09 Ekim 2021 01:00

Demirtaş'ın çağrısı ve manzaralı salon


Ekran görüntüsü Barış Yarkadaş'ın paylaştığı videodan alınmıştır

Paylaş

HDP’nin seçim platformunu içeren tutum belgesinden sonra Selahattin Demirtaş’ın Diken’e yazdığı, AKP sonrası Türkiye’de ‘demokrasinin inşası’ ve bunun öznelerinin kim olacağına ilişkin saptamaları bir rejim tartışması açıyor. Demirtaş bu tartışmayı derinleştirmek için sol sosyalist güçlerle birlikte bir konferans düzenlenmesini öneriyor. 

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini değiştirmeyi önceleyen tutum belgesi, müzakere ve demokratik uzlaşıya dayalı çoğulcu bir parlamentoyu hedefliyor. Metindeki 11 maddede HDP geleneksel taleplerine yer vermiş olsa da, eski metinlerde yer alan öz yönetim, özerklik vb. kavramların yer almadığı yeni platformunda Millet İttifakının da üzerinde ortaklaştığı parlamenter sisteme odaklanmış durumda.  

Güçlendirilmiş, genişletilmiş veya iyileştirilmiş parlamenter sisteme dönüş Millet İttifakının oluşturduğu, yükselen oy oranıyla da tescillenen hegemonik bağlamda en ileri ortak payda durumuna geldi. Giderek egemen bir siyasal güç olmaya ilerleyen ittifak bileşenlerinin her biri, yeni milli mutabakatı böyle bir çerçeve ve hedef içinde geliştirmeye çaba gösteriyor.

Demirtaş’ın çağrıda bulunduğu konferansın sol-sosyalist muhtemel katılımcıları ise en güçlendirilmiş hali geçen yüzyılın son yarısında beliren dışlayıcı, eşitlikçi olmayan, sermaye partilerinin kümelendiği bir yer olan parlamentonun geri kazanılmasıyla yetinmezler. Bu parlamentoların halkı gözetebildiği tek zaman dilimi emekçilerin örgütlü mücadelesinin olduğu zamanlardı ve bu mücadele gerilediğinde fabrika ayarlarına dönmeleri hiç zor olmamıştı. Örgütlü mücadele de partilerden ibaret değil. Dolayısıyla Türkiye’nin geleceği için halkçı bir seçenekten söz edeceksek böyle bir genişliği göz önünde bulundurmakta yarar var.  

Seçimlerin ardından nasıl yürünmesi gerektiğini tartışan bir konferans, en küçük ortak paydaları yeniden oluşturmanın ve çerçevesini geliştirmenin koşullarını netleştirme olanağını aradığı için kıymetlidir.  Böyle bir ittifakın halkçı bir rejim seçeneğiyle buluşması emek eksenli uzlaşıyı gerektirir. Demirtaş buna dikkat çekmekte haklıdır. Bu uzlaşı, seçimlere katılım biçimini içerdiği gibi daha uzun bir sürece müdahil olma tarzını da içerir. Yeni anayasal sürecin oluşmasından, Kürt sorununun çözümüne, merkezde ve yerelde halk inisiyatifinin güçlenmesi için gereken kurumlaşmaya kadar, etkisi siyasal bir güç olmaya bağlı olan mutabakat ve mücadele, halkın mevcut bloklardan bağımsız siyasetinin de ön koşuludur. Bütün bunları şimdiden tartışmak iyi olur.

MANZARALI SALON

Büyükada iskelesindeki, vaktiyle TÜGVA’ya kiralanan kamu mülkünün boşaltılması için hiçbir ihbara ve mahkeme kararına itibar etmeyen vakıf yöneticileri İBB’nin tahliye ekiplerini de dinlemeyince gerilim arttı. Polis, tahliye ekiplerine, Canan Kaftancıoğlu’yla birlikte desteğe gelen ilçe yöneticilerine karşı binaya kalkan oldu.

TÜGVA tarafından üçüncü şahıslara kiralanan bu salondan görülen manzara Türkiye’nin yakın geleceğini de gösteriyor olabilir. 

AKP iktidarı TÜGVA gibi, neredeyse her birinin yönetim kurulunda eş dost, çoluk çocuğun bulunduğu birçok vakıf kurdu. Bu vakıflar piyasadan çeşitli biçimlerde para hortumlamanın aracı oldular. Sadakat esasına göre ihale dağıtımında/satışında rol oynadılar, oynuyorlar. Belediyeler de vakıflara çalışan kaynaklar haline getirildi.

Yasal tahliyeye ayak direyen vakıf yönetimi, artık iyice göze batan usulsüz mülk edinmelerin, akraba ve yandaş rantiye arasındaki bölüşüm sisteminin değişmesi ihtimaline barikat kurmaya hazır olduğunu gösteriyor. Seçimlerde iktidar değişse bile sahip oldukları arpalıkların aynı biçimde kalmasını umuyorlar.  

Bu manzaradan görünen bir diğer durum da şu: Bu olay Pandora belgelerinden, başta Cengiz Holding ve Çalık grubu olmak üzere dışarıdaki offshore şirketlere para kaçırdığı haberinin basına düştüğü sırada gerçekleşti. Kâr hırslarını tatmin etmek için yasa-hukuk tanımadan her kaynağı talan ederek, kendileri için bile güvenilmez hale getirdikleri ülkeden yerli sermayenin kaçtığı haberleri de çıktı aynı günlerde.

AKP iktidarı, papaz olduğu eski müttefiklerinin (Cemaat), muhalif burjuvaların (Doğan Grubu) mülküne ve Kürtlerin belediyelerdeki ortak birikimine el koymak yoluyla dayandığı sınıfın ‘özel mülkiyet’ kutsalını fütursuzca çiğnediği için aynısının başına gelmesinden ölesiye korkuyor aslında. Yolu açtı çünkü. Doğan Grubunun mülküne iktidar talimatıyla açılan banka desteğiyle el koyan Demirören’in yıllarca  ödenmemiş borçlarını (Devran azıcık dönünce) Ziraat Bankasının yeniden yapılandırmaya oturması da bir ihtar sayılır.

Seçime doğru ve sonrasında mülkiyet savaşları yoğunlaşır gibi görünüyor.  Merkeze sürekli rant ve para taşıyan, yeri gelince kendi çapında birer offshore, yeri geldiğinde usulsüz ihale dağıtım merkezi gibi çalışan vakıf kurgusu bu mülkiyet sisteminde epey hassas bir yer tutuyor. Bu rol anlaşılırsa Büyükada’daki mevzi savaşın, salondan görünen İstanbul manzarasındaki konturları netleşir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...