08 Aralık 2021 04:41

Toplumsal cinsiyet karşıtlığı ve sağ popülizm

Gökkuşağı bayrağı

Fotoğraf: Stavrialena Gontzou/Unsplash

Paylaş

Varşova Üniversitesi’nden Agnieszka Graff ve Elżbieta Korolczuk, Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Siyaset ve Popülizm (Anti- Gender Politics in the Populist Moment, Routledge, 2022) başlıklı kitaplarında 2010 yılından itibaren Avrupa’da yükselen toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyaları ele alıyorlar. Çalışmanın odağında bir süredir feminizm ve LGBTİ+ düşmanlığıyla gündeme oturmuş olan Polonya var. Yazarlar Polonya’daki gelişmeleri Avrupa ve dünyadaki gelişmelerle karşılaştırırken hem Polonya vakasının biricikliğini ortaya koyuyorlar hem de toplumsal cinsiyet karşıtlığının Doğu Avrupa’daki yükselişini küresel ekonomi politik içinde değerlendiriyorlar. Graff ve Korolczuk’un bir diğer önemli katkısı da siyaset bilimi literatüründe son dönemde çokça ilgi gören popülizm çalışmalarındaki toplumsal cinsiyet ve cinselliğe dair boşluğu doldurmaya çalışmaları. Sadece Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu, Doğu Avrupa, Balkanlar ve Kafkasya gibi kapitalizmin çevre coğrafyasında değil ABD’de, İngiltere’de, Fransa’da, İtalya’da, İspanya’da, hatta “feminist dış politika” uyguladığını öne sürmüş olan İsveç’te yükselen sağ popülizmin ortak özelliği olan toplumsal cinsiyet karşıtlığını popülizm çalışmalarında gözardı etmek için geçerli bir sebep var mıdır? Eğer bütün bu hareketler dini, milli kültürü, aileyi ve çocukları korumak adına toplumsal cinsiyet eşitliğine savaş açıyorsa bu hadiseyi tali, yüzeysel, sırf siyasi hitabete ilişkin bir mesele olarak görebilir miyiz? Yoksa toplumsal cinsiyet karşıtlığını yeni sağ popülizmin temelinde yatan bir sorun olarak mı değerlendirmeliyiz?

Graff ve Korolczuk sağ popülistlerle aşırı muhafazakarları birbirinden ayırıyor ve bunları iki farklı aktör kümesi olarak analiz ediyor. Bu iki küme arasında kurulan “oportünist sinerji” siyasi ittifaklar, ideolojik benzerlikler ve örgütsel bağlantılar aracılığıyla devlet organları, akademi, kültürel kurumlar ve sivil toplumda geniş çapta bir elit değişimi gerçekleştirmeyi mümkün kılıyor. Sağ popülistler özellikle seçim zamanlarında aşırı muhafazakarların toplumsal seferberlik kapasitesinden faydalanırken, aşırı muhafazakarlar sağ popülistlere kadro kaynağı sağlıyor. Elbette sağ popülistlerin yirmi yıldır iktidarda olduğu Türkiye gibi bir ülkede bu iki küme arasındaki geçişkenlik çok karmaşık bir hal alıyor. Ancak Türkiye’de bile sağ popülistlerin çeşitli cemaatlerle kurdukları ilişkilerin dinamiklerini yorumlamak açısından böyle bir ayrımı akılda tutmakta ve bu iki kümeyi birbiriyle tamamen örtüştürmemekte fayda var. Daha önemli bir neden de sağ popülizmin mevcut iktidar koalisyonunun ötesinde bir geleceğinin olması. Erdoğan sonrası bir Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönen ama göçmen düşmanlığı, aşırı milliyetçilik, ırkçılık üzerinden Doğu Avrupa modelinden ziyade Batı Avrupa sağ popülizmi modelini benimseyen bir iktidar koalisyonuyla karşı karşıya kalabiliriz. Başka bir deyişle, Graff ve Korolczuk’un kavramsal ayrımları (Marine Le Pen örneğindeki gibi) femonasyonalist bir toplumsal cinsiyet karşıtlığı ihtimalini göz önünde bulundurmamızı mümkün kılıyor.

Graff ve Korolczuk’un kitabının benim açımdan en değerli yönü ise toplumsal cinsiyet düşmanlığına odaklanan çalışmalarda hakim yaklaşımı oluşturan “ters tepki” (backlash) argümanına alternatif bir açıklama üretme çabası. “Ters tepki” argümanı kısaca toplumsal cinsiyet karşıtlığının son otuz yıldan beri feministlerin ve LGBTİ+ hareketinin kazanımlarının doğurduğu muhafazakar tepkiden kaynaklandığını öne sürüyor. Argümanın çok basit ve kolay anlaşılır olması ve elbette feminizm ve LGBTİ+ hareketine çekinceyle bakan siyasi çıkarları gözetmesi yıllarca büyük bir popülerlik kazanmasına yol açtı. Elbette her siyasi hareket, her siyasi kazanım (hadi iyice klişeleşelim her etki) tepki doğuracaktır. Ancak “ters tepki” argümanı fizikten kimyadan sosyolojiye siyaset bilimine tarihyazımına çok çeşitli biçimlerde uygulanabilecek genellikte bir mantıksal önerme olduğundan kendi başına hiçbir şey açıklamamaktadır. Dahası “ters tepki” argümanı hak arayan insanlara tepki gelmesin diye hak aramaktan vazgeçmeyi önermeye kadar gidebilir. Geçmişte örneğin Columbia Üniversitesi’nden Joseph Massad postkolonyal müdahale adına Ortadoğu’daki LGBTİ+ hareketini İslamcıların argümanlarının benzerleriyle mahkum etmiş ve Mısır’da eşcinsellere yönelik şiddet dalgasını “ters tepki” argümanıyla açıklamıştı.

Birinci dünyanın fildişi kulesinde üretilen üçüncü dünyacılıkla karşılaştırıldığında Graff ve Korolczuk’un çalışması taze bir nefes gibi geliyor. Yazarlar toplumsal cinsiyet karşıtlığının sağ popülizm içindeki yenilenmesini 2008 krizi bağlamında okuyor. Ekonomi politik, postkolonyal argümanların sağ popülistler tarafından ele geçirildiği bir dönemde vazgeçilmez bir kaynak. Graff ve Korolczuk sol muhalefette enine boyuna tartışılmayan bir konuyu hiç çekinmeden merkeze taşıyorlar: Sağ popülizmin kapitalizm eleştirisi. 2008’den bu yana yükselen sağ popülizm geniş halk kitlelerinde neoliberalizme karşı oluşan tepkiyi örgütledi. Bunu yaparken de feminizmi, kadın ve LGBTİ+ haklarını, göçmen haklarını neoliberalizmin, emperyalizmin, kapitalizmin dayattığı bir kültürel sömürgecilik olarak kurgulamayı başardı. Graff ve Korolczuk’u okurken zihnimde John Heartfield’ın Resimli İşçi Gazetesi (Arbeiter Illustrierte Zeitung) için 1934 yılında tasarladığı kapak belirdi. Bu kapakta, berber rolündeki Goebbels, Hitler’in yüzüne Karl Marx’ın sakalını yapıştırır. Böylece Heartfield Nazilerin kapitalizm düşmanlığının ve milli sosyalizmlerinin nasıl bir yalan olduğunu ifşa eder. Graff ve Korolczuk’un analizini takip ederken feminist ve LGBTİ+ hareketin önündeki en önemli stratejik hedefin sağ popülizmin kapitalizm ve emperyalizm eleştirisinin nasıl bir yalan olduğunu geniş halk kitlelerine sergileyen bir anti-kapitalist cephe kurmak olduğunu anlıyoruz. Önümüzdeki hafta bu değerli çalışmadan aktarmaya devam edeceğim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa