23 Nisan 2022 00:52

Sınır ötesi "operasyonlar" ve Barış Vakfı'nın "Kürt Sorununa Toplumsal Bakış" raporu

Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Harekat Merkezi'nde Pençe-Kilit operasyonuna dair brifing alırken

Fotoğraf: Arif Akdoğan/AA

Paylaş

Rusya’nın 2’inci ayını geride bırakmak üzere olan sınır ötesi savaşına büyük tepki yağdı. Emperyalist ülkelerin bunu bir fırsata çevirme hesapları bir yana, barış eksenli her çaba ve tepki doğruydu. Bunu sürdürmek gerek.

Ancak Rusya’nın Ukrayna’daki işgali karşısında gösterilen tepkiler, Türkiye’nin sınır ötesi “operasyonu”nda gösterilmiyor. Barış sesleri yükselmiyor…

Bilindiği gibi TSK’nın, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içindeki Metîna, Avaşîn, Zap bölgesine yaptığı askeri harekat 6. gününde. Aynı günlerde Rojava bölgesi ile Şengal de saldırıların hedefi oldu. Rusya-Ukrayna savaşında “barış elçisi” rolü peşinde koşanlar, kendi sınırlarının ötesinde başka rüzgarlar estiriyor.

Rusya halkının iktidarlarına, Putin’e gösterilen tepki, savaşa karşı olduğunu söyleyenler  tarafından TSK’nın sınır ötesi harekatına karşı gösterilmiyor, gösterilemiyor. Elbette tepki gösterenler var, ancak bunun yetersiz olduğunu kabul etmek gerek. Ne yazık ki Ukrayna’daki savaşa karşı söz söyleyenler, yazanlar, açıklama yapanlar Kürt bölgesine yönelik askeri çıkarma karşısında suskun. Putin’e demediğini bırakmayanlar Erdoğan’a iktidarına sessiz kalıyor. Dahası AKP-MHP muhaliflerinin bir bölümü Kürtlere yönelik politikalar karşısında yandaş oluveriyor!

Ne yazık ki “TSK’nın sınır ötesinde ne işi var?” diyerek Erdoğan-Bahçeli iktidarına sormak yerine, Irak’ın kuzeyinde yürütülen “Pençe Kilit” operasyonuna destek sunan bir ana muhalefet ve Millet İttifakı var. TSK’nin uluslararası hukuku hiçe sayarak sınırlarının ötesine geçip, başka bir ülkenin topraklarını dövmesi olağan sayılıyor. Rusya’nın Ukrayna işgali vesilesiyle sınır ötesi saldırganlığa, işgale, silahlara, katliamlara, ölümlere karşı tepkilerini dile getirenler, nedense hedef Kürt bölgesi olunca geçiştirmeyi yeğliyor.

Ancak biz söylemeye devam edeceğiz: Kürt sorunu şiddet sarmalından çıkarılmalıdır. Bu sorunun, şiddetle çözülemeyeceği, inkâr ve asimilasyonun ve savaş halinin sorunu daha da derinleştirdiği tarihi tecrübeyle sabittir.

Bu bakımdan Barış Vakfı’nın geçtiğimiz günlerde açıkladığı ‘Kürt Sorununa Toplumsal Bakış-2010-2022 Raporu’ önemlidir. Ne yazık ki söz konusu rapor basında yeterince yer almadı. Egemenlerin savaşı ve şiddeti yaydıkları günümüzde barışta ısrar ve Kürt sorununda barışçı, demokratik çözümü yeniden gündemde tutmak önem kazanmışken, raporun tartışılması ve değerlendirilmesi bu koşullarda daha da önem kazanmış bulunuyor.

Zira Kürt sorununda yaşananların kaynağında demokratikleşme yokluğu yatmaktadır. İnkar ve asimilasyon politikaları Kürt sorununu büyütüp farklı boyutlara taşımış oldu. Oysa eşit haklara dayalı bir çözüm önermesi şiddetin panzehri olacaktır. Demokratik hak ve özgürlükler kapsamlı bir programla atılacak adımlar Kürt sorununu hızla şiddetten arındırarak başka bir aşamaya taşıyacaktır. Demokratik siyasetin kanallarının büyütülmesi demokratik Türkiye’yi, Kürt sorununda çözümü kolaylaştıracaktır.

“Helalleşme” açıklamalarının yapıldığı ve seçim sathı mailine girilen bu süreçte mevcut AKP-MHP iktidarına alternatif olma çabasındaki her ittifak ya da partinin dikkatini buraya çevirmesi gerekir. Raporda, Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz’ın sunumuyla, öncesine vurgularla birlikte 2000’li yıllardan günümüze uzanan toplumsal değişimlerin Kürt sorunun çözümündeki yansımaları ortaya konulmaktadır. Verilerin karşılaştırmalı olması, siyasi partiler üzerinden yapılan analizler bugün nereden bakılmasına temel teşkil edecek düzeyde.

Raporda, “Dünyadaki etnik çatışmaların birçoğu devlet birimleri ile silahlı örgütlerin konuşması yani müzakere yöntemiyle çözülmüştür” saptaması, ısrar edilen ve çözümsüzlüğü derinleştiren savaş ve şiddete bir alternatif sunmaktadır: “1940-1992 arası iç savaşların müzakere yöntemiyle sonuçlanma oranı yüzde 62’dir. Bu oran Soğuk Savaş sonrası dönemde daha da artmış ve Guatemala’dan Endonezya’ya uzanan geniş bir coğrafyada çok sayıda silahlı çatışma kapsamlı müzakereler yoluyla sonlanmıştır.”

Bu örneklerden yola çıkarak Kürt sorununun çözümü konusundaki tarihsel sürece yer verilmekte ve “Türkiye’de 2009-2011 ve 2013-2015 arasında yaşadığımız sürece ‘ön müzakere’ adını verebiliriz” saptaması yapılan raporda, “Bu süreç çatışma yaşamış tarafların liderlerinin barışçıl diyalogla Kürt sorunundaki önemli konuları masaya yatırmadan önceki ön görüşmeleridir” biçiminde tanımlanmaktadır.

Barış Vakfı Raporu; “Kürt Sorununun Kökeni ve Endişe Siyaseti”, “Ayrımcılık ve Toplumsal Kutuplaşma”, “Kültürel Haklar ve Tanınma Sorunu”, “Siyasi Haklar, Dış Politika ve Kürt Siyaseti”, Kürt Sorununa Çözüm Yaklaşımları ve Müzakere Gündemi” gibi temel başlıklarla irdeliyor. Oldukça çarpıcı ve üzerinde düşünülecek veriler sunuyor. Partiler ve seçmenlerin hangi dönem ne dediği ve ne tür değişimlere uğradığı KONDA’nın yıllara varan çalışmasıyla, Prof. Dr. A. Betül Çelik, Prof. Dr. Evren Balta, Prof. Dr. Mehmet Gürses tarafından kapsamlıca yorumlanıyor. Sonuç ve değerlendirme bölümü ise çıkışı işaret ediyor.

Özcesi, Kürt sorununda, sınır ötesi operasyonlardan, iç ve bölgesel çatışmalardan çıkacak bir yol bulmaya yakıcı ihtiyaç var. On yıllardır “arazide”; dağlarda, sınır ötesinde aranan “güvenlik eksenli çözme anlayışı”ndan çıkarak, “demokratik çözüm masası”na yatırmanın zamanıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa