23 Haziran 2021 00:40

Demokrasi seçmenlerini arıyor

Fransa manzarası

Fotoğraf: Ilnur Kalimullin/Unsplash

Paylaş

Fransa’da 20 Haziran Pazar günü bölge seçimlerinin ilk turu yapıldı, ikinci tur oylama da önümüzdeki pazar, yani 27 Haziran’da. Seçimler aylar sonra restoran ve kafelerin, sinema, müze ve tiyatroların, mağazaların açıldığı, turizmin yavaş yavaş yeniden canlanmaya başladığı bir ortamda gerçekleşti. Salgının psikolojik sonuçlarının artık çok fazla dillendirildiği ve hükümetin öncelikli meselelerinden biri haline geldiği bir dönemde nihayet yeniden açılan tüm bu mekanlara ilgi çok fazla. Seçim günü bu ilgiye bir istisna oluşturmadı, o gün de her yer tıklım tıklımdı. O gün belki de boş kalan yegane mekanlar oy sandıklarının kurulduğu yerlerdi. Oylar sayılmaya başlayınca da durum daha net ortaya çıktı. Her üç Fransız seçmenden ikisi sandık başına gitmemişti. Böylece Fransa, tarihinin en düşük katılımlı seçimini gerçekleştirdi. Ülke seçmeni adeta demokratik yükümlülüklerini bir kenara bıraktı. Seçmenin yalnızca yüzde 33.3’ü bölge temsilcilerini seçmek için seferber oldu. Sadece evlerinden kalkıp oy sandıklarının bulunduğu yere gitmeyi kapsamıyor bu seferber olma, içlerinde başka şehirlerinden seçim bölgelerine gelen “sorumlu yurttaşlar” da var. Ancak sayılarının bu derece az olması çok kaygı verici. Hem de 10 ay sonra başkanlık seçimlerinin yapılacağı düşünülürse. Jean-Luc Mélenchon’un seçim akşamı dediği gibi, nihayetinde “Seçmensiz bir demokrasi, demokrasi değildir”.

Seçimlerin arifesinde hem siyasal çevrelerde hem de medyada iki temel kaygı dillendiriliyordu. İlki seçimlere katılım oranının düşük olacağı kaygısı, ikincisi de siyasal yelpazenin en sağında konumlanan ve başında Marine Le Pen’in bulunduğu Rassemblement National’in (RN, Milli Birlik) seçimlerden birinci parti olarak çıkması. Seçimlerin bu ilk turunda ikinci kaygı şimdilik boşa çıkmış olsa da, zira RN her bölgede oy kaybetti, ilk kaygı gerçek oldu. Hem de beklenenin bile üzerinde bir oranla. İlk değerlendirmeler, özellikle Rassemblement National seçmeninin sandık başına gitmediği yönünde. Bu seçmen ikinci turda sandık başına gidip oyunu kullanmaya karar verirse, önümüzdeki pazar katılımın oranından ziyade daha farklı meseleleri konuşuyor olabiliriz.

Seçimlere katılımın bu kadar düşük olması karşısında kürsüye çıkan her liderin ve kendisine mikrofon uzatılan her adayın vurgusu aynı oldu: İkinci tur için sandığa gidin. Seçimlerde katılım oranlarının düşük olması Batı demokrasilerinde yeni bir sorun değil, uzun yıllardır ve özellikle de bazı seçimlerde seçmeni sandık başına götürmek siyasetçiler açısından sıkıntılı bir mesele. Seçmenin sandık başına gitmemesinin nedenleri çok çeşitli. Kiminin güzel bir havada yapacak daha iyi bir işi var, kimine kötü hava koşullarında gidip oy kullanmak zor geliyor, kimi yazlığında, bir oy için yolculuk yapmak istemiyor, kimi temsili demokrasiye tamamen inancını yitirmiş, siyasetçileri kendi sırtından geçinen birer asalak olarak görüyor, kimi küskün, kimi de anarşist, siyasal duruşu oy vermesine olanak tanımıyor, kimi sokağın, sesini duyurmasına daha fazla olanak sağladığını düşünüyor, yurttaş olarak bir oya indirgenmek istemiyor, vs. Gerekçeler uzayıp gider. Neden ne olursa olsun sonuç, yurttaşların sadece küçük bir bölümünün ülkelerin kaderini belirlediği “seçim ve demokrasi oyunları”. D. Trump’ın ABD başkanı seçilmesi de bu düşük katılım sayesinde olmamış mıydı?  Seçmenlerin hemen hemen sadece yarısı ABD başkanını belirleyecek delegeleri seçmek için sandığa giderek dünyanın kaderini tayin etmişti. Daha doğrusu, Amerikan seçmeninin yarıya yakını oy vermeyerek, bir süreliğine de olsa, dünyanın kaderini Trump’ın çizmesine neden olmuştu. Trump örneğinin de gösterdiği üzere, sandığa gidip gitmemek bazen ulus ötesi sonuçlar da doğurabiliyor.

Seçmenlerin bir kısmı için temsili demokrasi ve vekillik kurumu, diğer bir kısmı içinse siyaset kurumunun bizzat kendisi sorun yumağından ibaret. Bir kısmı kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen bu siyaset kazanını kendi haline bırakmak ve hızla oradan uzaklaşmak istiyor, bir kısmı da çözümü sandık dışında arıyor. Temsili demokrasi vatandaşı mobilize edebilme kapasitesini kaybetmiş halde ve bu kapasitesini bir günde kaybetmedi. Demokrasiler bir süredir belki de hiç olmadığı kadar can çekişiyor. Hastalığa neden olan virüse karşı tedavi geliştiremezsek hasta yatağında solunum yetmezliğinden ölüp gidecek. Tedavisi bulunabilirse, kim bilir, belki de bir gün küllerinden yeniden doğar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa