İktidarın duygulanım bozuklukları ve tarikat yurtları

Fotoğraf: Pixabay
Antalya’da bir tarikat yurdunda (ALİMDER) kalan 18 yaşındaki Öğrenci Mehmet Sami Tuğrul vahşice öldürüldü. Böylece tarikat yurtları facialarına bir yenisi daha eklendi.
Öğrenci yurtları; sık sık şiddet, cinsel taciz, üfürükçülük, cincilik yoluyla dolandırma, maddi fayda sağlamak için inanç istismarı gibi haberlerle gündeme gelen cemaat-tarikat örgütlenmelerinin önemli ekonomik kaynakları arasında. Öte yandan yakın gelecekteki kadrolarını tarikat tedrisatından geçmiş olanlardan seçmeyi tercih eden iktidar da bunların arkasında duruyor. Söz konusu kadro profili, Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesinin başhekim yardımcılığını yaptığı sırada çok eşliliği savunduğu için yoğun tepki gören ve görev yeri değiştirilen ama bugünlerde eski işine iade edilen Ali Edizer’inkiyle örtüşür.
Halka dayattıkları fetvalar aracılığıyla yıllar içinde oluşmuş, az çok laik toplumsal bağları çözüp onları iktidara kulluk bağlamında yeniden toparlamaya çalışan bu gerici ve dogmatik yapılar din kisvesiyle pazarladıkları bir düzen adına, dünyevi ilişkileri, düzenleyici kurumları ve hukuku göreceleştirmeye hizmet ederler. Ki siyasi iktidarın yapmak istediği de budur. Sınıf ilişkileri burada yeniden şekillenir. Yoksullara fitre ve zekat zatışahanelerine gayrimenkuller, yurtlar, Mercedesler, makamlar, televizyonlarda kanaat önderliği; itaatkar kullar ordusu yağar… Böylece egemen sınıfın bir toplumsal atıktan geri dönüşüm sonucu çıkardığı kullanışlı malzeme anlı şanlı kurumların kifayetsiz baş yöneticiliğine kadar yükselebilir. Tarikatların açtığı okul ve yurtlar, bu kısa kariyer yolu için oldukça işlevseldir. Orada amiyane deyimle beyin yıkanır, hamur yoğrulur, kul yetişir; sınıf devşirilir.
Tarikat ve cemaatler ile bunlara eklenen, devlet eliyle yapılandırılıp eş dost akraba ve çoluk çocuğa, yönetsinler diye teslim edilen vakıflar sayesinde öğrencilerin konaklama ihtiyacından rant sağlayan kurumlar da çeşitlenmiştir. Eğitim ve öğretimdeki bütçe payını durmadan azaltan eğitimle ilgili sosyal politikalardan elini çeken, bunu kendine bağlı veya kendi eliyle kurduğu din kisveli kurumlara havale eden iktidar, vakıf-tarikat yurtları ihya olsun diye yapay barınma krizlerini de tetiklemiştir.
Neoliberal doktrinin sivil toplumculuğuna bu denli kurnazlıkla katkıda bulunan başka bir iktidar herhalde yoktur. Siyasi iktidarın kontrolü atındaki veya hizmetindeki tarikat ve cemaatlere eğitimi parça parça hibe etmek ve böylece özelleştirmede faz atlamak da her ülkeye nasip olmaz! Bu mantalite sayesinde devlet tarafından finanse edilip kamusal bir hizmet olması gereken eğitim, tarikat ve vakıfların hem av sahası hem de kâr kaynağı haline getirilmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki gün önce Siirt’te sivil toplum örgütleriyle yaptığı toplantıda söyledikleri bu bağlamı güçlendirmektedir. Şöyle dedi: “Biz temeli atacağız. Altyapıyı kuracağız. Yoldaki engelleri kaldıracağız. Siz de önünüze açılan bu yoldan halkımız için gece gündüz çalışacaksınız. Özellikle istikbalimize ulaşmanın, onların gönül dünyalarına hitap etmenin mücadelesini birlikte vereceğiz…”
Bugün tarikat yurtlarında yaşananlar işte bu hazır altyapıdan neşet eder. Aynı toplantıda Erdoğan bu devlet destekli ‘sivil toplum’un kapsayamadığı gençlerin mankurtlaştırıldığından, haşhaşilere kaptırıldığından, küresel ve teknoloji baronlarından, terörden bahsetmektedir. Ama daha önemlisi “Kendi çocuklarını Paris’e Londra’ya Brüksel’e gönderip şatafat içinde yaşatırken bu ülkenin evlatlarına ölümü ve öldürmeyi reva görenlere meydanı asla bırakmayacakları”ndan söz etmektedir ki…
Burada gerçek bir kez daha ters yüz edilmektedir. Kendi çocuklarının da yurt dışında okumuş olmasını unutmak anlamında bir ters yüz etme durumu değildir bu. Bu ülkede bir gelecek göremeyen gençlerin ilk fırsatta kaçmaya çalıştığı gerçeğidir çarpıtılan. Tarikat, cemaat ve vakıfları rant ve para transferi aracı haline getirecek ‘altyapı’yı döşeyen, bunları sivil toplum kamuflajı altında emrine amade, hazır ol’da tutan bir iktidar sürecinin eğitim sistemini ihya etmediği tersine çökerttiği gerçeği de aynı zamanda.
Her facia öncesinde, yurt sahipliğini aklamak için hazırda tutulan psikolojik bozukluk raporu cinneti münferit göstermeyi amaçlar. Ama artık bu eskimiş bir yalandır. Bugün bu cinnetin mevcut yönetim tarzının olağan bir yansıması olduğu iyice göze batıyor. Sürekli olarak hayali düşmanlar üreten devlet bünyesinin, deccal avına çıkan hastalar yaratması eşyanın tabiatındandır zira. Mehmet Sami Tuğrul da münferit değil sistemik bir duygulanım bozukluğu sonucunda katledildi.
Bu raporlu bozukluk tedavi edilmediği sürece Erdoğan’ın kullandığı terimlerle gençler mankurtlaşır mı, haşhaşileşir mi bilemiyoruz ama şiddet gördükleri ya da öldükleri kesin. Yapılacak şey çok basit; tarikat yurtları kapatılsın, öğrencinin barınma sorunu çözülsün, eğitim parasız, laik ve demokratik olsun. Rant kaynaklarının vanası bağlansın.
Çünkü yeter artık. Hakikaten yeter.
Evrensel'i Takip Et