21 Mayıs 2021 00:06

TÜBİTAK'ın ve YÖK'ün mafyalaşma ve yolsuzluğa karşı bir programı var mı?

Logo: TÜBİTAK

Paylaş

Peker, Ağar, Soylu, Pelikan, AKP, medya, mafya, çete, uyuşturucu, tecavüz, suikast, şiddet… Tüm bu yaşananların TÜBİTAK ve YÖK ile, bilim ve araştırma kuruluşları ile bağı, sadece adli tıpla mı sınırlı?

TÜBİTAK ve YÖK bilim ve üniversiteleri resmi olarak temsil eden en önemli üst organlar olduğuna göre bu iki üst kuruluşun asli görevlerinin neler olduğu sorusunu sormak gerekmektedir. Bunun yanıtı da daha evrensel olarak bilim ve üniversitelerin en önemli görevlerinin neler olduğunda içerilmektedir.

Bilimsel araştırma; 1-Gerçeği, hakikati, özellikle de henüz bilinmeyeni ortaya çıkarmak, 2-Bilgi üretiminde toplumsal sorunları öncelikle araştırma konusu yapmak, 3-Toplumu gerçeklik-bilgi temelli aydınlatmak ise; TÜBİTAK ve YÖK Türkiye’de bilim ve araştırmanın resmi üst organları ise; o halde ilk yapılacak; gerçeklik ve Türkiye’nin öncelikli sorunları nedir sorularıyla başlamaktır.

TÜRKİYE’NİN ÖNCELİKLİ SORUNLARI NELERDİR?

AKP kuruluş sürecinde ve ilk seçimlerde “yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklara karşı mücadeleyi” ana hedefler olarak saymakta idi. Yani Türkiye’nin üç temel probleminin yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar olduğunu kabul ediyordu.

Bu sorunlardan daha geniş tanımlamasıyla eşitsizlikleri, ayrımcılıkları, şiddeti de dahil edeceğimiz yolsuzluğun yoksulluk ve yasakların da kaynağını oluşturduğu söylenebilir. Proudhon mülkiyet hırsızlıktır diyordu. Yolsuzluk hırsızlığın ötesinde aynı zamanda mafyalaşma, çeteleşme, şiddet rejimidir.

Her tür el koyma zorunlu olarak direnci kıracak şiddet unsurunu içsel ayrılmaz parçası olarak içermektedir.

Weber’in betimlediği halde tek “meşru” şiddet tekeli eğer devlet ise, o halde sınıflı toplumlarda devlet, bir sınıfın bir başka sınıfın ürettiklerinin bir kısmına el koymasının meşrulaştırıcı, dahası itiraz/direnç durumunda şiddetle bastırılması kurumuna dönüşmektedir. Mahkemesi, polisi, askeri, bekçisi hakim sınıfın kolluk gücüne, dahası yasaları ve propaganda araçları (medyası, okulları, camileri) hakim sınıfın meşruiyet sağlayıcı aygıtlarına dönüşmektedir.

Yolsuzluk durumunda, devletin şiddet tekeli, devlete hakim olanların, eğer bu hakim kesim nema veya soygun blokunun ağırlığından oluşuyorsa, onların şiddet tekeli haline gelmektedir.

Daha vahimi, çoğu örnekte, bürokrasi doğrudan hakim sınıf veya güçlerle iç içe geçmekte, bizzat kendisi bu sınıfların yerine geçmekte, şiddet tekelini doğrudan çıkar aracına dönüştürmektedir.

Dahası memur ve bürokratlar resmi özlük ve saygınlıklarının yeterince karşılanmadığını da gerekçe göstererek yeraltı ekonomisinin, kamu kaynaklarını ele geçirmenin, uyuşturucu ve insan ticaretinin doğrudan organizatörü veya parçası olmaya başlamaktadır.

AŞİRET, PARTİ, ASKER, POLİS, BÜROKRAT RANTİYERLERİ: ÇETELEŞME, MAFYALAŞMA

Dayıcılığın, klientalizmin, iltimasın, lobiciliğin ötesinde Türkiye gibi ülkelerde, “Doğu” tipi ülkelerde el koyma biçimleri doğrudan hakim olabilecek güçlü özerk bir sermaye grubu yeterince oluşmadığından aynı zamanda toprak/aşiret ve asker/polis/devlet gücüyle beraber işlemektedir.

Böyle durumlarda çeteleşme, mafyalaşma bir rejim halindedir. Devlet bir tür çete bloku gibi işlemekte, hem hakim güçlerin el koymasına aracılık etmekte hem de asker/polis/politikacı kendisi bizzat el koyucu bir zümre/sınıf haline gelmektedir.

Bunun Batı tipi kapitalizmden farkı; liberal kapitalizmde yüksek bürokrasi ve beyaz yakalılar liyakat düzeni içinde burjuvaziye maaşları ve resmi pozisyonları karşılığı hizmet ederken Türkiye gibi ülkelerde aynı zamanda bizzat “resmi şiddet gücü tekelini” fırsata çevirerek rantiyerlik de yapmalarıdır, hem kamu kaynaklarını ele geçirmekte hem de büyük tüccar veya burjuvazinin aynı zamanda bazen doğrudan ortakları, dahası söğüşçüleri, hatta zorla ele geçiricileri durumuna gelmektedirler. Bu süreçte FETÖ gibi cemaat tarikat çevreleriyle, Bucak gibi aşiret çevreleriyle, gladyo-Derin NATO ile, Peker-Çatlı-Çakıcı ile de iş tutabilmekte, bir grubu bizzat mafyalaşabilmektedir.

TÜBİTAK’IN VE YÖK’ÜN MAFYALAŞMAYA KARŞI ARAŞTIRMA VE BİLİM PROGRAMI VAR MI?

“TÜBİTAK 2020-2021 öncelikli AR-GE ve yenilik konuları” arasında “bilgi ve iletişim teknolojileri, enerji, tarım ve gıda, makine imalat, otomotiv, sağlık, ileri malzeme teknolojileri, kimyasal ürünler” konularını almakla birlikte tüm bu programları da doğrudan etkileyen daha temeldeki ekonomi politik ve genel olarak çok köklü sosyal ve yönetimsel sorunları hiç dikkate almamaktadır.

TÜBİTAK ve YÖK’ün bilim ve araştırma problemlerinin en başında idare ve adalet sorunlarının, mafyalaşma-çeteleşme-yolsuzluk-yoksulluk-eşitsizlik vb. konularının yer almaması bu kurumların da doğrudan dolaylı bu sorunların parçası olduklarını mı gösteriyor?

Peker vakası salt çeteler, mafyalar, politikacılar arasında geçen bir sorun mu yoksa öncelikli sorunlarımızın, dolayısıyla öncelikle bilgi ve strateji üretmemiz gereken konuların neler olduğu konusunda çok ciddi içerimler mi taşıyor?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa