08 Mayıs 2021 23:12

Yalanlar ve propaganda: Bu sefer kim kime kırdırılıyor?

Direğe sabitlenmiş duyuru hoparlörleri

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Propaganda deyince akla ilk Joseph Goebbels gelir, çünkü Nazi Almanya’sının işlediği insanlık suçlarını meşrulaştırıcı rolü bir nevi propagandanın gücünün kanıtı olarak görülür. Propagandanın olumsuz sonuçlarının tümünü Goebbels’in üstüne yıkıp, propaganda çağının bittiğinin ilanı ise ABD’li propagandistlerin en büyük başarısı. Endüstri devriminin hemen öncesinden başlamak üzere kapitalizmin beşiği ABD’deki şirketler iknanın önemini keşfettiler ve propagandanın ya da onların deyimiyle ikna edici enformasyonun en parlak teorisyenleri o topraklarda yetişti. Bunlardan en önemlisi çoğu kaynakta “halka ilişkilerin kurucusu” olarak tanımlanan Edward Bernays’di. Şu kısa tarihi anekdotu anlatmadan Bernays’i anmak olmaz. 1920’lerin sonunda ABD’de kadınların sigara içmesi bir tabuydu hatta kimi yerlerde yasaktı. O sıralarda sigara endüstrisi ekonomik bunalımın da etkisiyle sıkıntıdaydı ve pazarın genişlemesi gerekiyordu. Birkaç reklamda kadınların sigara içtiği görseller kullanılmış ancak istenilen sonuç alınamamıştı. American Tobacco Company'nin başında olan George Washington Hill, Edward Bernays'in kapısını çaldı. 31 Mart 1929 Paskalya Yürüyüşünde, kalabalığın içinde Bertha Hunt adlı genç bir kadın çantasından bir Lucky Strike çıkarıp yaktı.  Devamındaki günlerde başka kadınlar da 5. Cadde’de “özgürlük meşaleleri”ni (torches of freedom) yaktılar. Kamusal alanda sigara içmek kadınların özgürlük mücadelesinde bir aşamaydı. O dönemde bilinmeyen ise Bertha Hunt’ın Beynays’in sekreteri olduğuydu. Kadınlara oy kullanma hakkı henüz verilmemişti, ama artık kamusal alanda erkeklerle eşit koşullarda sigara içebiliyorlardı, sigara satışlarının iki katına çıkması da cabası. Burada Yeşilaycı bir amaç yok elbette. Feminist mücadele de Bernays gibi kurnazların hesaplarını boşa çıkarıp yoluna, onları da şaşkına uğratarak, devam etti. Ancak şurası açık ki aktivizmi kapitalizme dâhil etmek bugünün ikna teknisyenlerinin buluşu değil.

Edward Bernays’in kapısını sadece sermayedarlar değil siyasetçiler de çaldı. Bernays aynı zamanda Freud’un yeğeniydi, amcasının ilk makalelerini İngilizceye kazandırmakla kalmadı, psikanaliz tekniklerini de propagandaya taşıdı. Birinci Dünya Savaşı ya da Büyük Savaş zamanı Başkan Woodrow Wilson fena halde sıkışmıştı. Savaşın sonlarına yaklaşmışken fırsatı kaçırmamak için savaşa dâhil olmak ancak toplumu da buna ikna etmek gerekiyordu. Bunun için Kamu Bilgilendirme Komitesi (Committee of Public Information) kuruldu. Başına eski gazeteci, yeni siyasetçi George Creel getirildi zaten komite daha ziyade Creel Komitesi olarak bilindi. Bernays de elbette bu komitenin bir parçasıydı. Mesela, televizyonda her gün maruz kaldığımız, güya farklı fikirlerin tartışıldığı “konuşan kafalar” formatı bu komitenin icadıydı. Bir başka yöntemleri ise “Dört Dakika Adamları”ydı. İnsanların dikkatlerini bir konuya en fazla dört dakika verebileceğinden yola çıkan, toplumda güvenilir kabul edilen ‘adamların’ önce bir retorik eğitiminden geçerek, ABD’nin savaşa girmesinin avantajlarını dört dakikada anlattığı proje ABD’nin savaşa girmesine yardımcı oldu, ama savaş sonrası Komite aradığını bulamadı. Yine de yüz yüze iletişimin önemi ve toplumun ne düşündüğünün anlaşılması adına değerli bir deneyim olarak tarihe geçti. İkinci Dünya Savaşı’nda reklam şirketleri ile Beyaz Saray işbirliği daha da kuvvetlendi, dolayısıyla artık propaganda denmeyen propaganda da gelişti. Yale Üniversitesi’nden Car Hovland’ın alışılmadık teknikleri devreye girdi (o da başka bir yazının konusu olsun).

Durduk yere Bernays’in nereden aklıma geldi? Akşam gazetesinde okuduğum bir haberden. Meğer AKP, “muhalefetin yalan kampanyalarına karşı aktif mücadele etme” kararı almış. Kısıtlama sonrası oluşturulan (herhalde bu sırada retorik eğitimi alan) ekipler kapı kapı dolaşıp ‘doğruları’ anlatacakmış. Ekiplerin kimlerden oluşacağı, dertlerini kaç dakikada ve nasıl anlatacaklarına dair henüz bir bilgi yok. Umarım bizim kapıya da gelirler. AKP’nin icadından yüz sene sonra keşfettiği bu propaganda yöntemine ilk başta heyecan duymakla birlikte neler olabileceğine dair kurulabilecek projeksiyonun gösterdikleri biraz trajik.

Öncelikle yerini sağlamlaştıranlar, huzur hakkından ikişer üçer yönetim kurulu üyelikleriyle rahatladıklarından elbette kapı kapı dolaşmayacaklardır. Kadınlar, ki geçmişte partinin kapı kapı dolaşan en büyük emekçileriydi, bir gecede adeta erkeklere bir hediye gibi kaldırılan İstanbul Sözleşmesi ve halen saldırılan 6284 sayılı kanun gerekçesiyle, öfkeliler. Twitter’da biraz spesifik bir taramayla, kadın haklarına en büyük saldırının, AKP’ye oy vermiş, onun imkanlarıyla az biraz palazlanmış, ‘ayaklarına bağ olan’ kadınlardan kurtulmak ve terk ettikleri çocuklarına 300-500 lira nafaka ödememek için çığırtkanlık yapan erkeklerden geldiği görülebilir. AKP bu adamlar için kadınları açıkça feda etti. Erdoğan’ın kızı ve KADEM Başkan Yardımcısı Sümeyye Erdoğan’ın “İstanbul Sözleşmesi’nin feshini sanki kadına şiddetle mücadeleyi düzenleyen 6284 sayılı Kanun da iptal edilmiş gibi anlayan, böyle düşünmeye yatkın bir kesim var. Özellikle sahada şiddetle mücadelenin uygulayıcılarında böyle bir algının görülmesi çok tehlikeli sonuçlar doğurur” demesinin bir karşılığı var mı emin değilim. Sümeyye Erdoğan, politik olarak ailenin ‘akil insanı’ pozisyonunu epeydir terk etti ya da terk etmek zorunda kaldı. Zamanın ruhuna uygun olarak artık vitrinde İHA ve SİHA üreticisi, damatlar hiyerarşisinde öne çıkan kocası var. Ticari başarılarını da eklersek artık açık açık sınıfsal pozisyonun keyfini çıkarıyor gibi görünüyor. Özetle, eve beş kuruş faydası olmayan adamların gönlünü hoş tutmaya çabalayan AKP’nin, kadınları ‘yalanla mücadele timi’ne dahil etmesi epey zor.

HAYDİ ÇOCUKLAR İLETİŞİME!

Geriye kim kalıyor? Gençler, ama iktidar imkânlarıyla semirenlerin çocukları değil, onlar zaten kendilerini kurtardılar. AKP’nin yurdun dört bir yanına inşa ettiği ama içini dolduramadığı üniversitelerden mezun olmuş ya da olmamış, iş bulma umudu kalmamış, ancak iktidara yanaşırsa, belki bir yerden hayata tutunabileceğini düşünenler. Bakanların halkla selamlaşmak adına bile sokağa, çarşı-pazara çıkamadığı, AKP vasıtasıyla kendisini fenomen zanneden medya manipülatörlerinin Youtube’da ‘dislike’lara boğulduğu bir ortamda kapı kapı dolaşıp halka ‘muhalefetin yalanlarını’, mesela 128 milyar doların nereye gittiğini falan anlatacaklar. Böyle düşününce insan biraz da olsa duygulanıyor.

Bu parlak fikrin sahipleri geçen hafta “Yalan Üretim Merkezi” başlıklı bir çizgi film yayınladı. Güldük, eğlendik o ayrı konu, lakin oradan bakınca bile durum vahim olsa gerek ki videoyu kaldırdılar. İletişimin 20. Yüzyılın başından beri bildiği “kim, neyi, nasıl, hangi araçla ve kime iletecek” basit formülüne dahi cevap vermeyen, dahası muhalefetin son dönemde en güçlü argümanını (#128miyardolarnerede) yeniden dolaşıma sokan bir ekibin yüz yüze iletişimde neler ‘başaracağını’ öngörmek zor değil.

Ekibin başında Emre Cemil Ayvalı varmış. Hani geçen Haziran CNN Türk’te “İktidara geldiğimde sanki kendi kadrolarım vardı da çok muktedirdim de böyle bir fanteziye mi girdim? Hayır. Bir tarafta darbeci Kemalist gelenek vardı, bir tarafta FETÖ vardı ve bunları birbirine kırdırmak suretiyle yol almak mecburiyetinde kaldık” diyen ve sonrasına Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcılığı görevinden istifa etmek zorunda kalan hevesli, genç AKP’li. Kadro sıkıntısı halen devam ediyor demek ki aynı göreve yeniden getirilmesi yetmemiş, AKP MKYK’ya da seçilmiş. “İzlerken kudurdukları videoyu silmemizi istiyorlar. Şaka gibi.:) Biz sizin yüzlerce yalanınıza tahammül ettik. Bir çizgi film bu kadar acıttıysa oynamayalım.” Ayvalı bunu yazdığında videoyu silmelerini isteyen (en azından Twitter’da) muhalefetten kimse yoktu. Videoyu AKP kaldırttı, bir gün önce de kimi kodamanların paylaşmaya eli bile gitmemişti. Birilerini diğerine kırdırtma pratiği artık AKP içinde işliyor belli ki.

Editörüm beni (biraz da motive etmek için) bunca absürtlük içinde komik bir kurgu hikaye yazmaya teşvik ediyor. Geçenlerde yeşil topu kaldırmayı unutmuş bir hesaptan iktidara “hesap vereceksiniz!!” yazıldığını görünce hevesim kaçtı. Devrim kendi çocuklarını yemiyor, bu rejim ürettiği kadrolardan kendisi bile ikrah ediyor. Bize söyleyecek bir şey kalmıyor. Bahçeli geçen ay “…milli ve şuurlu vatansever gençlerimizin üniversite tercihlerinde İletişim Fakültelerini dikkate almalarının milli bir görev olduğuna inanıyorum” demişti. Ortada başarılı, tutarlı bir politika yoksa iletişimin yapacağı bir şey de yok.’ Ne yapsın bu çocuklar? Kaldı ki, AKP’nin iktidara gelişinin, her şeyden soyut bir iletişim başarısı olarak, hanesine yazıldığı Erol Olçok mezarından kalksa dahi bugünkü AKP’ye bir faydası yok.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...