04 Aralık 2021 04:31

Kur krizi, Türk tipi piyasa ekonomisinin krizi

Banknotların önünde düşüş gösteren grafik.

Görsel: Pixabay

Paylaş

Hükümetin kurda tarihi bir tırmanmayı körüklemesi, binbir çeşit tartışmaya yol açtı. Hepsinin merkezinde yatan, basit görünen bir soru var: Bu sistematik bir müdahale mi, yoksa günü kurtarmak için atılan rastgele bir adım mı?

Cevap: Ne biri ne öbürü.

Rejim, neredeyse on yıldır, bir zamanlar fanatik şekilde derinleştirdiği piyasa ekonomisinin kurallarını gözden geçiriyor. Faizle tutarsız görünen ancak ideolojik ve toplumsal temelleri olan bir savaş veriyor. Fakat hem ekonomik hem siyasi sebeplerden dolayı, bu savaşı nihai noktasına taşıyamıyor.

Başka bir deyişle, “neoliberalizm” denilen kabustan çıkışın ölüm ve doğum sancılarını yaşıyoruz. İktidarın basiretsizliği, bu sancıyı kesintisiz bir kolektif cezaya dönüştürmüş durumda. Ancak şüpheniz olmasın: “Resmi muhalefet” iktidarın yerine geçerse bu işkenceyi bitirmeyecek, sadece ağrı kesicilerle acısını bastıracak.

Daha da kötüsü, tünelin ucunda görünen ışık, piyasa kapitalizminden daha müreffeh daha adil bir ekonomi değil. Ondan daha da karanlık daha da saldırgan -fakat daha sürdürülebilir- yırtıcı bir devlet kapitalizmi.

MGK’nin ekonomi gündemli toplanması, yapısal bir krizin dibinde olduğumuzun başka bir işareti. Ekonomi, artık askerin meselesidir. İki sebepten dolayı. Birincisi, özlenen devlet kapitalizminin merkezindeki dinamiklerden biri askeri üretim. Rejim, milli ekonomiye daha keskin bir geçiş için, silah üretimini ve bununla bağlantılı olarak savaşları ve savaş tehditlerini arttırmak durumunda. İkincisi, milli ekonominin ufukta görünen türü, iş yeri disiplinine, düşük ücretlere ve yoksullaştırmaya dayanıyor. Bu da ücretiyle geçinen kesimlerin, olağanüstü şekilde bastırılmasını gerektiriyor. Toplumsal hareketler üzerindeki baskı, militerleşmek durumunda.

Rejimde giderek ağırlıklarını arttıran bazı iktisatçı ve ideologlar, Erdoğan’ı bu sert rotaya itmeye çalışıyor. Dolayısıyla, düşük faiz silahına başvurulması ne bir göz boyama ne de sırf İslami saiklerle alınan bir önlem. Yine de vurgulamak lazım: Bu saiklerin rejim üzerindeki etkisi göz ardı edilemez. Şu anda kurulmaya çalışılan yeni ekonomi, bunların devlet kapitalizmiyle ne kadar harmanlanabileceğini gösterecek.

Bütün bu dinamiklere rağmen, niye bu düşük faiz ısrarına sistematik bir müdahale diyemeyiz? Çünkü rejim, senelerdir diline pelesenk ettiği milli ekonomiyi kurmakta hiçbir zaman ısrarcı olmadı. Bunun yapısal sebeplerine bakalım...

AKP, Kemal Derviş’in formüle ettiği sosyal neoliberalizmi kurumsallaştırarak hakimiyet kurmuştu ilk başta. Bu model, itiraf edilmese de cari açığın kalıcılaşmasına dayanıyordu. Yani Türkiye’nin ürettiğinden fazla tüketmesine. Yani kırılgan bir kredi, borç, sıcak para sarmalına.

Küresel ekonomideki sıcak para akışı yavaşlayınca, bu model sürdürülemez hale geldi. Fakat seçim başarıları bu yarı-bedava refaha dayanan AKP, sistemin çökmekte olduğunu anlamasına rağmen fazla bir şey yapamadı.

Bu çok genel tabloya, mahalle arasında kurulan patronaj ağlarından, sermayenin farklı fraksiyonlarıyla iç içeliğe kadar bir dizi toplumsal ittifakın getirdiği zorlukları da eklemek lazım. Bu kesimlerden bazıları, keskin bir milli ekonomi dönüşüne güzellikle razı edilebilir. Bazıları edilemez.

Bu nedenlerden ötürü, Türk usulü piyasa kapitalizmini o kadar kolay rafa kaldıramıyor AKP.

İşte bu koşullarda, rejim el yükselterek, bir sıçrama daha yaptı. Ya da yapmış gibi görünüyor. Bunun getirdiği tüm sorumluluğu, yani Türkiye’yi liberalimsi demokrasiden çıkarıp militer bir demokrasiye götürme cesaretini sırtlayıp sırtlayamayacağını göreceğiz.

Saçma sapan ve temelsiz bir 2000’li yıllar nostaljisi ile faşizan bir gelecek arasında sıkışmış durumdayız. Örgütlü bir halk hareketi ve bununla iç içe yükselen, net bir ekonomik alternatif hat oluşmazsa, bu ikisinden hangisinin uzun vadede daha sürdürülebilir olduğu ortada.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...