21 Mayıs 2022 00:23

Geçmişe değil, geleceğe bakmak

okul bahçesinde yürüyen öğrenciler

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Bir 19 Mayıs kutlamasını daha idrak ettik. Osmanlı’nın küllerinden modern bir ulus devlet yaratma mücadelesinin ilk adımı olarak 19 Mayısları kutlamak hem heyecan verici hem de ileriye yönelik düşüncelerin oluşumu vesilesidir. Sanırım, kutlama vecdi ile kapıldığımız heyecanlarda geçmişi yaşarken, geleceği hemen tamamıyla ihmal ediyoruz. Gelecek ise heyecanla değil, akılcı planlama ve çaba ile yaratılır.

Türkiye’nin bugünkü durumu acaba Osmanlı’nın son durumunu mu, yoksa cumhuriyetin ilk yıllardaki heyecanı ve kalkınma coşkularını mı yansıtıyor? Bir konuda aldanmayalım. Tabii ki, bugün genç ve yaşlı herkes sokaklarda telefonla konuşabiliyor, evlerde her türlü alet, edevat ev işlerini kolaylaştırıyor, çok daha fazla sayıda okul ve hastaneye sahibiz. Bunların hepsi doğru! Fakat unutmayalım ki, önemli olan anlık görüntü değil, gidişattır. Yine unutmayalım ki, insanoğlu anlık parıltılara kapılarak gidişatı göz ardı edebilmektedir. İşte, şu anda Türkiye’de gerçekleşen manzara tam da budur: Anlık parıltıya kapılıyoruz ve hazin gidişatı algılayamıyoruz bile. 19 Mayısları, 29 Ekimleri ve tüm içimizi hoplatan ulusal gurur günlerimizi anlık görüntüsüyle değil, gidişatın yönü ile değerlendirmemiz gerekir, zira gelecek gelecektir; gelecek geldiğinde ise bugünkü hatalarımızla dizimizi dövmememiz için gidişatla ilgilenmemiz elzemdir.

Gidişata bakarak, bugünün filizleri ve geleceğin umutları olan gençlerimizi mercek altına aldığımızda iki olumsuz görüntü içimizi burkuyor. Birincisi, gençlerimizin gözlerini gelişmiş merkez ülkelere dikmeleridir. Eğitim düzeyi yüksek ve potansiyel vadeden gençlerimizi, temel eğitim harcamalarını karşıladıktan sonra, ileri ülkelerin kullanımına sunuyoruz. Bu meseleyi bireysel karar olarak göremeyiz. Bu mesele ülkedeki siyasete, ekonomi yönetimine ve geleceğe bağlanabilecek umutlarla ilgilidir. Münferit hareketlenmeleri bir tarafa bırakıp, kütlevi duruma baktığımızda, kararların temelini gençlerin eğilimlerinin değil, siyasi iradenin yanlışlarının oluşturduğunu görürüz. Eğitim sisteminin mantıktan uzak, skolastik, ezberci niteliği ile imam hatip mantığına dayandırılması gençleri eğitimden soğuturken, toplumsal düzeyde beyin çürümesi oluşturmaktadır. Hızla gelişen ve giderek çapraşıklaşan küresel koşullarda bilgisayar yazılımcıları yetiştirmenin yegane meslek alanı olarak seçilmesi büyük firmalara ücretli köle üretmenin dışında ülkeye fazla bir yarar oluşturamaz. Eğitim alanından felsefeyi söküp çıkarmak, beyni çıkarılmış mekanik insan oluşturmaktır. Yanlış anlaşılmamalıdır, dijitalleşen dünyada bilgisayar yazılımcıları yetiştirmek, yapay zeka konularının işlenmesi ve eğitim alanına alınması gerekli dahi olmayıp, zaruridir. Ancak, bunlar mekanik araçlardır; bu araçların nerelerde ve hangi amaçla kullanılacağı kadar, sonuçlarının ve toplumsal bölüşümünün nasıl olacağı meselesi söz konusu araçlardan bağımsızdır. Daha da ileri gidersek diyebiliriz ki, bugünün parlayan alanlarına yönelmemiz, yarının yedek işçi ordusunu yaratıcı boş çabadan öte bir faaliyet olarak görülemez.

Gençlerimiz, hatta tüm halkımız ile ilgili diğer bir sorun da, bugünün eksik ve/veya yanlış beslenmesinin gelecek nesillerde oluşturacağı beyinsel ve bedensel hasarların toplumsal emek potansiyelimizi çürütmedeki rolüdür. Yaşadığımız eksik ve yanlış beslenme sorununu salt günümüzün yoksulluğu olarak görüp, bu sorunun geleceğe yansımalarını dikkate almazsak, insan kaynağı olan üretimi en zor ve en değerli hazinemizi eritiyoruz demektir. İnsan hazinesinin eritilmesi sonucunda, üretimde, ihracatta ve topyekün ekonomik alanda ciddi kayıplara sürükleniriz. Bu sürecin daha da vahimi, bugünlerde bir nebze de olsa farkına vardığımız cehalet konusu, tüm nesil cahilleşince tümüyle algılayamaz olacağımızdır.

Bugünün başarılı gençleri beyin göçü konusu olurken, diğerleri yanlış ve eksik beslenme ile beyin ve vücut sorunlarına gebe olacak ise, var olan siyasi yapı iktidarını koruyabilir, fakat Türkiye uluslararası alanda konumunu koruyamaz. İlginç olan şudur ki, siyasi yapılar toplumların uzun dönemli çıkarlarını değil, kendi iktidarları dönemlerindeki durumlarını dikkate alırlar. Bu durumun çok tipik yansıması acı olarak tarımda yaşanmaktadır. Tüketiciyi mutlu ederek oy kotarabilmek için ithalata başvuran siyasi yapı, kısa sürede iktidarını korur, fakat uzun sürede ülkenin tarım yapısını tahrip eder ve toplumun beslenme sorununu baltalamış olur. Bir zamanların tahıl ambarı olma durumundan günümüzde saman dahi ithal edebilir konuma gelmiş olmak böylesi kısa bakışlı kör siyasi yapıların sonucudur. Ne hazindir ki, aynı mantık yapısındaki iktidarlar tüm zamanlarda halk desteği alarak, siyasi erkin yaşam süresini toplumun yaşam süresi aleyhine uzatabilmiştir.

Kimilerinin siyasi basiret olarak topluma yansıttığı böylesi seçmen davranışları aslında kendi ayağına kurşun sıkan geri zihniyetli toplumsal yapının yansımasıdır. Bu durum, doğal olarak, eğitim ile ilgilidir. İşte bu noktada eğitim konusu öne çıkar; fakat nasıl eğitim, imam hatip mantıkla ezberci eğitim mi, yoksa eleştirel, karşı çıkışı destekleyen ve özgür eğitim mi! Bu kritik noktaya dikkatlice bakalım. Bir ülkede eğitim niçin yüceltilir, ya da, aksine, çökertilir. Öyle anlaşılıyor ki, birinci aşamada ülkenin siyasi yapısı öne çıkıyor. Siyasi yapı oy kaygısı ile eğitimi uyuşturucu olarak kullanabilir. Marx’a bu konuda karşı çıkanlar da aslında eğitimle beyinleri uyuşturulmuş olanlardır. Peki, eleştirel eğitim konusunda tek karşı güç siyasi yapı mıdır? Hayır, aslında siyasi yapı bir ajandır, içte sermayenin, dış ilişikler bağlamında ise emperyalizmin ajanıdır. O zaman durumu bir kez daha düşünmeliyiz. Eğitim niçin beyinleri geliştirici değil de, uyuşturucu olarak devreye sokulmaya çalışılmaktadır?

Eğitim, beynin afyonlanması ve sistem konusunu ileride tartışmak üzere, 19 Mayıs’ı, bugünün coşkusuyla olduğu kadar, ondan da öte, geleceğin yansımasına bakarak kutlayalım!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...