24 Nisan 2022 01:16

24 Nisan ve ‘devamlılık’ esası!

Kamuoyunda ölüm yolculuğu olarak anılan bu fotoğraf ABD'deki Holokaust Müzesi’ne göre; bir Alman gezgini tarafından Nisan 1915'te Elazığ'da çekildi. Fotoğrafta Ermeni erkekleri Harput'tan şehir dışına çıkarılıyor.

Paylaş

Bugün 24 Nisan... Bu toprakların üzerinde var olmuş kadim ana damarlardan birinin, Ermeni realitesinin hoyratça kesilerek sökülüp atıldığı, karanlık ve kanlı bir dönemin yıldönümü...    

24 Nisan 1915’te startı verilmiş kitlesel kırım ve tehcirin, taammüden işlenmiş bir insanlık suçunun üzerinden 107 yıl geçti.

Hazırlık süreci, neden yapıldığı, öldürülenlerin, sürülenlerin sayısı, sonrasındaki Cumhuriyet rejiminin üstlendiği mülkiyet ve servet transferi, bütün bu sürecin siyasal-sınıfsal sonuçları, vb. tartışılacak boyutlar, sorulacak sorular, ayan beyan işlenmiş ama görmezden gelinmiş bir ‘devlet suçu’na işaret etmektedir. Bugün de üzerinden bir asırdan fazla bir zaman geçse de kıskançlıkla sahiplenilen, savunulan, o malum ‘derin devlet genetiğiyle’ karartılmaya çalışılan bir suç...

‘Uygar dünya’ denilen düzenbazlığın gözü önünde yaşanmış bir gerçeği, yine yalancı ve düzenbaz bir tarih yazımının labirentlerinde çarpıtıp tedavüle sokarak suçu ‘anlaşılır’ kılmaya çalışan siyasetçi/tarihçi esnafının gayretkeşliği, ‘karartmaya’ yetti mi, yeter mi peki? Her 24 Nisan’da tavan yapan bu genetik histerinin ipliği çoktan pazara çıkarıldı. Örneğin, konuya dair önemli çalışmalara imza atan Nevzat Onaran, Kürtçe/Türkçe dergi dilop’un Mart-Nisan sayısındaki yazısında* “Ermeniler hazırlıklıydı, ayaklanıp arkadan vuracaktı” mealindeki ‘gerekçe’yi ele alıyor. Bu da dahil, bütün uyduruk bahanelerin “kuzuyu yemeğe kararlı kurdun ‘suyumu bulandırdın’ hikayesinden” öteye gidemediğini belgelerle ortaya koyuyor. Suçu karartma argümanlarının sahada hiç bir karşılığının bulunmadığını anlatan Onaran, şöyle özetliyor durumu: “Ermeniler, hangi teşkilatla ayaklanacaktı? Lojistiği var mıydı? Bu iki temel soru saha bilgisiyle cevaplandırılmayıp laf kalabalığı yapılmaktadır. Osmanlı devleti alana tamamen hâkimdi... Teşkilat ve lojistik olsaydı, birkaç ayda Van’dan Edirne’ye Ermenilerin kitlesel sürgünü o kadar kolay olur muydu? Van’da, Bitlis’te, Erzurum’da, Sivas’ta... “Hadi şu gün gidiyorsunuz” denildiğinde “Gitmiyoruz” diyen köy, kasaba ve vilayet örneği var mı?...”  Biz cevaplayalım Onaran’ın sorusunu: Bir tek örneği bile yoktu! Mesele, çözülüp dağılmaya yüz tutmuş imparatorluktan geriye ‘Müslüman/Türk’ mevzisi tutmaktı o gün için. Karar verilmişti; dünya savaşında peşine takıldıkları Alman emperyalizminin de açtığı ‘krediyle’, ‘haricî harp’ten ‘dahilî harp’e sınırsız, sorumsuz, kanlı bir koridor açtılar.

Sonuçta, toplumsal yaşama kan taşıyan bir ana damar kesildi ve o ölümcül yara, sonuçları itibariyle hiç kapanmadı.

***

Ölüme, ölüm yolculuğuna çıkarılan milyonlarca Ermeni’nin kaybından ibaret değildi ama açılan boşluk.         

1915’in 24 Nisan’ında başlatılmış sürecin akıl almaz trajedisi elbette döne döne hatırlanmalı, hatırlatılmalı; insanlar, halklar, uluslar empatiye davet edilmeli. Tamam da olup biteni sadece bununla anmak, anlamak yeter mi peki?

Anadolu halklarının toplumsal yaşamına tam ortasından vurulmuş bu kılıç darbesi, ülke tarihini ‘doğal’ mecrasından saptıran bir ‘bozulmaya’ da yol açtı. Geride kalan ulusal-toplumsal gerçekliğin adeta derinliklerine işleyen bozulmanın bugüne kadar süregelen siyasal, sosyal, ahlaki, kültürel semptomları... Her daim ayaklara dolanan iflah olmaz bir iki yüzlülük ve inkârın çıkmaz sokakları...

Sadece bunlar da değil; ‘olmuş-bitmiş’ bir trajedinin ötesinde, çok derin bir ‘yoksulluk’ ve ‘yoksunluk’ halinden bahsedilmezse eksik kalır. Yurtlarının bağrından sökülüp ölüme sürülen Ermeniler, bütün geride kalanları kuşaklar boyu sürecek bir boşluğa, yalnızlığa, yoksulluğa mahkum ettiler. Cezalandırılanların kestiği cezayı da tarih ödettiriyor, ödettirecek daha da. Çok büyük müzisyen Gomidas’ın birikiminden mahrum kalmış sanatın kaybı; devrimci Paramaz’dan, Bitlisli Saroyan’dan, Mebus Krikor Zohrab’dan ve daha nice değerden yoksun kalmış siyaset ve düşün dünyasının zaafiyeti... Arıcılıktan ipek ve deri işlemeciliğine, sanatın her dalından edebi ve kültürel hayata, muazzam bir birikimden bir anda eksilmek, en az bir yüzyıl geriye savrulmak...

Döne döne vurgulamaktan kaçınmayalım: Hiç bir milliyetçilik, ırkçılığın ve inkârın hiç bir türü, devlet marifetiyle yaşamımızın tam ortasına oyulmuş bu boşluğu dolduramadı, dolduramaz! Halkların birlikte barış içinde yaşamasını mümkün görmeyen bu düzen, yüz yıllık o geriye savrulmuşluğu asla telafi edemez. Yaraları saramaz, boşluğu dolduramaz; aksine yeni yaralar, yeni boşluklar açar. Uğursuz hikâyelere yenilerini ekler sadece. Yüz yıldır olan da budur zaten.

***

“O yüzdendir ki, ‘yüzleşme’ denilen şey, tarih(çiler)e bırakılmayacak kadar güncel bir mücadele konusudur. O derin boşluğu hayatımıza sokan ideolojik, politik, ekonomik düzene karşı mücadele!

Bugün pek çok sorunda kendisini İttihatçı gelenek karşısında tarif eden ama Ermeni meselesi sözkonusu olduğunda “ecdadımız” hamasetine sığınıp resmî tezlere sarılanlar ‘devlette devamlılık esastır’ söylemiyle işaret edileni de gösteriyor aslında.

Memleketi ittiği dünya savaşı batağında ‘beka’ sorununa dair ‘milli çözüm’ diye Ermenileri kesen İttihatçı kafa, Alman emperyalizmiyle kucak kucağa olmaktan hiç de beis görmemişti.

Cumhuriyet yönetimi de Ermenilerden kalan mülkiyetleri ‘millileştirip’ Türkleştirerek ‘devamlılık’ esasına itinayla riayet etti ve akabinde Kürtlere yönelerek inkârın sınırlarını genişletti. Her inkâr ise yeni bir boşluk demekti. İnkâr ve boşluklarla geldik bugünlere...

Yine ‘beka’ diyorlar. ‘Milli ve yerli’ cendere hep hazır nazır. 1915’te Zo’lardı ‘milli’ düşman, şimdi Lo’lar! ‘Dahili harp’ hiç bitmiyor. Herkesi ‘milli’ olmaya çağırıyor Yeni Osmanlı/Türk/İslam sentezci sermaye iktidarı...

‘Devamlılık’ sadece devlette ‘esas’ değil ama. Mücadele de öyledir, direniş de...

1915’te halkların birlikte yaşamasını engelleyip kardeşliğe kılıç sallamıştı milliyetçi, gerici kafa. Çok değil iki yıl sonra 1917’de ise halklar hapishanesi Rusya’dan halkların, ulusların eşit ve gönüllü birlikteliğinin mümkün olabileceğini gösterdi enternasyonalist akıl...

Evet, devamlılık esastır...

107 yıl önce bağrımızda açılmış o boşluğu yaratan karanlıkla da bu ‘esas’ üzerinden hesaplaşılacak; enternasyonalist aklımız, fikrimiz, zikrimizle bütün yaralarımızı saracak, boşluklarımızı tamamlayacak, gerçeğimizi yeniden inşa edeceğiz

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...