09 Şubat 2021 23:30

Boğaziçi eylemleri ve devlet şiddeti

Boğaziçi Üniversitesi önünde polis ablukası

Boğaziçi Üniversitesi önü | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Devletin kolektif eylemleri yegane yönetme biçimi eylemlerdeki polis denetimi değil; bu konuda geniş bir repertuvarı var. Boğaziçi eylemleri vesilesiyle biz bu repertuvarın detaylarını bir kez daha tüm açıklığıyla görebiliyoruz. Sokakta Siyaset. Türkiye’de Protesto Eylemleri, Protestocular ve Polis kitabımda (İletişim Yayınları, 2017) bu baskı repertuvarını tüm detayları ile anlatmıştım. Gelin, Boğaziçi eylemleri özelinde bu repertuvarın detaylarına bu hafta bir de birlikte bakalım.

Devletin kolektif eylemleri kontrol altında tutmak için başvurduğu baskı repertuvarının en açık, en bilinen biçimi eylemlerdeki polis (ve jandarma) mevcudiyeti ve müdahalesidir. Genelde müdahale olduğu zaman polis şiddeti üzerine konuşuruz, müdahale yoksa sorun da yokmuş gibi davranırız. Oysa, devletin güvenlik güçlerinin eylem alanlarındaki kitlesel varlığı bile başlı başına bir caydırıcılık unsuru ve gözdağı verme biçimi olarak karşımıza çıkar. Bu mevcudiyet, olağanüstülük duygusunu hem eylemcilerde hem de çevredeki kişilerde yarattığı gibi, her an müdahale tehdidi de eylemcilerin üzerindeki bir balyoz gibidir. Bu tehdidin boyutunu, eylem alanındaki resmi kıyafetli polis güçlerinin yanında, sivil polislerin ve diğer sivil unsurların (muhbirler, ajan provokatörler, gönüllü iş birlikçiler, vs.) varlığı ile birlikte düşündüğümüzde daha iyi anlayabiliriz. Böyle bir yapıda, fiziki şiddet olmadığı durumlarda bile, sembolik şiddet halihazırda varlığını sürdürür.

Bu sembolik şiddet, kamera kayıtları ve fotoğraf çekimi ile katmerlenir. Her an her hareketiniz kayıt altına alınmaktadır. Bu kayıtlar, alınan riskin eylem alanıyla sınırlı kalmayabileceğinin, kolektif eyleme katılımın her an her yerde karşınıza çıkabileceğinin de garantisidir adeta! GBT kontrolleri, güvenlik soruşturmaları, dava dosyaları, vs. Devlet unutmaz, her şey kayıt altındadır! Hatta olmayan şeylerin bile kaydını tutabilir! Yıllar önce yurt dışı eğitim bursu aldığımda, 1995 yılında katıldığım iddia edilen -aslında o eyleme katılmamıştım, o gün eylemin yapıldığı kentte bile değildim- bir eylem dolayısıyla güvenlik soruşturmasını geçememiştim mesela!

Devletin kolektif eylemleri yönetme biçimlerinden biri de aileler üzerinde baskı kurmak. Yani, devletin güvenlik güçleri toplumsal yapının özelliklerinden yararlanmaktan da hiç geri durmaz. Bu baskı türünün de çeşitli biçimleri mevcut “Bakın çocuğunuz kötü yola düştü, terörist oldu” diye aileyi bilgilendirmekten (!), onlara bu minvalde ve görsellerle desteklenmiş sunumlar yapmaya, özellikle yoksul aileler üzerinde maddi yaptırımlar uygulamaya (örneğin yeşil kart iptalleri), aile bireyleri üzerinde şiddet uygulamaya, vs. kadar varan baskı biçimlerini uygular. Özellikle de muhafazakar ailelerin üniversitede okuyan çocukları ya da yoksul Kürt ailelerin çocukları için “aile baskısı” çok kullanılan yöntemlerden biri. Pilot uygulamaların yapıldığı Adana’da Emniyetin bu konuya özel hazırladığı bir kitapçık bile var.

Şu günlerde akşam sabah tanıklık ettiğimiz bir diğer kontrol ve bastırma biçimi de gözaltı ve tutuklamalar olarak karşımıza çıkıyor. Ev baskınları, keyfi gözaltılar, alıp bırakmalar, içlerinden bazılarını tutuklayıp hem tutuklanan kişileri bastırmak hem de diğer eylemcilere gözdağı vermek… Liste uzayıp gidiyor. Böylece iktidar bize, sadece Boğaziçi öğrencilerine değil, hepimize, “Bildiğiniz hukukun sonu, şimdi kendi ‘hukukumu’ yazıyorum” diyor. O yazdığının da adının hukuk olmadığına şüphe yok.

Boğaziçi eylemlerinde, bir diğer “geleneksel”(!) yöntem ne zaman devreye girecek derken, hafta başında Alaattin Çakıcı o resmi de tamamladı! Melih Bulu’ya atfen, “Lütfen, sakın istifa etmeyiniz” deyiverdi. “Yan destek elemanlarının”, politik karşıtların baskı repertuvarının bir parçası olmasından söz ediyorum. Bu baskı biçimi de devletin vazgeçemediklerinden.

Boğaziçi eylemleri bize bir kez daha, eylemcilerin repertuvarlarını sürekli yenileme gayreti karşısında, devletin baskı repertuvarını öyle kolay kolay değiştirmediğini, “geleneklerine”(!) sıkı sıkıya bağlı olduğunu bir kez daha gösterdi. Geleneklerini sürdürmek için teknolojik yeniliklere açık ve bu konuda harcama yapmaktan imtina etmeyen bir geleneksellik bu. Ne de olsa itibardan, baskıdan ve şiddetten tasarruf olmaz!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...