16 Haziran 2021 00:02

Hegemonik restorasyon

Joe Biden

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Başkan Joe Biden Brüksel’deki NATO zirvesinde kısa bir mesaj verdi: “ABD geri döndü.” Böylece Donald Trump döneminde izlenen Önce Amerika yaklaşımının bittiğini ve ABD’nin yeniden çok-taraflı diplomasiyle ilerleyeceğini vurguladı. Biden iç politikada izlediği sosyal devlet ve sanayileşme stratejisinin mütemmim cüzü olarak dış politikada ittifakları güncelliyor. Yeni bir Roosevelt dönemi mi başlıyor? ABD İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurduğu hegemonik düzeni yeniden “ihya ve inşa” edebilir mi?

Son yirmi yılın dünya siyasetini hafızamızda gözden geçirirsek Biden’ın hamlesinin aslında ABD’nin ikinci geri dönüşü olduğunu fark etmemiz çok vakit almaz. Başkan Bush döneminde iktidarda olan Yeni Muhafazakar kliğin izlediği ve 2003’te Irak’ın işgaliyle belirginleşen tek-taraflı siyaset, transatlantik ilişkilere büyük bir darbe vurmuştu. Tıpkı Trump gibi Bush da ABD’nin işlevsizleşmiş Birleşmiş Milletler’in onayına ve köhnemiş NATO ittifakına ihtiyacı olmadığını, bir “gönüllüler koalisyonuyla” beraber hareket edecek kadar güçlü olduğunu iddia ediyordu. Verilen mesaj artık tek-kutup olduğuna inanan ABD yönetiminin kibrini yansıtıyordu: “Ya bizimle berabersiniz ya da bize karşısınız.”

2009’da iktidara gelen Barack Obama, Bush’tan yaka silken Avrupa’da Biden’dan çok daha büyük bir heyecanla karşılanmıştı. İktidarının ilk yılında en çok yurtdışı ziyaret gerçekleştiren başkan olan Obama 19 Şubat 2009’da Kanada gezisiyle başladı. 31 Mart-3 Nisan tarihlerinde Londra’da G-20 zirvesine, ardından 3-4 Nisan tarihlerinde Fransa’da ve Almanya’da NATO zirvesine katıldı. 4-5 Nisan’da ABD-AB zirvesini gerçekleştirdi ve Prag’da nükleer silahlara karşı ünlü konuşmasını yaptı. 5-7 Nisan’da Ankara’da, İstanbul’da coşkuyla ve kendi adına özel hazırlanan “baraklavalarla” karşılandı. 7-8 Nisan’da Bağdat’ta Celal Talabani ve Nuri el-Maliki’yle görüşerek büyük turunu tamamladı. Bu ve bunu takip eden diplomatik hamleleriyle Obama 2009 Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Ne var ki yakın tarihin en beliğ, en karizmatik liderinin mirası büyük bir hayal kırıklığı oldu: Donald Trump.

Joe Biden ne Obama’nın karizmasına, ne bedensel enerjisine, ne de mükemmel hitabetine sahip. Kuşkusuz Trump’ın diken diken ettiği tüyleri yatıştırıyor. Ancak ABD’nin müttefiklerine verdiği güvenceler ne kadar inandırıcı olabilir? NATO zirvesindeki basın toplantısında bir gazeteci bu cesur soruyu sorarak zirvenin en can alıcı noktasını dile getirdi. Biden kendisinden sonra yeni bir Bush, yeni bir Trump’ın iktidara gelmeyeceğinin garantisini nasıl verebilirdi? Avrupa, Biden’dan sonra ABD’nin yeniden tek-taraflılığa, Önce Amerika anlayışına dönmeyeceğinden emin olabilir miydi? Biden’ın cevabı tipikti: “Beni seyredin.”

Biden, Obama gibi sahne dolduran bir siyasetçi değil. Fakat Biden’ın az ve öz konuşması sadece kişisel tarz olarak algılanmamalı. ABD Başkanı, uluslararası ilişkiler ve ekonomi politik kuramlarında iş birliği ve ortak eylem konusunda kilit bir soruna cevap veriyor: Güven meselesi. Eğer ABD iç ve dış politikada son yirmi yılda iki başkan tarafından paspas misali üzerinden geçilmiş hegemonik kurallara ve kurumlara işlerlik kazandıracaksa güzel sözler ve sahne performansından daha fazlasını yapmak zorunda. Biden bunun altını çizdi: “Söylediklerime bakmayın, yaptıklarıma bakın!”

ABD’nin hegemonik restorasyon için iddialarını sonuç getiren eylemlerle desteklemesi gerekiyor. Gevezelik dönemi bitti. Türkiye’deki tartışma Biden-Erdoğan görüşmesinin (aklı başında herkes tarafından tahmin edilen) sonuçlarına odaklanırken, gözden kaçırılan en önemli nokta hegemonik restorasyonun yapısal gereklilikleridir. Eğer Biden Roosevelt misali bir atılım yapacaksa bu girişimin üç ayağı olmalıdır: 1) ekonomi-politik, 2) jeopolitik, 3) ideoloji. Kısaca özetleyelim:

1- Ekonomi-politik: İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde kurulan ABD hegemonyası içeride ve dışarıda sosyal politika ve sanayileşme politikasına dayanıyordu. Uluslararası finans ve ticaret kurumları bu temel sermaye birikim rejiminin payandalarıydı. Almanya ve Japonya’nın ABD’ye ihraç ederek kalkınması bir noktadan sonra ABD’yi sürekli açık veren bir pozisyona itmiş ve dolar üstünlüğüne dayanan para politikasına mecbur etmişti. Şimdi Biden’ın yeşil sanayi atılımıyla yeni bir sanayileşmeyi başlatıp başlatamayacağı kritik bir önem taşıyor. IMF şimdiden yeni sosyal politikaları benimsemiş gibi. Ancak Obama döneminin iki büyük başarısızlığı Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) ve Transpasifik Ortaklığı’nın (TPP) yerine yeniden Atlantik ve Pasifik havzalarını birleştirecek kurumlara ihtiyaç var. Bu konudaki gelişmeleri yakından takip etmeli.

2- Jeopolitik: Hegemonyaya rakip olabilecek tek aday olan Çin’in kontrol edilebilmesi için Pasifik ve Atlantik’te çevrelenmesi şarttır. Ancak Avrasya kıtasında dengelenmesi de gerekir. Türkiye sınırına dayanmış olan Çin’in hegemonya hamlesi Brüksel zirvesinde zorlu bir imtihan (challenge), Rusya ise tehdit olarak tanımlanmış. Kısa vadede geçerli olsa da bu yanıltıcı bir tanımdır. Obama’nın Ortadoğu’dan çekilmeye çalışırken Asya Pivotu adıyla gücünü Çin’i çevrelemeye yoğunlaştırdığını unutmayalım. Çin’i doğrudan hedefe koymadan önce Rusya’yla karşı karşıya getirmek, Çin’e karşı Rusya’yla ortak çıkarlar geliştirmek lazım. Bunun için de öncelikle Rusya’yla bilek güreşi şart. Biden’ın dediği gibi sözlere değil, eylemlere bakalım.

3- İdeoloji: ABD hegemonyasının temel niteliklerinden olan insan hakları ve demokrasi söylemi de yeni bir dönüşüm geçiriyor. Bu söylemi sadece bir reelpolitik ve ahlak ikileminde görmek ideoloji kavramını tamamen yanlış anlamak demektir. İdeoloji bir toplumun apandisiti değildir. İdeolojiyi denklemden çıkarırsanız ne hegemonya kalır, ne iktidar. Siyaseten odaklanılması gereken konu ideolojinin siyasi özne, siyasi program, siyasi eylem üretebilme kapasitesidir. Biden mücadele hedefi olarak otoriter yönetimleri belirlerken bunun merkezine yolsuzluk, kara para ve medya üzerindeki baskıları koymuştur. Bir süredir Batı kamuoyunu işgal eden Rus ve Azeri kara para aklama operasyonları genişleyecektir. Önceki yazılarımda vurguladığım gibi ABD, öncülüğünü yaptığı sermayenin serbest dolaşımının kendisine karşı bir silah olarak kullanılmasına karşı mücadele edecektir. Bu mücadele sadece uluslararası bir düzlemde olmayacak, ABD içindeki bazı sermaye fraksiyonlarıyla da kavgaya girişilecektir.

Biden ABD’nin NATO taahhütlerinin inandırıcılığı sorusuna verdiği yanıtta ABD Başkanları için çok istisnai bir tavır sergiledi. Trump döneminin tekrarlanmayacağına dair güvence verirken Biden, Cumhuriyetçi Parti’nin çoğunluğunun Trumpçılar tarafından ele geçirilmiş olabileceğini, ancak Amerikan halkının çoğunluğunun transatlantik ittifakının yanında olduğunu vurguladı. Bir Amerikan başkanının bir yurtdışı gezisinde, üstelik uluslararası bir zirvenin podyumunda muhalefeti eleştirdiğine pek rastlanmaz. Bu, Biden’ın restorasyon projesini hayata geçirebilmek için nasıl bir ölçekte mücadele etmesi gerektiğini gösteren önemli bir detay.

Gelelim bir türlü gözlerimizi alamadığımız göbek deliğimize: Biden’ın izleyeceği siyasetin Cumhur ittifakına etkisi ne olur? Afganistan gönüllülüğünün Kore’yi çağrıştırması yersiz değildir. ABD için Türkiye jeopolitik açıdan önemli bir arazidir, ancak Türkiye sermayesinin arzuladığı yatırımı yapmaz. ABD-Türkiye ilişkisi asimetriktir. Kore’de, Afganistan’da gönüllü askerliğe koşan Türkiye, karar verici ve politika belirleyici ABD’dir. Bu denklemde değişen bir şey yok. Ancak Brüksel zirvesiyle gündeme girmekte olan önemli bir konu var: Afrin meselesi. Eğer “Cumhur rejimi” Rusya’nın inayetiyle ele geçirdiği Afrin’i bir ABD nüfuz sahasına dönüştürürse Suriye’de Fırat’ın doğusu-batısı ayrımı ortadan kalkar ve Moskova’nın tepkisi kaçınılmaz olur. NATO zirvesinin Cumhur ittifakı açısından etkisi merak ediliyorsa Cumhur ittifakının kurucu unsuru olan Suriye ve Irak politikalarının gözlemlenmesi gerekir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...