Newcastle’ın satışı

Fotoğraf: Wikimedia Commons (CC BY-SA 2.0)
İngiltere’nin köklü kulüplerinden Newcastle United’ın resmen Suudi Arabistan Krallığı’nın malı haline gelmesi Ada’da farklı tepkilerle karşılandı. Özellikle liberal, sol medya ve yazarları satıştan büyük öfke duyarken Newcastle taraftarlarının çoğunluğuna sevinç hakim.
Yazarlara göre Newcastle ruhunu “katil bir devlete” sattı (Jonathan Wilson, The Guardian), taraftarlara göre çilekeş sadakatlerinin karşılığını aldılar ve artık onlar da kazanan bir takıma sahip olabilecekler. Yazarlara göre kulübün el değiştirmesi camianın üzerine “insan hakları ihlalleri gölgesi” düşürüyor (David Conn, The Guardian), taraftarlara göre ise “Hepimizin üzerinde insan hakları açısından sorunlu ülkelerde kötü koşullarda çalışan işçilerin ürettiği kıyafetler var… İnsan hakları meselelerini biz çözemeyiz.” (The Guardian’a konuşan Paul Loraine)
Taraftarın gizleme ihtiyacı duymadığı bu sevinç söz konusu kesimleri daha da tiksindiriyor. Örneğin Wilson, “Newcastle taraftarı çok acı çektiğini söylüyor peki ya cezaevinde çürüyerek gerçekten acı çekenler ya da öldürülen Gazeteci Cemal Kaşıkçı” diye sorarak dokunaklı bir salvoda daha bulunuyor. The Guardian’a demeç veren Northumbria Üniversitesi Öğretim Üyesi Mark Middling ise bu konudaki en doğru damarı yakalıyor: “Birleşik Krallık halen Suudi Arabistan’a silah satıyor ve onunla ticari anlaşmalar yapıyor. Suudi Arabistan’la ticaret yaparken dönüp onlara futbol kulüplerimizi alamayacaklarını söylemek ikiyüzlülük olur.”
Riyad’ın iki hafta önce Yemeksepeti vesilesiyle işlediğimiz “sportswashing” (sporla aklanma) mesaisine görkemli bir giriş yapması elbette eleştirilmesi gereken bir şey. Ancak zenginler/güçlüler için futbolun tarihi bundan ibaret değilmiş gibi bunu “Futbolun saflığını öldüren darbe”ymişçesine yorumlamak “ikiyüzlülük” olmasa da “tutarsızlık”. Çünkü yine Wilson’ın dediği gibi “Kulüplerin sahipleri her zaman diktatörler, uyuşturucu baronları, sahtekarlar ve düzenbazlar oldu”. Ve evet belli belirsiz bir “Ruh, yine de hayatta kalmayı başardı”. Bugün sevinen de yıllardır başarısız takımlarına “sahip çıkan” da o ruh. Bu yüzden tutarsız tahlil ve haksız yergilerden çok o ruhun yani bu örnekte Newcastle’lıların neden yıllardır kendilerini istikrarlı bir şekilde üzen takımlarından vazgeçmediklerini, neden şimdi bu kadar sevindiklerini kavramaya çalışmak daha anlamlı.
Ne futbolun kendi başına bir ruhu, anlamı var ne de kulüplerin. Geçtiğimiz hafta bizim çevrelerde amatör bir şekilde yeniden gündeme sokulan “bir afyon olarak futbol” klişesinde gördüğümüz üzere yüz yıllık mevzuları yüz yıl önceymiş gibi tartışmaya kalkınca “koskoca yazar”, “sıradan bir taraftar”ın yanında “entel lafazan”a dönüşüyor.
Çoğu zaman yalnızca bir izleyicisi olduğumuz futbolu neden bu kadar seviyoruz? Bir kulübe aidiyet hissetmek neden bu kadar önemli? Neden futbol dışında çok az enstrüman kitleler üzerinde bu kadar etki sahibi? Pandemi yalnızlığı dahil tüm hayal kırıklıklarını çözmenin yolunun “tuttuğumuz takım”dan geçtiğini düşünenlerin sayısı neden artıyor? Neden futbola bu kadar mesai harcarken başka pek çok derdi çözmeye gücümüz olmadığını düşünüyoruz?
Futbola ve toplumlara dair düşünmeye hakikaten meraklıysak “Vallahi futbolu sileceğiz” mealindeki mızmızlanmalardan çok bu soruların yanıtlarına ihtiyacımız var. Çünkü an itibarıyla yukarıda görüldüğü üzere daha tutarlı cevapları olanlar taraftarlar.
Evrensel'i Takip Et