10 Nisan 2021 23:47

Üçüncü dalganın yangınında yanarken...

Sokakta maske ile yürüyenler

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Memleket, tedavüle sokulan yeni ‘darbe’ tartışması üzerinden bir kez daha ‘mağdur iktidar’ algısıyla oyalanmak isteniyorken, salgının üçüncü dalgasında sürükleniyor, tam bir can pazarı yaşıyoruz. Resmi rakamlarla günde 250’den fazla insan ölüyor, şimdilik. 50 bini aşan günlük vaka sayısıyla Avrupa birincisi olduğumuzu söylüyor TTB. Bütün bunlar Mart başında girilmiş bulunan ‘normalleşme’ sürecinde yaşanıyor. Yani Covid’in üçüncü dalgasının Türkiye’deki adı ‘normalleşme’ oluyor! Daha Mart başında vaka sayıları artıyorken hem de ‘haydi normalleşiyoruz’ denildi ve ayın sonundan itibaren geldiğimiz nokta bu. Ama bu ‘anormal’ durum iktidar tarafından gayet normal bulunuyor olmalı ki, yapılan açıklamalar gayet rutin ve insanı ürpertecek kadar da ‘soğukkanlıca’.

Sağlık Bakanı (Hürriyet’in ifadesiyle) ‘net konuşmuş’ mesela: “Haziran’ın sonuna kadar 40 yaş üstü aşılanacak.” İnsicamını bozmuş olmayalım da bu kaçıncı –cekli –caklı vaat. ‘Ocak ayı sonunda 40 milyon doz aşı elimizde olacak’ diyen de kendisiydi. O bize söz veren bir bakandı ama bizim gibi bakmakla yetindi sadece. Şimdi yeni tarihlere kesilen yeni sözler. Bakalım!

Ayrıca, Türkiye’nin şu andaki pozisyonunda pandemiyle ilgili bir sorun olmadığını belirtiyor sayın Bakan ve ekliyor: “Ama dört beş hafta böyle giderse sorun olmaya başlar...”

İnsan ne diyeceğini şaşırıyor doğrusu. Böylesi bir tablo karşısında böylesi bir soğukkanlılık... Devlet adamlığı böyle bir şey olsa gerek!

Yangın evi sarmış ama, ‘daha bir oda yanmadı’ benzeri müjdelerden bir diğerini de Sabah manşet yaptı: “Yerli aşımızı insanlığın hizmetine sunacağız”! Cumhurbaşkanının sözleri... Geçen yılın sonunda ‘Nisana yetişir’ denen, şimdi de ‘yıl sonundan önce tamam’ diye rivayet edilen ‘yerli ve milli’ aşının bütün insanlığın hizmetine sunulacağı müjdeleniyor.

 Ne diyelim; ortada aşı maşı olmasa da niyetler iyi olsun yeter ki!

Verilen tarih de gayet makul zaten, ‘yıl sonundan önce’... Günde 250 insanın hayatını kaybettiği gerçeğiyle birlikte düşünsenize ‘yıl sonundan önce’yi... Onbinlerce ölümün ağırlığı ve ‘yıl sonundan önce yerli aşı’ müjdesi... Halkın gerçeğiyle iktidarın gerçeği arasındaki çarpıcı ve bir o kadar ürkütücü mesafe ve orantısızlığı görmemek mümkün mü?..

O mesafedir ki, daha Ocak sonundan bu yana vaka sayıları artıyorken, mutasyonlu virüs yayılımı söz konusuyken göz göre göre ‘normalleşiyoruz’ denildi.

Sebep? Tabandaki moralsizliğe karşı şova dönük AKP kongrelerine bakıp da daha bir katlanan toplumsal öfke ve hoşnutsuzluğu birazcık yatıştırmak. ‘Azıcık açılalım da esnaf sakinleşsin’ denildi ve çizilen boyalı harita çok geçmeden yangın ateşi rengine döndü. 

Böyle olacağı bilinmiyor muydu?

TTB bunu öngörüyordu mesela. Uyarıp durdu sürekli. Çözümler, tedbirler önerdi. Dinleyen kim!

***

‘Tedbir’ diye atılan her adımın ayaklara dolandığı bu karanlık sürecin içinde giderek belirginleşen ve bilinçli olarak yüründüğünü anladığımız şey; adı telafuz edilmeyen ‘sürü bağışıklığı’dır. Salgınla mücadele adına birbirine eklenen ihmal ya da tercihler buna hizmet ediyor. ‘Sürü’ yerine konulan ve esas olarak toplumun çalışan işgücünü oluşturan milyonları salgının kollarına atarak ‘kestirmeden’ bağışıklık arayan uğursuz yol... Bu ölümcül darboğazdan “ekonomik fırsatlar” çıkarmayı da asla ihmal etmeden... İnsan yaşamı açısından çok ağır bedelleri olan ama şu kahrolası “piyasa çarkları”nın bir saniye bile durmadan dönmesini esas alarak salgına karşı bağışıklık arayışı...

 ‘Sürü’ yerine konulanlar, kurban misali cephenin önüne atılanlar bellidir; ‘çark dönsün’ diye her gün tezgah başlarına sürülüp patronların insafına terkedilenler... Patronlara sıfır yüklü ücretsiz izinleri yasal hak olarak tanıyan bu ‘çark’ dönerken, salgına rağmen çalışıp da (Kod-29’dan) 2020’de işten atılan işçi sayısı 176 bin 662. Pandemi dolayısıyla işten çıkarmak yasaktı değil mi?!

Sonuçta bu kadar can kaybının, bu yıkımın, bu bilim dinlemez inadın temel nedeni bilinmez değil: Genel bir karantinanın ekonomik maliyeti büyük olur.”

Başından beri asıl mesele bu.

Meali şudur: ‘Ölen ölsün, yeter ki çarklar dönsün’...

Su tabancasıyla yangını söndürmeye çalışmaya benzeyen iki günlük hafta sonu yasaklarında bile ‘kapsam dışı’ bırakılan işçilere, ‘normalleşiyoruz’ diye ağzına bir parmak bal çalınmaya çalışılan esnafa, “alın size iki aylık asgari ücret, evinizde oturun” denilmiyor, denilemiyor. Bu, karşılanamaz bir “ekonomik maliyet” oluyor ama dünyada en çok kamu ihalesi alan ilk on şirketten beşi bu ülkede ve onların yıllık garantileri mesele olmuyor. ‘Ekonomik maliyet’ dedikleri de ‘sürü bağışıklığı’nın bir argümanı yapılıyor böylece.

Evet, salgının kontrol altına alınması için yüzde 70’in aşılanması gerekiyor ama ne aşılama, ne aşı tedariki buna uygun yürüyor. Sonuç alıcı bir kapanma da ‘ekonomik’ bulunmuyor! Eğreti sokağa çıkma yasakları da muhalefetin sokaktan uzaklaştırılması yönünde istismar ediliyor. İktidar açısından pandemi yönetmenin, siyasetin bir aracı oluyor ki bu TTB’nin çok önceden dillendirdiği bir başka gerçeğin de temeli oluyor: Rejimle siyasal mücadele aynı zamanda bir halk sağlığı mücadelesidir. Salgın belasının üçüncü dalgasının ölümcül ateşinde kavrulurken bütün bir memleket, bu gerçek daha bir keskinleşiyor.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa