30 Kasım 2020 23:08

Direnen kadınların anısına

Yumruklarını kaldıran genç kadınlar

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Bir tuhaftı 2011’in ekim ayı benim için. Frankfurt’ta Uluslararası Yayıncılar Birliğinin yıllık Yayınlama Özgürlüğü Komitesi toplantısından sonra alelacele Türkiye’ye dönmüştüm. Derin bir acı içindeydim, yayınevinin en başarılı çevirmenlerinden Suzan Zengin, girdiği açık kalp ameliyatından sonra, bir daha uyanamamış, 2 haftalık komadan sonra yaşamını yitirmişti.

Frankfurt Kitap Fuarında hiçbir şeye bakmadan İstanbul’a Suzan Zengin’in cenazesine yetişmeye çalışıyordum… Yetiştim de. Sonra Edirne’de mahpus tutulan oğlumu ziyaret edecektim. Diyarbakır’da kadim Ermeni kilisesinin açılışına sessizce gelen Raffi  Hovhenessian gibi, “protokolde”  yer almadan, geriden katılacaktım. Ve 28 Ekim’de evimin önünden akşamleyin kaçırılırcasına gözaltına alınıp tutuklanacaktım.

Suzan Zengin, Almanya’da göçmen bir işçi ailesinin kızı olarak büyümüştü, Almancasının temeli orada aldığı eğitimdi.

İnsan Hakları Deneği İstanbul Şubesinin en fazla koşturan üyelerinden biriydi. Bir yandan da İbrahim Kaypakkaya geleneğinden bir gazete için de çaba harcıyordu.

2009 yılında, sözde liberal RTE hükümetinin sol basını da hedef alan operasyonları başlamıştı; sol gazetenin Kartal bürosundan gözaltına alınmıştı.

Sivil Kürt siyasetini hedef alan operasyonlar 2007 yılında başladığında, bunun ileride neye dönüşeceğinin kimse farkında değildi. “Hizmet” ekibi iyi çalışıyordu.

Çünkü “hizmet” ekibinin oluşumunda, “Antikürt” olma damarı yanında, bir de “antikomünist” olma damarı önemli rol oynamıştı.

Öyle ya, hareketin kurucusu, ’60’lı yıllarda Erzurum Komünizmle Mücadele Derneği başkanı değil miydi?

Ne mitingler düzenlemişler, ikinci Endonezya yolda sloganları atmışlardı. ANT’ın basıldığı tarihi TAN matbaasını satın aldıklarında ilk işleri, ANT dergisinin sözleşmesini iptal edip, kapı önüne koymak olmuştu.

Üniversitede Turancı gençlerle de itiş kakış olurdu, sopalı falan ama, 1969 komanda kampları kurulana kadar öldürme olayı yoktu. O dönemde Mücadele Birliği, bıçaklarla dalardı. Daha korkusuzlardı. Öyle ya ucunda şehadet var! Bir şey olmasa da.

1968 yılında İktisat Fakültesi Fikir Kulübü başkanı olduğumda, Yücel Özbek’i üye yapmıştım. Üniversite girişinde bir Mücadele Birliği elemanı onu bıçaklamıştı. Sağ kurtulmuştu. Onu öldürmek 1973 yılında İsrail ordusuna nasip olacaktı.

Bu zihniyet şimdi tam “hizmet”teydi. Sola yönelik operasyonlarının ilk kurbanı olacaktı Suzan Zengin.

İçimde hâlâ bir sızı, tercüme ettiği Kıbrıs Edebiyatı Antolojisi, Selanik Edebiyatı Antolojisi, Süryani Halk Edebiyatı Antolojisi, Kitap Kulübünün maruz kaldığı su baskınlarına kurban gidecekti.

Suzan Zengin, hapiste olduğu sırada, Alman soykırım araştırmacısı Tessa Hofmann’ın “Takibat, Tecrit ve İmha: Osmanlı İmparatorluğunda 1912-22 Yılları Arasında Hristiyanlara Yönelik Yaptırımlar” adlı derlemesini tercüme etti. 2012 yılında hapisten çıkar çıkmaz, bunun yayımlanmasını sağladım onun anısına.

Aslında bu kitap Berlin’de benim de katıldığım bir konferansa sunulan tebliğlerden oluşuyordu. Yazarımız Yelda ve Doğan Akhanlı da katılmıştı diye hatırlıyorum. “Hizmet” erbabının gözünden elbette Doğan da kaçmayacak, 84 yaşındaki babasını 17 yıl sonra son bir kez görmeye geldiğinde yine düzmece belgelerle tutuklanacak, onunla vedalaşamayacaktı.

Suzan Zengin’e hapiste iken, en son Avusturyalı Mimar Margarete Schütte- Liholzky’nin, “1938-1945 Direnişinden Anılar” adlı kitabını yollamıştım tercüme edilmek üzere. Bu tercüme yarım kalacaktı. Onu yayımlama misyonunu bizzat kızı Pınar Uyan üstlenecekti. Nisan Yayıncılık 2017 yılında yayımlayacaktı tamamlanan tercümeyi.

Kitabın önemli olan yanı, yazarın kendisi gibi mimar olan eşi ile birlikte, Sovyetler Birliği’ndeki parlak inşa sürecine katıldıktan sonra, Türkiye’de üniversite reformu sırasında davet edilmeleri ve kürsü sahibi olmalarıydı, Nazi Almanya’sından Türkiye’ye gelen bir çok akademisyen gibi. Şimdi academiada istikametin terse dönmesi acı. Az akademisyen yok AB ülkeleri, ABD ve İngiltere’de…

Sen bu keyifli işi bırak, Antinazi direniş hareketine katılmak üzere Boğaz’daki evini terket! Margarete Hanım, sonunda yakalanır Gestapo tarafından. O dönemin sorgu, yargı ve hapishane koşullarının tanıklığını çok iyi yapıyor. Nazilerin yenilgisinden sonra farklı milliyetlerden insanların ülkelerine gönderilişlerinin de…

İdam , giyotinleydi Nazi Almanya’sında. Ama Tükiye’deki eşinin mahkemeye ilettiği bir belge, idam cezasının 15 yıl hapse çevrilmesini sağlar. Bu Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel imzalı bir davet mektubudur. Nazi Almanya’sı o sırada tarafsız olan T.C’yi kendi yanına çekmeye çalışmaktadır. Bu nedenle T.C. tarafından davet  edilmiş birini idam etmek uygun bulunmaz.

Margarete Hanım, daha sonra dünya barış hareketi içinde yer alır. Ülkesinin yeniden inşasına sunduğu mesleki katkı yanında… 

103 yaşında öldü 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...