Babylon Mannheim!

Fotoğraf: Netflix
Takip edenler hatırlayacaktır, bu satırların yazarına göre son dönemin en iyi birkaç yapımı arasında yer alan “Babylon Berlin” dizisini. Volker Kutscher’ın eserinden uyarlanan yapım, 1920’li yılların sonundan başlayarak adım adım Nazilerin iktidarı ele geçirişini polisiye bir olay örgüsü içinde anlatıyordu. Dizi, bir yandan Nazizm fikrinin toplumda nasıl kök saldığının izini sürerken, diğer yandan bu ideolojinin devlet içinde serpilip büyümesinin, destek görmesinin perde arkasına tanıklık etmemize fırsat veriyordu.
Almanya’da yeni kuşağın şimdiye kadar pek dikkat çekmeyen isimlerinden Julia von Heinz’in geçen yıl Venedik’te en iyi film için yarışan yapımı “Ve Yarın Tüm Dünya” (Und morgen die ganze Welt) da “Babylon Berlin”i hatırlatıyor bir bakıma. Netflix’te yayımlanmaya başlayan film, bugünün Almanya’sında bir grup antifaşist genç ile Naziler arasındaki gerilimi anlatıyor.
Mannhaim’da yaşayan ve hukuk okuyan Luisa, bir apartmanda komün hayatı süren antifaşist gruba katılıyor. Çocukluk arkadaşı Batte’nin de olduğu bu grup, Neonazilerin etkinliklerine basit müdahalelerde bulunuyor. Onların toplantılarını basıp yumurta, pasta atarak teşhir faaliyeti yürütüyorlar. Grubun liderlerinden Alfa adlı gencin zaman zaman radikalleşme eğilimi gösteren tavırları dışında barışçıl bir ekip söz konusu. Zaman ilerledikçe Luisa, Alfa ve eşcinsel arkadaşları Lenor arasında özel bir ilişki oluşur. Bu ilişki onları diğer arkadaşlarından biraz farklılaştırıp bir adım daha radikalleşmelerinin yolunu açacaktır. Ancak bir adım daha radikalleşmek, onları devletin ve yasanın gerçek yüzüyle karşılaştırır.
“Ve Yarın Tüm Dünya”, durumun resmini çekmekte oldukça mahir. Luisa ve arkadaşlarının yaşam alanlarını, eğlence yerlerini, eylem mekanlarını takip eden hareketli kamera karakterler hakkında da oldukça fikir veriyor bizlere. Bir yandan Almanya’da antifaşist mücadeleye geçmişte katılmış olanları hikayeye dahil edip o günden bu güne değişenleri anlatmaya çalışırken, diğer yandan Nazilerin koruyup kollandığını da hissettiriyor. Eski militan Dietmar’ın antifaşist gruba karşı uygulamaya konulan 129. madde için “Eskiden çok ciddi şeyler için kullanılırdı. Şimdi iki Nazi bile tokatlayamıyorsun” sözlerinin anlattığı gibi.
Filmin izlerken tedirgin edici tarafları da var. Örneğin, Luisa ve Alfa’nın şiddet dozunu küçük küçük artırma taleplerini izlerken onları yargılamaya başlayacakmış ve “Bunların da onlardan farkı yok” diyecekmiş hissi geliyor bir anda. “Onlar ve biz” arasındaki farka dair etik tartışmalara girecekmiş gibi yapıp girmiyor bilerek yönetmen. Çünkü nihayetinde belli ki bu tartışmalar henüz yapılmamış, kararlar henüz verilmemiş. Öte yandan filmin en zayıf yanı kanımca, Luisa ve Alfa’nın öfkesinin kaynaklarını yeterince hissettirememiş olması. Alfa, radikal devrimci bir karakter olarak çizilirken bunun ideolojik bir formasyondan çok öfkeden kaynaklı olduğunu düşünüyoruz ama nedenine dair herhangi bir bilgi edinemiyoruz. Luisa ise belli ki içinden çıkıp geldiği sınıfa çok öfkeli. Çünkü O, soylu bir Alman aileden geliyor. Geleneksel Alman kıyafetleriyle hayvan avına çıkılan bir dünyada büyümüş. Yine belli ki geçmişte Nazileri iktidara getiren bu Alman geçmişinin suçluluk duygusunu ve öfkesini taşıyor. Ancak bu yorum, Almanya ve Naziler hakkında asgari bilgi sahibi olanlar tarafından yapılabilir. Belki Almanlar filmi izlediklerinde bu boşluğu tamamlayacaklardır. Fakat dünyanın geri kalanının Luisa’nın kontrol edilemez öfkesinin kaynağının ne olduğunu anlaması zor görünüyor.
Yine de bütün bu yalpalamalardan, kimi küçük eksikliklerden sonra son sözünü radikal biçimde söylüyor film ve karakterlerini de hiç yargılamıyor. Bugünün Almanya’sında Nazilerin el altından desteklendiklerini, hemen harekete geçilmezse çok daha tehlikeli hale gelebileceklerini ve en önemlisi geçmişin hatalarını tekrarlamayıp radikal bir mücadele yürütmek gerektiğini fısıldıyor biterken kulaklara film.
Evrensel'i Takip Et