23 Mayıs 2021 01:15

Peker’le yollarımız ne zaman, nasıl ayrılacak?

Sedat Peker

Sedat Peker | Ekran görüntüsü: Youtube

Paylaş

“Dijital devrim sayesinde daha akıllı, daha hoşgörülü ve daha eğlenceli olmamız gerekiyordu. Bunun yerine kızgın, yorgun, kafamız karışmış ve bölünmüş durumdayız. Bu, vatandaşların kendi kendilerini yönetmek ve bilgilenmek için medyaya ihtiyaç duyduğu demokratik bir cumhuriyet için parlak bir durum değil.”

Alıntı, iletişim alanında çalışanların yakından bildiği Virginia Üniversitesi Medya ve Vatandaşlık Merkezi Direktörü Siva Vaidhyanathan’ın geçen Cuma Slate’e yazdığı “Medya için Yeni Kâbus Senaryosu” başlıklı yazısından. Bu yazı yayımlandığında tüm ülke Sedat Peker’in, geçen Çarşamba Soylu’nun ağır ve son derece cinsiyetçi ithamlarına cevap vereceğini duyurduğu videosuna kilitlenmiş, onu tartışıyor olacak. Gayet normal, videoların etkisi üzerine birkaç şey söylemek isterim ama önce müsaade edin yeni kâbus senaryosunu biraz tartışalım.

Vaidhyanathan’ın kâbus senaryosunu “yeni” olarak sıfatlandırma sebebi 2006’ya gidiyor. ABD’de yürürlüğe giren Telekomünikasyon Yasası medya şirketleri ile telekomünikasyon şirketleri arasındaki birleşmelere izin veriyordu. Hemen ardından gelen AT&T-Time Warner birleşmesi medyadaki tekelleşmenin ulaşabileceği boyutlar açısından çok endişe verici görünüyordu. Birleşme her iki tarafa da fayda sağlamadı lakin birkaç yıl sonra ülkenin internet altyapısının neredeyse tamamına sahip Türk Telekom’un güçlü bir medya satın almasının yaratabileceği sonuçlar burada da tartışılmaya başlanmıştı. Tüm kaygılar medya sektörünün teknoloji ile birlikte yan sektörleri de kapsayacak şekilde tekelleşmesine odaklanıyordu. Çoğulculuğun, çok sesliliğin önündeki en büyük engel 70’lerden itibaren medya pazarlarının küresel ve yerel düzeyde tekelleşmesiydi. Bilgi ve eğlence sektörü altı büyük uluslararası devin elindeydi ve mücadele için tekelleşmeyi önleyici düzenlemelerin güçlendirilmesi gerekiyordu. Ancak bugün Google ve Facebook duopolü bütün sistemi değiştirdi. İlgi ekonomisi olarak adlandırılan sistemde kendilerini asla medya şirketi olarak tanımlamayan bu devler, tüm diğer oyuncularını kısa sürede hem içerik hem de reklam açısından kendilerine bağımlı kıldı. Vaidhyanathan’a göre dikkatimizin bu büyük eşik bekçileri, karşılaştığımız sorunlar hakkında düşünme yeteneğimiz üzerinde önemli bir tehdit haline geldi, çünkü çok fazla gürültü çıkarıp kakofoni yaratıyorlar. Editöryel kararlar genellikle Google'da neyin daha fazla tıklanacağı ya da paylaşılacağı göz önünde bulundurularak alınıyor ve bu da düşünce dünyamızı aşındırarak sığlaştırıyor. Medya sahiplik ilişkileri için kaygılanırken ve sonrasında yeni teknolojilerin sağladığı çok sesliliğe sevinirken kimse bunu hesap etmemişti.

Buradan yola çıkarak gelelim Sedat Peker videolarına. Bu yazının kaleme alındığı 21 Mayıs akşamında altı videonun toplam görüntülenme sayısı yaklaşık 31 milyondu. Peker ve ona atfedilen sıfatlarla ilgili ne düşündüğümü geçen yazıda aktardığım için tekrar etmeyeyim ancak bu derece ilgiye bir iletişimci olarak ilgisiz kalmak zor. Peker’in önümüze boca ettiği kirli ilişkiler silsilesi çokça Susurluk Kazası ile kıyaslanıyor ve o dönem medyanın bugüne göre ne kadar özgür olduğu hatırlatılıyor. Medya özgürlüğü açısından, başta Kürt sorununu ve Kürt medyasını dışarıda bırakırsak, söylenenler kısmen doğru. Ancak 1996’da ülke nüfusu yaklaşık 55 milyon, özel televizyonlar altı yıldır hayatımızda ve televizyona bağımlılık bugünkünden elbette çok daha yüksek, gazete tirajları ise (o dönem promosyon kampanyalarını da unutmamak gerek) 5,5-6 milyon civarı (okunma oranı ortalama dörtle çarpılıyor). Ayrıca 3 Kasım 1996’da Susurluk kazasını herkes kendi tercih ettiği mecradan takip ediyordu. Sol ve sola meyleden liberal cenah Radikal gazetesinden, daha entelektüel sayılan İslamcı grup Yeni Şafak’tan, ana akım zaten tabiri caizse “fişek gibi”, çoğu haberi medya etiği açısından skandal.

Bu arada Doğan Grubu Anavatan Partisi’ne yakın ve iktidarda Refah-Yol Koalisyonu vardı. Ülkenin en önemli medya skandallarından “Andıç” iki sene sonra ortaya çıkacaktı. Koalisyon ortaklarından biri zaten skandalın göbeğinde, diğerinin olduğuna dair bir kanıt yok ama “Glu glu dansı” ve çok daha vahimi Şevket Kazan’ın “Mum söndü oynuyorlar” ifadesiyle sahiplenilmiş durumdaydı. Ülke zaten yakıcı bir ekonomik kriz altındaydı, kamu işçilerinin eylemleriyle yükselen muhalefetin 91’de ANAP hükümetini devirmesinin üzerinden sadece beş sene geçmişti. Kısacası, başka bir seçim, başka bir hükümet olasılığı gayet yüksekti. 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP tek başına hükümet kurma şansını yitirdiğinde neler yaşadığımız malum. Dolayısıyla 1996’daki siyaset ve medya ortamıyla bugünü karşılaştırmak “yalnızca o gün bunlar ana akım medyada yazılabiliyor / söylenebiliyordu”dan ibaret.

Bugün Sedat Peker herhangi bir gazeteci ya da medyanın eşik bekçiliğinden medet ummadan tek başına 30 milyon insana (hadi bazıları iki kere seyretmiş olsun) ulaşabiliyor. Neyin sayesinde? Google’ın ya da daha doğru adresle YouTube’un. Konuyu, kostümünü, ortamı, objeleri kendisi seçiyor. Tek kısıtlaması süre (YouTube’da bir saat üzeri videoların yüklenmesinde sıkıntı yaşanıyormuş). İlk videolarda tek başınaydı, sonra “kaç dakikamız kaldı” diye kameramana seslendi ardından “evlat bir su ver” diyerek veya düşürdüğü yüzüğün kutsallığını emanet ederek yalnız olmadığını gösterdi. Videoların yayın günleri çok akıllıca: Perşembe ve pazar; hangi günler yelek giydiği dahi kamuoyunu meşgul ediyor. Entelektüel kapasitesini beğenenler olduğunu biliyorum lakin bence iyi bir iletişimciyle çalışıyor. Son videosunda kendisine reklam almasını tavsiye edenler olduğundan bahsediyor, işte kafalar karışık: 30 milyon izleyicisi olan bir Youtuber mı, Türk’ün birliğini kurmaya ant içmiş dişine kan değen bir kurt mu? Youtube için fark etmez.

İktidar medyası kör, topal, sağır. Cumhur İttifakı kendi içinde çatlıyor, Peker’in dönüş bileti Soylu’nun gidiş bileti kesildi. Hürriyet, Eylül 2015’te binasına saldıranlarla ilgili iddiaları dahi haber yapamıyor. Geçen gün, Ağar yönetimine geçtikten sonra Yalıkavak Marina’da yemek yiyip, tatil yapan, mekan öven gazetecilerin listesini çıkarmaya giriştim, sonra baktım ki Faruk Bildirici’nin “Medya Ombusmanı – Saray’ın Medyası” kitabında zikrettikleriyle aynı isimler. 2015’te Doğan Grubu’na, eski pratiklerle, korkutarak çökmeye destek veren Peker, bugün çöken sermayedarı YouTube’la yok etmeye girişiyor. Kıdemli gazeteci ve okurlar hariç kimse Demirören medyası ne yazmış merak dahi etmiyor.

Gece uyumayan ya da sabah saat kurup bekleyen takipçileri var, almayı planladığı intikamla içlerini soğutmayı bekliyor bir kısmı. Peker ise ağır ağır parça kopartacağını söylüyor, onun bir stratejisi var, kitlelerin yok. Dahası bu yolsuz, dejenere ortamın normalleşmesi riski var. Geçmişte pek çok deneyim gösterdi ki, medyanın gösterdiği şiddetin, çürümüşlüğün dozajı yükselince toplumda bilinç yerine kabullenme artıyor.

İletişimi doğru kullanmak ulaşmak istenilen hedefler için çok yararlı, ancak ilgiye hatta duyguya dayalı bir iletişim stratejisinin sürdürülebilirliği de sınırlı. Dolayısıyla 30 milyonluk izleyiciyle (en azından büyük bir kısmıyla) Peker’in yolları yakın zamanda ayrılacak. AKP’nin çözemediği diğerlerinin çözmeye daha yakın olduğu bu yeni kâbusta bize kalan bir kez daha kızgınlık, yılgınlık, bölünmüşlük olacak. Tüm bu yazdıklarım seçilen olaylar, mekânlar, alta döşedikleri dram seviyesini yükselten müziklerle gençlerin ilgisini cezbeden, YouTube’da çok izlenen 140Journos’un muhalefete hizmet eden propaganda videoları için de geçerli.

İnsanların özellikle gençlerin intikama değil umuda ihtiyaçları var ve o umut sandıktan ibaret değil. Peker, Dubai’deki lüks odasından kızları için meydan okurken, belki Pazar günü için gömleğini ve masa dizaynını tasarlarken Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri öğrencileri için yağmurda sırılsıklam olma pahasına 138. gün de nöbetlerini bırakmadılar. Ne onların, ne yeniden açılan Gezi davasının, ne grevdeki işçilerin, ne de Kobane davasıyla siyaset dışına itilen HDP’nin bu günlerde adı geçmiyor. Gündemi Peker belirliyor kabul, ama ne hakkında ve nasıl konuşacağımızı bari o belirlemesin.

Son olarak Peker’in medyaya küçük de olsa katkısını es geçmeyelim. İnternet medyasında çalışan gazetecilerin güya haklarını savunan ama her daim iktidarın sansür politikalarına destek veren İnternet Medyası Derneği Başkanı Hadi Özışık’ın ipliğini pazara çıkardı. Umalım ki internet yayıncılığı adına kendisine seminer / ders verdiren, danışman atayan onu öğrencilerle buluşturan iletişim fakülteleri de biraz utanmıştır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa