Hayat sövünce güzel

Fotoğraf: Netflix

“Türkiye’de insanlara tanınan özgürlüklerden kala kala küfretme özgürlüğü kaldı. Onu elden kaptırmamak lazım. Küfretme özgürlüğüne sahip çıkmak lazım.”

Neden çok fazla küfrettiği sorulduğunda yukarıdaki cevabı vermişti küfre ayrı bir değer katan Can Yücel… Ölümünün üzerinden 21 yıl geçti. Can Yücel’in bahsettiği Türkiye’yi cümle içinde kullanırken ‘eski’ sıfatı ekleniyor çoğu zaman başına. Ama içinde yaşadığımız yeni Türkiye’de vaziyet daha da kötü olabilir. Küfretme özgürlüğümüzün olup olmadığı belirsiz.

Amacımız “Halkı küfre sevk etmek” değil kuşkusuz. Ama halkımızın da elinden fazla bir şey kalmadığı kesin. Ama Ahmet Telli’nin “Belki Yine Gelirim” şiirinin girişindeki dizeleri hatırlayalım:

“Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse”

Çok uzaklara gitmemize gerek yok. Her gün yaşadıklarımız, şahit olduklarımız karşısında “Dilimizin ucunda küfre dönüyor her sözcük”  öte yandan.

Şu sıralarda “The Kitap” yayınevinden çıkan Emma Byrne imzalı “Hayat Sövünce Güzel/ Küfrün Şaşırtan Bilimi” adlı kitabı okuyordum ki, Netflix bu kavramı bir adım daha ileriye taşıdı. Nicolas Cage’in sunumuyla ekrana gelen “Küfürler Tarihi” (History of Swear Words), İngilizceye yerleşmiş küfürlerin (Bizim de arada kullandığımız fuck, shit vb.) günlük dildeki kullanımını, tarihsel köklerini, kültürel anlamlarını ve bilimsel yanlarını tartışan eğlenceli bir yapım.

Emma Byrne, kitabına Geoffrey Hughes’in şu sözüyle giriyor: “Küfür, sıradan, saçma, imkansız, şoke edici, eğlenceli ve şiddet içeren olağanüstü değişik davranışların hepsini kapsayan din, seks, çılgınlık, boşaltım ve milliyet gibi çok güçlü ve acayip ses getiren araçları kullanır.” Daha sonra küfrün anlamları üzerine kafa yoruyor. Küfrün hakaret etmek, meydan okumak gibi anlamları dışında; hayret uyandıran davranışlar ve hatta sevinç anlarında da kullanıldığına dikkat çekiyor. Byrne’ın araştırması küfrün kültürel bir durum olduğu kadar, beyinle ilgili de olabileceğini gösteriyor. 1848 yılının eylül ayının son günlerinde Phineas Gage, ABD’nin Vermont eyaletinde demir yolu yapımı için sert kayalıkları patlatmaktadır. Çalışkan, sevecen bir adam olarak bilinir. Gage’in dinamiti yerleştirirken kullandığı demir çubuk, kontrolsüz bir patlama sonucu genç adamın başına saplanır. O günkü doktor Gage’in kafasındaki deliği görebildiğini yazmıştı ama genç adam o sırada arkadaşlarıyla sohbet ediyormuş. Gage’in beyninin bilimin konusu olması bir yana, o nazik adam gitmiş ve yerine küfürbaz bir adam gelmişti iyileştikten sonra… İlerleyen yıllardaki araştırmalar demir çubuğun beyinde yaptığı değişikliklerin buna neden olduğunu gösteriyordu.

Bu örnek “Küfürler Tarihi” belgeselinde de yer alıyor. Nicolas Cage’in kendisine has üslubuyla ve kendisiyle de dalga geçerek anlattığı kavramlar daha çok günlük hayatın içindeki kullanımlarıyla ilgili. İlk bölüm Amerikan dizi ve filmlerinde sıkça duyduğumuz “fuck” kelimesiyle ilgili. Kelimenin tarihsel kökeni, hangi dönemde nasıl kullanıldığı, sinemada kullanımına dair bilgilerin yanı sıra; bilim insanları ve komedyenler de görüş bildiriyorlar. Komedyenlerin olmasının nedeni muhtemelen küfrü en çok kullanan meslek grubu olmaları… Kelimenin, bir insana yönelik küfür içeren anlamları dışındaki kullanım zenginliği hayret verici gerçekten de. Sevinme, şaşırma ünlemi olarak kullanılmaktan, bir isyanı tanımlamaya kadar geniş bir anlam aralığı var.

Peki, filmlerde en çok küfreden oyuncu kim? Belgesele konuk olanların hemen hemen tamamı Samuel L. Jackson olduğunu düşünüyor. Öyle ya tek başına “Pulp Fiction” bile yeterli olabilir! Evet, oyuncu ilk beşte var. Ama üçüncü sırada. İkinci sırada Leonardo DiCaprio yer alırken, 4. Adam Sandler ve 5. Al Pacino… Birinci sıradaki isim ise gerçekten sürpriz… O yüzden burada söyleyip tadınızı kaçırmayayım. Belgeselin Shit, Bitch, Dick, Pussy, Damn başlıklarının yer aldığı toplam altı bölüm olduğunu ekleyelim.

Bitirirken hem kitapta hem de belgeselde yer alan bir deneyi analım… Bu deneyde denekler ellerini buzla dolu bir kabın içine koyuyorlar… Bir gruba elleri buzun içindeyken küfretme özgürlüğü veriliyor, diğer gruba ise bu hak tanınmıyor. Sonuçta küfredebilen denekler daha uzun süre ellerini buzun içinde tutabiliyorlar. Araştırma ilerleyince küfretmenin zorluklara ve acılara katlanmakta insanları daha dirençli kıldığı sonucuna varılıyor. Yani hayatın zorluklarına katlanabilmek için bir miktar küfür herkese lazım.

Küfrü hakaret değil de, bir ifade aracı olarak kullanma özgürlüğünü kaybetmemek dileğiyle bitirelim…

Evrensel'i Takip Et