülerin hüznüne sizler de tanıklık edin...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...