Kötü olan geçti, şimdi daha kötüsü geliyor!

Spider-Man: No way home film afişi

2020 yılı sona ererken sinema sektörüne dair kaleme aldığımız yazıda, tek tipleşmenin ve tekelleşmenin yarattığı sıkıntılara dikkat çekmiş, kapalı olan sinema salonlarının yeniden hayat bulmasını temenni etmişiz. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülkede, 2021’in ikinci yarısında salonlar yeniden seyirciyle buluştu. Önceleri biraz ürkek olsa da ‘gişe canavarı’ filmlerin vizyona girişiyle birlikte hatırı sayılır bir geri dönüşten bahsedilebilir aslında. Kuşkusuz, pandemi öncesinin rakamlarını yakalayabilmek için biraz zaman gerekiyor. Ki, pandeminin seyri için de yazının başlığını yani “Kötü olan geçti, şimdi daha kötüsü geliyor” cümlesini kursak abartmış mı oluruz?

Bu yıl, sinema salonlarını ayakta tutan ‘süper kahraman’ filmleri oldu beklendiği üzere. Bunların da büyük kısmı devam ya da başka filmlerin içinde yer almış kahramanların hikayeleriydi. Sinema ekonomisinin kalbi ABD’de, en çok hasılat eden on filmlik listenin ilk dördünde Marvel yapımları yer alıyor. İlk onda beş film var. Türkiye’de ise dört filmiyle yer buluyor Marvel. Aralarında Martin Scorsese’nin de bulunduğu büyük yönetmenlerin bu filmlere değil de, bu filmlerin oluşturduğu sinema algısına karşı bayrak açtığını hatırlamak gerek bir kez daha.

Bu haksız bir endişe sayılmaz. Sinema sitesi Fandango’nun seyirciler arasında yaptığı ankete göre 2022 yılının merakla beklenen on filmi şöyle: Black Panther: Wakanda Forever / Spider-Man: Across the Spider-Verse (Part One) / The Batman / Thor: Love and Thunder / Jurassic World: Dominion / Doctor Strange in the Multiverse of Madness / Avatar 2 / Aquaman and the Lost Kingdom / Top Gun: Maverick / Mission: Impossible 7

Bu filmlerin yarısı Marvel filmi ise, diğer yarısı da zaten devam filmi. Haliyle belli ki 2022 yılında salonlarda yeni bir şey yok diyebiliriz. Bu belli başlı birkaç büyük yapımcıya ve sinema zincirine para kazandıracak kuşkusuz, ancak hem sinema dediğimiz temaşanın tek tipleşmesi hem de sektörün giderek tekelleşmesi süreci daha da hızlanacak belli ki. Zira bu filmleri çeken büyük şirketler aynı zamanda dijital yayınlara da içerik üretmekle meşguller.

Buradan birkaç kelam de dijital mecralara edilebilir belki. Çünkü bu alanda yer alan platformlar arttıkça, giderek birbirine benzeyen, formüle dayalı içeriklerin sayısının da artmaya başladığı gözlemleniyor. Öte yandan her bölge kendi özel üretimine yönlendiriliyor. Örneğin, İspanya’ya erotizm soslu gençlik hikayeleri bahşedilirken, Kore bürosu kerameti kendinden menkul kapitalizm eleştirileri yaparken, İskandinavların payına sadece polisiye düşüyor. Bunun yanında bilinmezlik, gizem, fantazya gibi temalara sahip içerikler platformların motor gücünü üstleniyor.

İşin diğer yüzünde ise bu alanın lider platformu Netflix’in azalan bir büyüme içerisinde olduğuna dikkat çekmek gerek. Şirket pandeminin de etkisiyle 2020’yi yüzde 30’dan fazla büyüyerek kapatmıştı. 37 milyon yeni üye kazanan şirket 203 milyon abone ile kapatmıştı 2020’yi. 2021’in ilk altı ayında sadece 5.5 milyon yeni üye kaydeden şirket, 2013’den sonraki en düşük büyümesini gerçekleştirdi. 3. çeyrekte “Squid Game” adlı dizinin popülaritesi sayesinde 4.3 milyon yeni abone kazanan şirketin geçen yılın çok altında kalacağını öngörmek kahinlik olmayacaktır.

Ama bir gerçek var ki, dijital platformların varlığı geleneksel sinema yapımcılarını (ki bunlar en büyükleri aslında) çok zor durumda bırakıyor. Ve bu alanda işleyen tek yasa da kapitalizmin yasaları. Para, giderek merkezileşiyor, birkaç şirketin elinde toplanmaya başlıyor. Sınırlarına ulaşan büyük şirketler, kendilerinden daha küçük olanları topluyor, onların artı değerlerini de kendilerine katıyor. Netflix belki de kendi zincirini kurmak için sinema salonlarını, Amazon yüz yıllık Hollywood devi Metro Goldwyn Mayer’i (MGM) satın alıyor. Haliyle milyar dolarların havada uçuştuğu, büyük risklerin alındığı ve birkaç şirket arasındaki rekabetin giderek acımasızlaştığı bir ortamda salonlarda ve dijitalde orijinal içerik bulmak giderek zorlaşıyor. Seyircinin tek tipleşmesi yatırımı garanti altına alırken, içeriğin tek tipleşmesi sektörü birbirinin aynısı içerikler fabrikasına dönüştürüyor.

“Sinema salonları öldü, artık her şey dijitalde” diyenlere karşı bizim gibi ‘romantikler’in verebileceği tek cevap ise “Örümcek Adam’a üç günde bir milyon kişi gitti, ABD’de rekorları altüst etmiş naber” oluyor maalesef. Bütün bu piyasa hay huyu içerisinde, gerçekten iyi filmlerin festivallere, festivallerin de kendi dünyalarına sıkışıp kaldığı bir yapı ortaya çıkıyor. ‘Büyük’ festivaller sanat sinemasının ana akımını oluşturmak için muhafazakarlaştıkça, genç kuşakların yeni bir şeyler denemek için risk alma ihtimalleri de giderek azalıyor. Açıkçası bu alanda da kaynak belirli merkezlerde toplanıyor, bu merkezler de Cannes, Venedik, Berlin garantili yapımlara aktarıyor bu desteği.

Çok başka bir tartışmanın konusu olmakla birlikte. ‘Sanat sineması’ndaki ‘sanat’ lafını bir kez daha tartışmaya açmak ve hatta tümden reddedip gerçekten ‘sanat’ yapmaya başlamak gerekiyor belli ki!

Yarın, biraz da Türkiye sinemasına bakacağız….

Evrensel'i Takip Et