17 Mart 2021 00:40

Salgının güçlendirdiği kurumlar: Ulus-devlet ve aile

Koronavirüs salgını sebebiyle maskeyle yürüyen insanlar

Fotoğraf: Mustafa Kırlak/DHA

Paylaş

Salgın bazı kurumların toplumsal ve politik yaşamda giderek güçlenmesine neden oldu. Ulus-devlet (Bir kurumlar bütünü olarak) ve aile toplumlardaki yerlerini güçlendiren kurumlardan en önemlileri. Her iki kurumun da ideolojilerle olan yakın ilişkileri düşünüldüğünde, bu derece güçlenmeleri göz ardı edilemez bir mesele haline geliyor.

Aile, tarihsel olarak, her ne kadar buna indirgenemeyecek olsa da, sıklıkla muhafazakarlık ve hatta faşizmle birlikte anılan bir kurum. Bugün ailenin bu kadar alan kazanması sizi yanıltmasın. Daha yakın geçmişte, daha az önem arz ettiği, başka birliktelik biçimlerinin görece yaygınlaştığı dönemlere de tanıklık etmiştik. Söz konusu dönemler, aileye alternatif kurumların ve yaşam biçimlerinin konuşulabildiği, yaşama geçirilebildiği dönemlerdi. Aynı zamanda özgürlük alanlarının da genişlediği zaman dilimleriydi. Oysa günümüzde aile içine kapanma arttı, ailenin her şeyin temeli olduğuna dair söylemler ve anlayışlar yaygınlaştı. Ailelerinin dar sınırları dışına çıkamayan yaşamların sayısı bugün oldukça fazla.

Gelelim en azından milliyetçiliğin bazı türlerinden bağımsız olarak düşünülmesi zor olan ulus-devlete.  Siyaset bilimi yazınında ulus-devlet modeline eleştiriler yönelten çok önemli kitaplar var. Birçok önemli eserin yanında, aranızda Benedict Anderson’un Hayali Cemaatler kitabını okumuş olup da etkilenmeyen var mı? Sanıyorum sorduğu sorular itibarıyla, bu kitabın yaşamlarımızda iz bırakan kitaplar sıralamasında önemli bir yeri vardır. Özellikle de bayraklar, milli bayramlar, yurttaşlık ve müzeler konusundaki satırlarıyla. Milli takımlar üzerine söylediklerini de unutmamak lazım.

On sekizinci yüzyılın sonundan beri yaşamlarımızı kuşatan, sınırları daha bir “kalınlaştıran”, vatandaş/yabancı ikiliğini keskinleştiren, vatandaşlık kimliğinin hakları da tayin ettiği bir model olarak ulus-devlet, çok değil, daha 1990’larda, küreselleşme tartışmaları ile paralel olarak geleceği çok tartışılan bir kurumdu. Yıllar boyunca, ulus-devlet sönümleniyor mu sorusu bile soruldu.

Gelin görün ki, bugünlerde hem ulus-devlet hem de aile altın çağlarına geri dönmüş gibi. Kovid-19 salgını sayesinde! Salgın dünyanın hemen her yerinde insanları aile içine kapattı. Hele de Türkiye, Meksika gibi orta sınıfların kendisini aşırı kapattığı ülkelerde. Evet, şaşırtıcı ama her ülkede durum bu değil. Örneğin, Fransa’da istatistikler hastalığın bulaşma hızının orta ve üst sınıflarda daha yüksek olduğunu gösteriyor. Sosyal hayatlarından taviz vermedikleri ve vermek istemedikleri için. Seyahatten, tatilden, arkadaş sosyalleşmelerinden vazgeçmedikleri için. Buna karşılık alt sınıfları hastalıktan çok, ekonomik zorlukların vurduğu dile getiriliyor.

Asıl meselemize geri dönersek, salgın aile kurumunun önemini artırdı demiştik; örneğin Belçika’da salgının bulaşma hızının arttığı dönemlerde kişilerin ancak aile bireyleri ile görüşmesine izin verildi. Sınırların çoğu durumda kapatıldığı ya da seyahatin zorlaştırıldığı dönemlerde de sınırları aşabilmenin temel kolaylaştırıcı faktörlerinden biri “aile” oldu.

Devlet başkanlarının, başbakanların ya da sağlık bakanlarının bütün açıklamalarında yurttaşlık vurgusu güçlendi. Seyahat hakkından, sağlık ve aşı hakkına her şey vatandaşın ayrıcalığı olarak yeniden düzenlendi. Ulus-devletin bu yeniden şahlanışı karşısında Avrupa Birliği (AB) bile adeta çatırdadı. AB içinde sınırlar kapatıldı, birlik üyeleri yüzlerini içe döndüler. Sorunlarıyla ulusal sınırlar içinde boğuştular. Almanya, Fransa sınırında PCR testini zorunlu kılıp geçişi zorlaştırınca, bir ülkede ikamet edip diğer bir ülkede çalışanlar başta olmak üzere, sınırda yaşayan halklar isyan etti. Böylece, salgın ulus-devletleri güçlendirdiği kadar, ülkeler arasındaki sınırların ne kadar yapay olduğunu da gösterdi.

Sözün kısası, salgın iki kurumu şahlandırdı. Umalım ki, bu durum salgın sonrasında da devam etmesin. İnsanlık tarihi bize salgın gibi karanlık dönemlerin beraberinde politik felaketlere yol açtığını gösteriyor. İspanyol gribinin ve 1. Dünya Savaşı’nın ardından 1920’lerde yaşananlar, devamında 1930’ların felaketleri... Bu yıllar insanlık tarihinin en karanlık dönemleriydi. Söz konusu politik felaket dönemlerinin en fazla öne çıkan kurumları da devlet ve aile idi.

Umutsuz olmayalım ama bu gerçekleri de unutmayalım…       

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...