27 Şubat 2021 23:10

Yargı ve adalet: Sınıfsallık

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Ben hukuku “Toplumsal yaşamda kurulan ilişkilerin sistematik bütünselliği” diye tanımlarım. Hukukun kendine özgü bilimsel düşüncesini bu tanımın tarihsel/kültürel tahlilinde bulurum. Hukukun bilimsel düşüncesinde adalet kavramının yeri yoktur. Sınıfsal tahlil yapılırken bile adalet anlayışı diye ayırt edici/belirleyici bir ölçüt ileri sürülemez; farklı bir toplumsal yapılanma mücadelesindeki dinamizmi bu, cazibeliymiş gibi görünen ama içeriği boş ve anlamsızlığı aşikar kavramın ölçüte dönüştürmüş halinde arama çabası iyi niyetlileri tuzağa düşürür, o kadar…

Ben yargıyı  “Adalete erişebilme sürecinin örgütlenmiş halidir” diye tanımlarım. “Hukukun bilimsel düşüncesinde adalet kavramının yeri yoktur” deyip hemen ardından “Yargı adalete erişebilme sürecinin örgütlenmiş halidir” demekle çelişkiye düşmüş olmuyor muyum?

Hukuk kuralının oluşma sürecinde adalet kavramının bir ölçüt olarak yeri yoktur. Buna karşılık, içeriği ne olursa olsun kural uygulanırken kuralın düzenlediği ilişkinin tarafları arasında uyuşmazlık çıkarsa tarafların tüm hukuka aykırılık iddialarını/karşı iddialarını, savunmalarını, delillerini özgürce, eşit koşullarda, aynı olanaklardan yararlanarak ve hiçbir engelle karşılamadan sunabildikleri, tartışabildikleri bir sürecin örgütlenmesi, yani yargının yapılandırılması ve işleyişi somut bir içerik kazandırılan adalet kavramıyla ilişkilendirilebilir. Burada adalet kavramı uyuşmazlığın çıktığı kuralı ya da yargıcın verdiği kararı değerlendiren bir ölçüt değildir: Yargı söz konusu olduğunda adalet kavramı hangi hukuk kuralı olursa olsun çıkan uyuşmazlığın taraflarını sonuçta tatmin edebilecek objektif, tarafsız bir çözüme ulaşabilme sürecinin örgütlenmesini ifade eder. Yargıda adalet kavramı nitelik değerlendiren bir ölçüt olarak kullanılmaz, taraflar arasında çıkan bir uyuşmazlıkta, sonuçta tarafları ikna ve tatmin edeceği varsayılan çözüm sürecini örgütleyen mekanizmanın meşruiyetini vurgular. “Adalete erişme” söylemiyle uyuşmazlığı çözecek olan çözüm sürecini örgütleyen mekanizmanın kendisi tartışmaya açılır.

Özetle, “hukuk” toplumsal ilişkileri düzenleyen kuralları konu edinir; “yargının” işlevi ise kurallar uygulanırken ilişkinin tarafları arasında çıkan uyuşmazlıkları, tarafları çözümden ikna ve tatmin olabilecekleri bir sonuca ulaştıracağı varsayılan çözüm sürecinin örgütlenmesidir.

Yargı hukukun özü değil, uzantısıdır. Yargı, hukuk kuralının uygulamasında taraflar arasında uyuşmazlık çıktığında devreye girer; yargı yeni bir hukuk kuralı üretmez, uyuşmazlığın uyuşmazlık çıktığı andaki halini, yani maddi gerçeğin “Yüksek çözünürlü fotoğrafını çeker” ve elde ettiği veriler ışığında uyuşmazlığın, uyuşmazlığın çıktığı hukuk kuralının öngördüğü çözümle sonuçlanmasını sağlar.

Yargıyı sınıfsal açıdan değerlendirirken özellikle iki nokta önem kazanır:

  1. Bir hukuk kuralının uygulanması sırasında çıkan uyuşmazlığın çözüm sürecini örgütleyen mekanizma, yani yargı örgütlenmesi ve işleyişi kapitalist ve sosyalist toplumlarda farklılaşır mı farklılaşmaz mı? Farklılaşırsa neden ve nasıl farklılaşır?
  2. Kapitalizm söz konusu olduğunda, devlet yargısı devletin devamlılığını esas alır ve mükemmelleşerek sonsuzlaşacağı varsayılan bir temelde  örgütlenir. Sosyalizm söz konusu olduğunda ise devlet yargısı devletin sönümleneceği geçiş dönemini, yani devletin bekasını değil sönümlenmesini esas alır, devletin ve devlet yargısının mevcut olmayacağı toplumsal yapıda çıkacak uyuşmazlıkların çözümüne yönelik süreçleri üretebilecek biçimde tasarlanır.

Sınıfsal irdelemelerde yargı ve adalet konusu bu temelde ele alınırsa tartışmaların yaratıcı olacağını düşünüyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...