29 Aralık 2020 23:50

Sorun asgari ücretse, haklı olmak yetmiyor; güçlü olmak da lazım!

Kocaeli'de düzenlenen asgari ücret eylemi

Kocaeli'de düzenlenen eylem | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

2021 yılı için asgari ücreti belirlemek için dört haftadır sahnelenen “oyun” onlarca yıldır olduğu gibi, aynı sahneyle pazartesi günü sonuçlandı.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu (AÜTK)’nın son toplantısının ardından, Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, 2021 yılı asgari ücretinin, net 2 bin 825 lira 90 kuruş olarak belirlendiğini açıkladı.

Üstelik bu rakama, devlet tarafından ödenen 268 TL tutan asgari Geçim İndirimi (AGİ) dahildir.

Patronun ödeyeceği asgari ücret ise sadece 2 bin 557 lira 90 kuruştur!

Türk-İş Genel Sekreteri ve AÜTK’da işçi tarafının sözcüsü durumunda olan Nazmi Irgat, "Hükümetin ve patron kesiminin bu kararına muhalif kalıyoruz ve katılmıyoruz" diye açıklama yaptı.

Kısacası her yıl aralık ayında sahnelenen “asgari ücreti belirleme” oyunu, yeniden ve noktasına virgülüne dokunulmadan oynandı!

İŞÇİLERİN NE İSTEDİĞİ UMURSANMADI!

Hükümetin işçilerin isteklerini hiç umursamayan patronların istediği rakama destek vererek, asgari ücretin “sefalet ücreti”, “açlık ücreti” olarak belirlenmesindeki sorumluluğu eleştiriliyor. Gazetemize ya da emekten yana medyaya konuşan asgari ücretle çalışan işçiler, artık söylenecek pek bir şey kalmadığı için siyasi yetkilileri ve AÜTK üyelerini asgari ücretle bir ay, yarım ay, hatta bir hafta geçinmeye çağırıyorlar. “Böylece yaşadıklarımızı anlarlar” demek istiyorlar. Bu vesileyle AÜTK’nın yapısının değişmesi, hatta tümden kaldırılması, işçilerin ağırlığının hissettirildiği bir sistem oluşturulması tartışılıyor.

Elbette bunlar, daha fazlası da tartışılmalı. Tartışılacak da!

Asgari ücretin açıklanmasından sonra DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu; “Tüm değerleri üreten işçi sınıfı bir kez daha yok sayılmıştır” diyerek, gerçeğin en önemli yanına dikkat çekti.

Peki, patronlar ve hükümetin temsilcileri; işçilerin ne istediğine neden önem versin?

Bu sorunun sınıfların olduğu bir toplumda, tek bir doğru yanıtı vardır: İşçilerin taleplerinde ısrar eden bir güç oluşturması, bu gücün hükümeti ve patronları, eğer işçilerin istekleri dikkate alınmazsa başlarına daha büyük belalar açılacağından korkutacak kadar büyük olmasıdır!

Bugün gerek asgari ücret gerekse diğer işçi talepleri karşısında hükmet ve patronların umursamaz tutum takınmasının nedeni de işçilerden ve onların sendikalarından çekinmiyor olmasıdır.

Bunun tersini gösteren bir tek istisna yoktur!

GÜCÜ OLUŞTURMANIN SORUMLULUĞU SENDİKALARDADIR!

Elbette sendikalar işçilerin taleplerinin arkasındaki ekonomik nedenleri inceleyecek, ücret, asgari ücret, enflasyon... gibi konularda araştırma yapacak, bunları işçi ve genel kamuoyuna açıklayacak. Akademinin dikkatini işçilerin yaşamlarına çeken araştırmalar yapabilirler, yapmalıdır da. Ama burada kaldıklarında görevlerini yapmış olmazlar. Tersine bunu her namuslu akademisyen de yapabilir. Burada sendikaların asıl görevi, araştırmalarda varılan sonuçların işçilerin taleplerine yansıtılması, daha da önemlisi bu talepler etrafında bir işçi gücünün oluşturulmasıdır.

Asgari ücrette de yapılmayan budur.

İşçi için “insanca yaşayacak ücret”in rakamsal karşılığının işçilerle birlikte saptanması ve bu tartışma etrafında işçilerin bir güç oluşturacak biçimde örgütlenmesi... amaçlı bir çalışmanın yapılması gerekirken sendikalar asgari ücretin şu kadar mı yoksa bu kadar mı olması gerektiğine patronları ve hükümetlerini ikna etmeyi esas alan bir tutumu benimsemişlerdir. Ki, bugün asgari ücretin böyle bir “sefalet ücreti” olarak tespit edilmiş olmasının esas nedeni de budur. Yani, sendikaların kendi üstlerine düşeni yapmamış olmasıdır.

Gerçek böylesi açık bir biçimde kabul edilmedikçe ve bu durumu aşmak için harekete geçilmedikçe de bugün bulunulan yerden bir adım ileri gidilemez. Dahası daha da geriye gitmek kaçınılmaz olur.

GEREKLİ DERS ÇIKARILIRSA KAZANAN İŞÇİ SINIFI OLACAK

Evet, işçi sınıfının kazanması için sadece haklı olmasının yetmeyeceğini, patronları korkutacak bir güce de sahip olması gerektiğini sınıfın mücadele tarihi göstermektedir. Ancak bu tarih aynı zamanda bu gücü oluşturmanın görevinin sendikaların omzunda olduğunu da öğretmektedir.

Peki, bugün ülkemizdeki konfederasyonlar ve bağlı sendikaların durumu dikkate alındığında, genel olarak “sendikalar” denilip geçilebilir mi?

Elbette ki geçilemez.

Çünkü bugün konfederasyon ve bağlı sendikalar önemli ölçüde sendika bürokrasisinin, dolayısıyla en hafifinden sınıf işbirlikçisi bir sendikacılık anlayışına sahiptirler. Ki bunların sınıfı örgütlemek ve talepleri doğrultusunda mücadeleye çekmek gibi bir sorunları yoktur.

Bu yüzden burada sınıfı bir güce dönüştürmek için seferber olması gerekenler;

Her konfederasyondan, her sendikadan, her kademeden mücadeleci sendikacılar,Bu sendikacıların yönetiminde olduğu sendikalar,Mücadeleci sendikacıların oluşturduğu yerel sendikal platformlar,Her iş yerinden ileri işçiler ve emekçilerdir.

Kısacası, eğer bu asgari ücret tartışmasından, “Sadece haklı olmamız yetmez hakkımızı alabilmek için gerekli güce de sahip olmalıyız” dersini çıkarmışsak, bu dersi uygulamak üzere harekete geçmeyi içselleştirmişsek, 7 milyon işçinin, emekçinin bir yıl daha “sefalet ücreti”ne mahkum edilmesi boşuna olmayacaktır!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...