27 Temmuz 2021 00:13

Deniz'in ütopyası

Fotoğraf: AA Arşivi

Paylaş

1969 yılında Hakkari’de yapılan Gençlik Köprüsü üzerine Bahriye Karadayı tarafından yapılan belgesel filmde Hakkariler, köprüyü Deniz ve arkadaşlarının yaptığını söylemişti. Deniz’in orada fiziken olmayışı önemli değil.

Kürdistan ve Anadolu insanı nezdinde Deniz, Mahir, İbrahim bir anlamda, Dengbejlerin, destancıların anlattığı bir efsaneye dönüşmüştü.

Zaten, bu efsaneleşme, bir anlamda, daha oluşum, daha kuruluş safhasında acımasızca yok edilen THKO, THKPC ve TKP/ML geleneğinin, 78 kuşağı tarafından coğrafyanın her yanına yayılmasına, kitleselleşmesine büyük katkı sundu.

Öte yandan 15-16 Haziran İşçi Direnişi de, TKP geleneğinin hayatta görmediği, düşlediği kitleselleşmenin yolunu açtı.

İskan Tolun, Ezidi geleneği üstünde yükselen, Dengbej geleneğini, edebiyata dönüştüren bir yazar. Denizlerin bir dengbej anlatısının diliyle anlatılması, bir anlamda 70’lerde halk içindeki efsaneleşmesini de kağıda dökmek olacak.

Bunu, Nihat Behram kentsel bağlamda bir biçimde yapmıştı, sıcağı sıcağına, Erdal Öz de…

Şimdi sıra Dengbejlerin anlatılarını kayda geçmede…

İskan Tolun “Deniz’in Ütopyası”nı kısa bir biçimde şöyle dile getiriyor:

“Henüz gencecikti Deniz, yirmi dört yaşlarında. Evet, gencecikti dal gibi, çocuktu henüz. Astılar onu, hem de hiç acımadan. Yasalara göre idam edilmemeliydi o. En çok on beş-yirmi yıl cezası vardı yaptığı suçun. Deniz büyük bir haksızlığa uğradı!..." Diyordu avukatı, sicim gibi akan gözyaşlarıyla. Avukat ağlıyordu evet. Aslında onu tanıyan; anlayan herkes, bütün dünya, dağlar, taşlar, ovalar, denizler, yer-gök, kuşlar, böcekler, çiçekler ağlıyordu Deniz için. Şarkışla'da, Gemerek kasabasında asker ile girdiği çatışmada, bahçe çitlerinde, duvarlarında akrobasi hareketlerle havada taklalar atıp atlayarak, halk çocuğu askerlere zarar vermeksizin yılmaz bir savaşçı gibi onları sadece korkutarak çemberleri, engelleri delip sıyrılırken seyredip aşık olan gencecik kızlar, onun kadar mahir olmayı düşleyerek bakan delikanlılar, “bir oğlum olaydı da seni gibi," diyen analar-babalar da ağlıyorlardı Deniz için.

Yedi-Sekiz yaşlarındaydım. Sabah erkenden, neşeli neşeli köyün ortasından sığırları güdüyordum, sığırtmacın önündeki nahıra katmak için. Kolan dedikleri alana varmak üzereydim, bir pencereden radyo spikerinin heyecanlı sesi geliyordu durdum, toplanmış ihtiyarların yanında. Herkesin yüzünden bir hüzün vardı. Aralarında Türkçe bilin bir genç, üzgün üzgün ihtiyarlara:

“Deniz Gezmiş ile birlikte arkadaşlarını da bu sabah astılar, idam ettiler." diyordu. O ortamdaki hüznün bana da yansıdığını net olarak hatırlıyorum şimdi. Evet, neşem kaçmıştı. Sadece adını ve devrimci olduğunu duymuştum. Devrimcinin ne demek olduğunu da bilmezdim ya. Fakat, haksızlığa karşı savaşan yiğit biri olarak kafama nakş olmuştu, o yaşta. O dönemde köyde ve çevrede yeni doğan erkek çocuklara “Deniz" ismi verildiğini de hatırlıyorum.

Ve sanatçılar, ozanlar, şairler besteler, şarkılar, türküler, ağıtlar yazdılar, söylediler. Ne demişti bir şair:

Aşk olsun. Aşk olsun sana çocuk aşk olsun. Acıyorsam sana, anam avradım olsun. Elbette Türkiye'de en uzun koşuysa devrim, onun en güzel yüz metresini koştu. En hızlısıydı hepimizin en.

Evet, ölmedi Deniz, ölmedi Ortadoğu'nun Che'si ölmedi. Hep yaşayacak o. Şairin de dediği gibi hep  “En" olarak anılacak dillerde!... “

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...