06 Haziran 2021 00:57

‘Nerde o eski gazeteciler…’

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

“Ona bu günlük gazetecilik mesleklerin en gücü, en bayağısı, en şerefsizi gibi geliyordu. Gerçi aslında halkı eğlendirmekten veya kendisini halka beğendirmekten başka bir manası olmayan bu mesleğin güzel ve asil tarafı yalnız sıkıntılarında ve tehlikelerinde idi.”*

Yakup Kadri’nin Hüküm Gecesi romanının kahramanı Ahmet Kerim yukarıdaki satırların devamında daha da ileri gider ve mesleğinin iyi ve riskli yanlarını bir kaldırım fahişesi ile kıyaslar. Ahmet Kerim’in aklından bunlar geçerken 31 Mart Vakası henüz gerçekleşmiş İttihat ve Terakki, Meşrutiyet’le gelen özgürlük ortamını darmaduman etmiştir. Devamında kahramanımız yakın arkadaşı Ahmet Samim’in öldürülüşüyle sarsılacak, muhalefete ve Osmanlı’ya dair umudunu aşama aşama yitirecek, çok eleştirdiği Ali Kemal’le nasıl olup da aynı pozisyona düştüğüne hayıflanacaktır.

Bu topraklarda gazeteciliğin bir meslek olarak kabulü İkinci Meşrutiyet sonrasında başlar, öncesinde memuriyetin yanında bir uğraş olarak kabul edilir. Hoş meslek olarak kabul görse de icra edeni geçindirecek olanaklar sağlamaz. Ahmet Kerim’in de roman boyunca gazeteciliğin durumu ya da nasıl yapılması ile ilgili bir derdi yoktur zaten onun bütün ülküsü Osmanlı’nın özgür ve onurlu koşullarda ayakta kalmasıdır.

Gazeteciliğin ortaya çıkışından bugüne kurtulamadığı arazlardan birisidir bu. Gazetecinin elbette hayata bakışı, ideolojisi yaptığı haberlere, yazılarına yansır ama gazetecilik sınırlarıyla yetinmemek, kutuplaşmış siyasette yükselmek çoğunlukla Akdeniz kültürüne özgü bir durum. Başlarda siyasi ikballe motive olma hali 1980 sonrası yerleş(tiril)en neoliberal sistemde zenginleşmenin de yoluna dönüşür.

Bu ülkede iyi gazetecilik hiç olmadı, gurur duyacağımız gazeteciler yok demiyorum elbette, aksine çok zor şartlarda canları pahasına gazetecilikten ödün vermeyen nice isim var. Ancak gazeteciliğin ne olduğu, kime gazeteci deneceği konusu yeni teknolojilerin sınırları belirsizleştirdiği ortamın öncesinde de tartışma konusuydu. Üzerine sayısız makale, tez, köşe yazısı yazıldı döndük dolaştık bugün Sedat Peker’in gazetecileri ifşasında aynı yere geldik.

‘NAMUSU MAAŞI KADAR OLAN GAZETECİLER’

Böyle sesleniyor Peker videolarında iktidara yanaşan, çıkar ilişkisine giren ve en önemlisi de kendisiyle de benzer çıkar ilişkisindeyken sonradan “satan” gazetecilere. Bahsettiğinin gazetecilik etiği ile ilgisi yok, onun kendine özgü bir ‘namus’ kavramı var. Görüntülü aramayı “Reisim!” diye açan Hadi Özışık’ın gazeteciliği ile bir derdi yoktu, ne zamanki konumunu inkar etti, “ifşa” ile cezalandırıldı. Oysa biz “ben tarafsız bir gazeteciyim” diyen Özışık’ın gazeteci olmadığını zaten biliyor ve söylüyorduk. Tüm basın camiasının bildiği “sırrı” Peker açık edince mi aydınlandı medya patronları? Meslektaşları “haber kaynağı ile mesafesini koruyamadı” diye mi dışladılar?

Geçen hafta Barış Terkoğlu, Cem Küçük’ün Adnan Oktar’la ilişkisine ilişkin bir iddia ortaya attı, bir belge yayınladı. Küçük, iddiaları yalanlarken “Elbette millet bize inanıyor. Seçim sonuçları ve milletin bizlere teveccühü bunların delili" dedi. Biz ne ara Cem Küçük’ü seçtik?

Her yazı günüm Peker’in videolarına denk geliyor. Peker teaser verip bugün Veyis Ateş’ten bahsedeceğini söyledi. Neredeyse her gün ekranlarda boy gösteren Veyis Ateş’in tercümanı 2018'de "Afrin Özel" programında röportaj yaptığı insanların "Afrin'i ÖSO talan etti" sözlerini "YPG" diye çevirirken, Ateş ne düzeltme ve ne de özür ihtiyacı duymuştu. Bir gazeteci için utanç vesilesi olabilecek durum Ateş’i ana haber sunuculuğuna kadar yükseltti.

Namus, ahlak belirli bir dönemde toplumların benimsediği kurallardan oluşur, toplumun bir kısmının ahlak olarak benimsediği değerler diğer bir kısmı için geçerli olmayabilir, toplumdan topluma değişebilir ya da zaman içinde dönüşebilir. Etik dediğimiz şey ise dar anlamda bir işin, mesleğin doğru yapılabilmesi için deneyimlerden süzülmüş kurallarıdır. Dolayısıyla gazetecinin namusunun ölçüsü Sedat Peker için zaman içinde değişmiş olabilir ancak meslek etiği zamanın koşullarına uyum sağlamak adına genişlese de göreceli değildir.

Geçen haftanın gazetecilik adına bir başka önemli açıklaması da eski AKP milletvekili, Yeni Şafak gazetesi yazarı Yasin Aktay’dan geldi, dedi ki: “Berberoğlu ve Dündar, mevzuyu MİT TIR'larında ne olduğuna dair haberlerinin doğru olup olmamasından ibaret sanıyor, oysa sorun böyle bir şeye burnunu sokmaları”. Aktay’ın o dönem AKP’de dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı olmasını da göz önünde bulundurarak tek kelimeyle skandal olarak nitelendirilebilecek bir açıklamaydı. Gazetecilerin milli çıkar değil kamu yararı gözetmesi gerektiğini, iktidarların hoşuna gitmese de bunda diretmenin mesleki bir sorumluluk olduğunu, hükümetin kendisini aynı ligde varsaydığı liberal demokratik ülkelerde böylesi bir haberciliğin cezalandırmaya konu olamayacağını hatta Kennedy’nin 1961 Domuzlar Körfezi çıkarması sonrası The Times Yayın Yönetmeni Turner Catfedge’e “Keşke operasyon hakkında daha fazla yazsaydınız, belki de bizi bu muazzam hatadan kurtarırdınız” deyişini burada ben, başka yerlerde başka meslektaşlarım defalarca yazdık.

Açıkçası bugün gelinen noktada Peker’in bazı gazetecileri “namuslu” ya da “namussuz” olarak nitelendirmesiyle Aktay’ın ‘burnunu sokan haindir” açıklaması arasında fark yok. MİT tırlarına ilişkin haberler gazetecilik açısından eleştirilir, gazeteciler, bu alana kafa yoranlar, akademisyenler eleştirir. Gazeteciliğin sınırlarına, ne iktidarla derdi olan Peker, ne de iktidarın sesi olan Aktay karar verebilir. Peker’in tanık ve fail olduğu ifşaatlarını nasıl haberleştirildiğine biraz kafa yormamız gerekli. Kendi bekası için manevra alanını gözeten, kimi olayları çarpıtan analizciler, tarafını baştan seçen ‘iktidar giderse biz de gideriz’ciler, ‘yesinler birbirlerini’ diyenler, Peker şunu da ifşa etse diye elini ovuşturanlar…

Bugünkü skandalı Susurluk’la kıyaslıyoruz ya; kimsenin beğenmediği Hürriyet’te Necdet Açan, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın kaymakamlıklara yazı yollayıp "AB ve ABD yanlısı kişiler ve yüksek sosyete" hakkında istihbarat toplanması isteğini belgeleriyle ortaya koyan "Sosyetik Fişleme" haberiyle 2004 yılında Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü'nü almıştı. Necdet Açan ve Hürriyet’te gazetecilik etiği adına en duyarlı editörlerden biri olan Serhan Yediğ “Derin Devletin Peşinde” adlı bir kitabı kaleme aldılar. Yine o dönem çalışma arkadaşlarımdan Tolga Tanış bugün Peker’in iddialarına arka plan sağlayan “Potus ve Beyefendi” kitabını 2016’da yayınladı, artık gazetecilik yapma imkânı kalmamıştı. Akşam gazetesinin satışı sonrası medyadan elini eteğini çeken Cengiz Erdinç, “Overdose Türkiye” kitabı, uyuşturucu ticareti rotalarına dair bilgisi nedeniyle şimdilerde görünür oldu ama öncesinde kimse nerede, ne yapıyor diye sormadı…

Eskiden gazetecilik yapılıyordu bugün yapılmıyor değil. Eskiden de, bugün de gazetecilik için hayatını riske atan nice değerli gazeteci var. Gazeteciliğin gücünü siyasi arenada bir pazarlık unsuru olarak kullanma derdi olmayanların, haber atlatma şevkini bastırarak bu sıkışmışlıktan kurtulma imkânının hiç olmadığı kadar mümkün olduğu bir dönemdeyiz. Para yok, imkânlar kısıtlı, baskılar malum, ancak hataları ve sevaplarıyla yüzyıllık gazetecilik birikiminden çıkarılacak çok ders var.

*Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüküm Gecesi, İletişim Yayınları, 2020, s.12

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa