Bir sosyal medya fenomeninin günlüğü

Görsel: Basın bülteni 

İstanbul Film Festivali’nin online gösterimleri dünyanın dört bir yanından yapımları seyirciyle buluşturmaya devam ediyor. Mart programı devam ederken, geçen yıl yapılamayan Cannes Film Festivali’nin ‘resmi seçki’de ilan ettiği filmlerden “Ter/ Sweat”a dair birkaç kelam etmekte fayda var.

Çünkü yakın gelecekte daha sıkça filmlere konu olacağını düşündüğüm bir alana dair hikaye anlatıyor “Ter”. “Efterskalv” adlı ilk filmiyle dikkat çeken İsveçli Yönetmen Magnus von Horn’un Polonya’da çektiği “Ter”, bir sosyal medya fenomeninin iç dünyasına davet ediyor seyirciyi. Sinema eğitimini Polonya’nın dünyaca ünlü okulu Lódz Film School’da alan yönetmenin bu ülkeyi tercih etme nedenini de anlıyoruz haliyle.

“Ter”, anlattığı konuya mekansal olarak en uygun yerde açılıyor. Yani bir AVM’de. Sahnenin arkasında hazırlıklarını sürdüren genç bir kadın, mikrofondan hayranlarına sesleniyor. Biraz sonra sahneye çıkacak, ortağıyla birlikte AVM’de toplanan kalabalığa fitness dersi verecek, sevenleriyle fotoğraf çektirecek, onlara sosyal medya videolarıyla teşekkür edecektir. Sylwia Zajac, bütün bu hengame bitip, soyunma odasında tek başına kaldığında, salatadan mürekkep öğününü yerken biz de biraz önce izlediğimiz sosyalliğin, içeriye döndükçe yalnızlığa tekabül ettiğini anlarız.

Televizyon, sinema ve müzik endüstrisi yıldızlarının, milyonların sevgililerinin aslında kendi içlerinde ne kadar da yalnız olduklarına dair çokça film ve dizi var. Olmaya da devam edecek muhtemelen. Ama sosyal medya fenomenliği kuşkusuz bambaşka bir aşamayı da tarif ediyor bu süreçte. Sylwia, artık 30’una gelmiş bir kadın olarak 600 bin takipçisinin ne anlama geldiğini, iki gün içerik üretmezse umurlarında olmayacağını, kendilerine yeni bir fenomen bulmakta gecikmeyeceklerini biliyor. O yüzden elindeki telefonu, bedeninin bir uzantısı gibi taşıyor. Sabah içtiği meyve kokteylinden, araba kullanırken dinlediği müziğe kadar her şey sosyal medya paylaşımının konusu olabiliyor, çünkü hemen her ürünün tanıtımı için para alıyor.

Sylwia’nın hayatında birisinin olmasını istediğine dair duygusal videosunun ardından, takıntılı bir takipçinin tacizine maruz kalması, yalnızlık ve güvensizlik hissini büyütürken yönetmen başka bir pencere açıyor. Annesinin doğum günü partisinde, genç kadının yalnızlık ve güvensizlik hissinin parçası olduğu ‘sanal’ dünyadan daha çok annesiyle kurduğu gerçek ilişkiden kaynaklandığının ipuçlarını görüyoruz. Bir yanı her şeyi bırakıp gitmek istese de Sylwia’nın takipçilerinin sevgisi ‘Yalan da olsa hoşuna gidiyor’ aslında. Çünkü etrafta görebildiği tek sevgi bu.

 “Ter”i, özellikle eski Doğu Bloku ülkelerinin sinemasında son dönemde dikkat çekici hale gelen ‘beden’ temalı yapımlara ekleyebiliriz rahatlıkla. Macar Yönetmenler György Pálfi’nin 2006 tarihli “Taxidermia”sı, Berlin’de Altın Ayı kazanan Ildikó Enyedi imzalı “Beden ve Ruh” ve yabancı dilde en iyi film Oscar’ını kazanan László Nemes imzalı “Saul fia”yı analım ilk elden. Romanyalı Cristian Mungiu’dan “Dört Ay, Üç Hafta, İki Gün”, Polonyalı Yönetmen Malgorzata Szumowska’nın Berlin’den ödüllü filmi “Yüz” de bu listeye eklenebilir. Magnus von Horn, bu ülkelerden olmasa da hem bu film özelinde hem de sinema eğitiminden aşinalığı nedeniyle bu listeye konulabilir rahatlıkla. Burada da Sylwia’nın işi insanların kusursuz bedene sahip olmalarına yardımcı olmak. Ama bu durum onun bedenini de bir hedef, arzu nesnesi haline getiriyor haliyle. Yönetmenin en iyi yaptığı şeylerden birisi, Sylwia’nın bedenine bakışta takıntılı bir takipçi ile güvenilir bir arkadaş arasında hiçbir fark olmadığını göstermesi. Filmin en güçlü yanlarından birisi bu yönü.

Öte yandan teknik olarak Magnus von Horn, ‘sanal’ ve gerçek dünyayı iç içe geçirerek karakterinin bütün boyutlarını inceleyeme çalışıyor. Cep telefonunu ekranları, görüntü içinde görüntü yaratmak için kullanılıyor. Kameranın hareketli kullanımı, sosyal medya videolarındaki görüntülerle estetik bir tutarlılık sağlamaya çalışıyor. Ki, gün içerisinde izlediğimiz görüntülerin çok büyük bir kısmının cep telefonuyla çekilmeye başlandığı bir dönemde, bu tür estetik arayışlara daha çok tanıklık edeceğiz kuşkusuz.

Bu yıl Polonya’daki birçok ödülü silip süpürmesine, uluslararası bir etki yaratmasına rağmen final bölümünün filmin en zayıf yanı olduğunu söylemeliyiz. Sylwia’nın bütün bıkmış hallerine, hayatında bir çıkış arama çabalarına rağmen finaldeki dönüşüm beklenenden hızlı ve ikna edicilikten uzak gerçekleşiyor maalesef. Üstelik böyle bir dönüşümün gerçekleşeceğini içten içe sezmiş olsak bile, ikna olamıyoruz. Bu dönüşümün ne yöne dair olacağını seyircinin kestiremeyişi yönetmene de sirayet etmiş gibi sanki. O da karar veremiyor nereye gideceğine ve ikna edicilikten uzak bir tuhaf uzlaşmayla bağlıyor finali.

Yine de “Ter”, yetenekli bir yönetmenin işçiliği, Başrol Oyuncu Magdalena Kolesnik’in performansı ve tabii ki konusunun cazibesiyle izlenilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Bir yerlerde denk gelirseniz kaçırmayın.

Evrensel'i Takip Et